Anasayfa / Edebiyat / Ölümsüzlük Öpücüğü

Ölümsüzlük Öpücüğü

“Babasını özleyen Clara’nın hayal ile gerçek arası yolculuğu…”

Kapıdan gelen anahtarın sesini duyunca hemen eline kumandayı alıp çizgi film kanalını açtı ve sanki kapının açıldığını fark etmemiş gibi çizgi filmi izlemeye koyuldu. Annesi sessizce yanına geldi ve televizyona baktı.

-Aferin benim güzel prensesime, bak ne güzel, şeker kız aynı sana benziyor. O mezarlıklı, ruhlu filmleri artık izlemediğin için sana bir sürprizim var. dedi

Clara sürpriz lafını duyunca çok heyecanlandı. Yüzünde kocaman bir gülümseme ve karşı konulmaz bir merakla annesinin boynuna atıldı:

-Yaşasın, sürpriz ne? dedi

Aslında annesi sürprizi yarın söyleyecekti ama Clara’nın gamzelerine ve neşeli sarılışına karşı koyamadı.

Yarın adaya gidiyoruz, bahar geldi her yer çiçek açmıştır. Babaannen ile dedeni de ziyaret edeceğiz, hatta evlerinin bahçesinde küçük bir piknik partisi de yapabiliriz istersen. Belki yeni arkadaşlar da edinirsin.

-Adaya gidicez, yani vapura binicez, martılara simit atıcaz, babanem ve dedemle oynıycam ne güzel, baba mı da görmeye gidecek miyiz?

Annesinin yüzünde ansızın derin bir acı belirdi. Küçükken daha kolaydı her şey diye düşündü, büyüdükçe babasının yokluğunu anlatmak daha da zorlaşıyordu. Hüzünlü bir hikâyeydi bu ama en acısı da bu ızdırabın Clara’nın her baba deyişinde katmerlenmesiydi. Beş yaşındaki bir çocuğa nasıl anlatılırdı babasının siyasi nedenlerle yurt dışına tekne ile kaçarken boğulduğu, yıllarca cesedinin bulunamadığı. Fotoğraflara bakmak yetmiyordu Clara’ya, filmlerdeki gibi mezarına gitmek, onunla konuşmak istiyordu. Şu televizyon ne kadar zararlı bir şey diye düşündü annesi. Kızı kafasına koymuştu; eğer mezarına giderse, babasının ruhunu görecek onunla konuşacaktı. Bunu ilk duyduğunda çok korkmuştu ama danıştığı psikolog arkadaşı endişelenmemesini, babasını hiç tanıyamamış, televizyondan izlediği filmlerden etkilenen hayal gücü yüksek bir çocuk için bunun normal olduğunu söylemiş ve ruh sağlığı için göstermelik de olsa babasının bir mezarı olursa her şeyin düzeleceğini eklemişti. Önceleri bu fikir saçma da gelse, her akşam kreşin bahçesinde babasının ruhunu gördüğünü söyleyen Clara, başka seçenek bırakmamıştı. İşten yorgun argın çıkar, kreşten Clara’yı almaya gider ve küçük kız daha arabada başlardı anlatmaya:

-Annecim babam bugün de geldi, ilk başlarda tanımamıştım, ama artık eminim o olduğuna. Bana gösterdiğin fotoğraftan biraz farklı ama gülüşü aynı. Her bahçeye çıkışımda, duvarın arkasından beni izliyor, onun yanına gitmek ona sarılmak istiyorum ama o zaman ortadan kayboluyor. Aynı filmdeki gibi yanımda başkaları olduğu için kaçıyor. Ah keşke;  yalnızken görebilsem onu.

Bu hikayeler her gün yeni eklemelerle tekrarlanırdı. Tabii ki bunların tek nedeni şu televizyon ve cumartesileri o işteyken, gündüz Clara’nın izlediği filmlerdi. Bir pazarlık yaptılar; Clara ruhlar âlemi filmlerini izlemeyi bırakacak, annesi de onu her pazar istediği bir yere götürecekti. Ama psikoloğun verdiği tavsiyeyi de uygulamalıydı. Clara’nın küçük kalbindeki babasızlık boşluğunu belki bir mezar azaltabilirdi. Kayınpederi ile konuştu, ne de olsa adanın kuşaklar boyu en eski sakinlerindendi. Biricik oğulları için sembolik bir mezar yaptırabilirdi. Clara’nın ruh halini, psikoloğun tavsiyesini anlatınca, kayınpederi hemen işe koyuldu ve iki hafta sonra her şey hazırdı. Evet, bu cumartesiden itibaren Clara’nın babasının bir mezarı vardı ve küçük kız orada hiç tanıyamadığı babasını ziyaret edebilecekti.

