Anasayfa / Manşet / Pan’ın Labirenti

Pan’ın Labirenti

Guillermo del Toro’nun El Laberinto del fauno’su (2006; Pan’ın Labirenti) karanlık imgeleri ve sürreal atmosferiyle İspanya’da 1937’den sonra dar bir alana sıkışan çatışmaları fon alıyor. Bu daha çok bir gerilla savaşı, bir yıpratma savaşı. Çocuk kahraman Ofelia’nın (Ivana Baquero) bilinçaltı silme sivil savaşla dolu gerçek dünyadan nasıl paralel evrenlere, Pan’ın (Doug Jones) karanlık labirentine açılıyorsa, karanlık labirent metaforu da, buna paralel olarak İspanya halkının yürüttüğü gerilla savaşına karşılık geliyor. Bir başka deyişle; Ofelia’nın zihnine açılan kapı, İspanya’nın kompleks savaş dünyalarına çıkıyor. Böylelikle savaş trajedisinine vizör tutulmuş oluyor: Faşizm ve libido arasındaki ince çizgi, otoritenin keskin yüzü, işkence, baskı ve direniş, alçaltılma…sinema için elzem birçok tema hülasa; karanlık fantezi, çocukluk imajları ve düşsellik kanalıyla işlenirken, korku unsurları da bu yapıtın bünyesinde buna paralel bir yanöykü olarak durma riski taşıyor. Kuşkusuz filmin evrenini işgal eden konu ve bunun çeşitlemeleri evrensel açıdan dikkat çekici; fakat korku motiflerinin azımsanmayacak ölçüde öykünün dramatik dünyasında yer edişi, filmi bakış açısı ile ikiliğe düşürüyor. Ofelia’nın yeraltına inmesi, bir tür görev bilinciyle donanması / donatılması / sınanması…dünya masal metafiziğinin belkemiğini oluşturan, sözümona kahramanın zorlu badireler atlattığı, mücadelelere göğüs gerdiği ve en nihayetinde de bunun karşılığında muayyen kazanımlar elde ettiği klasik epistemolojiyi oluşturuyor. Tabii bunun, bu korku motiflerinin masallara göndermelerle sunumunun, “sonu mutlulukla biten” kimi pembe dünyalara dair bir parodi niteliği taşıdığını da unutmamak gerek. Çünkü Guillermo Del Toro –senaryoyu da kendisi yazdığı için rahatlıkla söyleyebiliriz bunu–, o klasik masal metafiziğini yerle bir etmek için şiddetin nirengi noktalarını arşınlıyor, iyi ve kötünün alaşımı ucubeleri betimliyor. Bilindik, tanındık masal atmosferinden iyiden iyiye uzağa konumlanıyor. Şu: Dışarıdaki cehennemde savaş ve onun korkunç boyutları çığ gibi yükselirken, Ofelia ile birlikte klostrofobik labirente adım atıyoruz. Fantastizm ve realite sarmalı birbirinin içinde erimeye başlıyor. Bu seçimin Del Toro’nun sinemasal evrenini de oluşturduğunu düşünüyorum. Hanidir Del Toro’nun kamerası, fanteziye vizör tutma açısından hayli zengin. (1993 yılında çektiği Cronos filminde yine fantastik unsurlar devrededir. Burada da olayın gidişatında önemli rol oynayan bir çocuk kahraman vardır. Bu kez konu “ölümsüzlüktür.” El Espinazo del Diablo (2001; Şeytanın Belkemiği) adlı yapıtı da İspanya İç Savaşı (1939’lar) döneminde geçer. Burada da olaylar bir çocuğun vizyonundan aksettirilir. Masal atmosferi burada da egemendir.) Yönetmenin karanlık öykülere ilgisi büyük. Fakat bu film için denebilir ki, Del Toro’nun da aşama kaydettiği, yeni kulvarlara açıldığı, fantezi bahçesinde yeni şeyleri sınadığı bir deney alanı. Fakat bu deney alanı çok tehlikeli zeminleri iştigal ediyor. Sözgelimi, şiddetin karşısına yerleştirdiği çocuksu masumiyetin, saflığın iç ezici bir kontrast yarattığını imleyebiliriz.