Yüzündeki acı, kızına sarılmasıyla mutluluğa dönüştü ve ilk defa ölmüş kocasından bahsederken sesi titremedi:

-Evet Claracım, babanı da göreceksin. dedi.

Clara annesinden ayrılıp odanın içinde dans etmeye başladı:

-Yaşasın yaşasın, babamla yalnız kalıp konuşucam. diyerek yoruluncaya kadar durmadı.

O akşam erken yattılar, çünkü sabah ilk vapurla adaya gideceklerdi ki Clara istediği kadar babası ile konuşsun.

Sabah martılarla yapılan ada vapuru yolculuğundan sonra iskelede dedesi karşıladı Clara ile annesini. Babaannesi evde Clara için kır partisi hazırlığı yapıyordu. Bahçeleri genişti, Clara’nın yaşıtı birçok komşu çocuk da gelecekti ve menü oldukça kabarıktı. Tabii tek neden bu değildi. Clara’nın dedesi sembolik mezardan eşine bahsetmemişti daha doğrusu bahsedememişti, çünkü eşi cesedi bulunmadığı için oğlunun bir gün çıkıp geleceğini düşünüyordu, hele şu ona atfedilen suçun zaman aşımı dolsun, kaçak da olsa gelip onları bulacaktı. Şimdi gelemezdi çünkü onunla birlikte aynı davadan yargılanan arkadaşları otuz yıla mahkûm olmuştu ama şu beş yıl daha geçerse kayıp oğluna kesin kavuşacaktı.

Clara dedesinin boynuna atıldı, anlatmaya başladı:

-Dedecim martılar attığım tüm simit parçalarını yediler. Bak bir tanecik simidim kaldı onu da babam için sakladım.

Bu söz üzerine annesi ile dedesi birbirlerine acı acı tebessüm ettiler.

İlk işleri tabii ki mezarlığa gitmek ve Clara’yı babasıyla tanıştırmaktı.

Yol biraz yokuş olmasına rağmen Clara koşarak, babasına kavuşma heyecanı ile güle oyna geldi mezarlığın önüne. Yolu iyi biliyordu, çünkü annesi ile her adaya gelişlerinde yürüyüş yaparlar, Clara gördüğü her yeri annesinin anlatmasını isterdi. Mezarlığı da üç ay önce farklı bir yolda yürürlerken öğrenmişti ve o günden beri televizyonda içinde mezarlık geçen her filmi izlemişti elbette  annesinden habersiz.

Dedesi:

-Dur bizi bekle Clara, birlikte içeri gireceğiz. dedi.

Küçük kız istemeden de olsa durdu, annesi ile dedesini kızdırmak istemiyordu.

Bir elinden annesi bir elinden dedesi tuttu ve mezarlıktan içeri girdiler.

Mezarlık duvarlar yüzünden dışardan tam görünmüyordu ama içine girince filmlerdekilerden çok farklı değildi. Her taraf mermerden mezar taşları ile doluydu, çoğunun üstünde solmuş çiçekler vardı ve sabahın erken saati olduğu için de kimse yoktu. Yavaşça ilerlediler ve küçük bir mezar taşının önüne geldiler. Annesi Clara’nın önünde diz çöktü ve:

-Güzel prensesim benim, işte burası babanın mezarı .dedi.

Clara gözlerini sanki her şeyi bir anda görmek istiyormuş gibi kocaman açtı ve mezar taşını incelemeye başladı. Üstünde bir şeyler yazıyordu ama okuma yazma bilmediği için okuyamadı fakat babasının resmini tanıdı.

-Evet burası babamın mezarı. Çok teşekkür ederim annecim, dedecim, sonunda babamla konuşabilecem. Ama beni yalnız bırakmanız lazım, çünkü babam yanımda başkaları varken benimle konuşmuyor.

O sırada arkadan bir çıtırtı geldi ve arkalarını döndüklerinde yanlarındaki ağacın arkasında bir adam gördüler. Annesi sorar gözlerle kayınpederine baktı ve kayınpederi gelininin kulağına fısıldadı:

-Sivil polis, kızım korkma bir aydır bizi gözetliyor, fark eder etmez yanına gidip sordum. Bana oğlumun birlikte kaçtığı arkadaşının ölmediğini, Türkiye’ye gelip bizimle irtibata geçip polisin ele geçiremediği belgelerin yerini öğreneceğini söyledi. Her ne kadar ben evimizin üç defa didik didik arandığını söylesem de ikna olmadı. Boş ver, alıştım ben, sen de aldırma, kesin seni de izliyorlardır hatta Clara’ yı bile.

Bu sırada Clara mezar taşının üstündeki resmi okşuyordu. Ağacın arkasındaki sivil polisi tabii ki fark etmemişti. Artık zamanı geldi diye düşündü, dedesi ve annesine dönerek:

-Beni babamla yalnız bırakmanız gerekiyor. Lütfen mezarlıktan dışarı çıkar mısınız?