Bunu çoğaltalım:

Bu tarafta General Franco’nun piyonu Faşist Yüzbaşı Vidal (Sergi Lopez’in canlandırdığı Faşist Yüzbaşı Vidal’in “erkek” çocuk düşkünlüğü, faşist ideolojinin kadını aşağıladığı gerçeğini bir kez daha hatırlatıyor. Bu minvalde Bernardo Bertolucci’nin Il Conformista [1970; Konformist] ve Ettore Scola’nın Giornata particolare [1977; Özel Bir Gün] filmleri akla gelen düzeyli sinemasal örneklerden bazıları.), çepeçevre kuşattığı cehennemde terör estiriyor. İnsanlara işkence ediyor. Masumları acımadan katlediyor. Tıpkı koşullandığı faşist ideoloji gibi “erkekçe” yaşıyor ve “erkek” çocuk bekliyor.

Bu tarafta özgürlük savaşçısı militanlar ve faşistler arasında olanca sıcaklığıyla bir hesaplaşma hüküm sürüyor.

Ve öte tarafta Ofelia, konuşamayan perilerin kılavuzluğunda, harikalar ülkesine ulaşan Alice gibi labirente yollanıyor. Pan’ın direktifleri doğrultusunda “Prenses Moanna”ya dönüşmeye çabalıyor… Bu iki kontrast, eşzamanlı olarak işleniyor… Ofelia, Pan’ın belirttikleri doğrultusunda, verilen 3 görevi yerine getirebilir ise “Prenses” olacaktır… Masallarda 3 sayısının ne denli çok referans gösterildiğini biliyoruz. Vladimir Propp, “Masalın Biçimbilimi” adlı yapıtında, masallarda kişilere ilişkin fonksiyonların süreklillik arz ettiğini, bu fonksiyonların sınırlı olduğunu, belli bir sıra izlediğini ve sonuç olarak masalların tümünün aynı yapıda olduğunu belirtir.

Vladimir Propp, masallardaki tiplemeleri de tasnif eder aynı yapıtta:

1. Kötü kişi (düşman)

2. Bağışçı (büyülü hediyeyi veren)

3. Yardımcı

4. Aranan obje (prens ya da babası)

5. Kahramanı sefere gönderen

6. Kahramanın kendisi

7. Sahte kahraman

El Laberinto del fauno’nun da bu tiplemelere başvurduğunu söyleyebiliriz.

İki dünya arasındaki kontrast gerçekten de çarpıcıdır. Dış dünyada, milliyetçiler ve özgürlük savaşçılarını ya da diktatörlükle demokrasi arasındaki kanlı hesaplaşmanın figürlerini takip ediyoruz.

Zaten o dönemde iktidarda bulunan kişi General Franco’dur. Diktatörlükle demokrasi arasındaki kanlı hesaplaşmada safını faşizmden yana tutan General Franco…

Şimdi yeraltına inebiliriz:

Evet, her masalda olduğu gibi, Ofelia’nın içinde yaşadığı masalda da kötü yaratıklar, canavarlar var. Yeraltının dibinde yaşayan “yeraltı canavarı” gibi. “Kör” yeraltı canavarı, sanki gerçeğe kör faşist Franco iktidarını temsil vazifesi görüyor.

Yiyeceklerden mahrum ediliyor Ofelia. Sınanıyor yine… Bütün bu açlık senfonisi, henüz bir iç savaş yaşamış ve 500 bin kişiyi kaybetmiş ve de yerle yeksan olmuş bir ülkedeki açlıktan ve bakımsızlıktan yaşamını yitiren çocukları anımsatıyor. Yeraltındaki süslü sofra, dış dünyadaki yoksullukla bir çelişki yaratıyor.

Bütün eylemlerin nihai ereği: Ofelia’nın “prenses” olup olmadığı sorunsalı üzerinde dönüyor… Abartı görünebilir ama bu eylem bile masal dünyasının klasik motiflerine karşı geliştirilmiş hamlelerden biridir. Masal dünyalarının reel gerçeklikten kopuş ideolojisi, –hele ki konu bir savaş trajedisi olunca– İspanya İç Savaşı devam ederken başta Fransa ve İngiltere olmak kaydıyla, birçok ülkenin tarafsız kalma kisvesi altında İspanya’yı yalnız bıraktığını düşündürüyor. Ofelia’nın, annesi Carmen (Ariadna Gil) ve evlendiği faşist