Annesi psikoloğun sözlerini hatırladı, bu Clara’nın ruh sağlığı için gerekliydi, kısa bir süre yalnız bırakabiliriz diye düşündü.

-Tamam canım ama hemen mezarlığın dışında seni bekliyor olacağız, ve sen de ben çağırır çağırmaz geleceksin; dedi.

Clara:

-Peki annecim. Ama çabuk olun; dedi.

Beş dakika sonra mezarlıkta yalnız kalmıştı Clara. Etrafına alıcı gözle baktı, kreşin bahçesini izleyen adamı, babasını aramaya başladı. Bir kaç mezar taşı geçti ve büyük bir ağacın arkasında onu buldu.

Boynuna sarılmak, babacığım seni çok özledim demek istiyordu ama babası yine gözden kaybolur diye de korkuyordu. Tüm mezarlığa göz gezdirdi, kimseyi göremeyince usulca ağaca yaklaştı ve konuşmaya başladı. Dışardan biri gelse Clara’yı ağaç ile konuşuyor sanırdı, çünkü ağacın gövdesi öyle kalın boyu öyle uzundu ki Clara yanında küçücük kalıyordu.

Clara fısıltı ile ama hayatında hiç olmadığı kadar neşeli bir sesle babasına sorular sordu:

Neden başkalarının babaları gibi yanında olmadığını, annesi ile kendisini niye bıraktığını, eğer cennette veya gökyüzünde ise martılarla niye haber yollamadığını; sordu.

Babası da Clara gibi fısıltı ile ama sevgi ve özlem dolu bir sesle tüm sorularını cevapladı:

-Ben uzak bir deniz ülkesine, iş için giderken gemim bozuldu, bir adaya sığındım, buradan çok uzak bir adada büyücü bir kadın buldum ondan yardım istedim. O da sihirle önce gemimi tamir etti, sonra da bana ölümsüzlük büyüsü yaptı. Ama bu büyünün geçerli olması için küçük kızının kimse görmeden seni öpmesi gerek, ancak ondan sonra tüm sevdiklerine kavuşabilirsin’ dedi. Ben de uzun yolculuklar sonucu geldim ve seni buldum.

Clara her şeyi anlamıştı sonunda, tam ağacın arkasında diz çökmüş babasının yanağına ölümsüzlük öpücüğünü konduracakken arkasından bir ağlama sesi duydu ve bir adam ona doğru koşmaya başladı. Ağlayan siyahlar içinde bir kadındı. Çevresinde onu teselliye etmeye çalışanlar ve önünde de omuzlar üstünde taşınılan bir tabut vardı. Ona doğru gelen adam gittikçe yaklaşıyordu, o gelmeden babasına ölümsüzlük öpücüğünü vermesi gerekiyordu. Ağacın arkasına baktı babası orada yoktu ilerde koşuyordu, ona yetişebilmek için Clara da koşmaya başladı ama babası birden gözden kayboldu. Sanki yer yarılıp yerin içine girmişti. Şaşkınlık ve hayal kırıklığı içinde çevresine bakarken ağlama seslerini duyan annesi ve dedesi yanına gelmişti bile. Tabii birde şu ona doğru koşan adam:

-Küçük kız burada birisiyle mi konuştu? diye sordu,

Clara babasının sırrını saklamaya kararlıydı

-Hayır, bebeğimi kaybettim onu arıyordum, dedi.

İçinden, babacım bekle beni kimse görmediği zaman sana ölümsüzlük öpücüğünü vericem; diye düşündü.

Clara elinde babasına sakladığı simiti, dedesi, annesi ve uzaktan onları takip eden adam ile mezarlıktan çıkarken yine o ağlayan kadının sesi duyuldu:

-Olamaz, ölmüş olamaz.

Evet, yeni kazılmış bir mezarın içinde cansız bir adam yatıyordu, ayağı kaymış büyük bir taşa kafasını çarparak, mezar çukuruna düşmüştü…

Despina Yıldız Çağrı

[email protected]

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.

Hakkında Editör

Hakan Bilge - The Godfather Mitosu (Şule Yayınları, 2024) ve Aşktan da Üstün: Hitchcock Sinemasında Kişisel Bir Gezinti (Doruk Yayınları, 2024) adlı sinema kitaplarının yazarıdır.
@hakan_bilge

Bu yazıya da bakabilirsiniz.

Hermann Hesse’nin Bozkırkurdu İsimli Romanı Üzerine

Harry Haller; yolunu şaşırıp kendi habitatından ayrı düşmüş, kazârâ bir kente inip sürüye karıştığına inandığı ...

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir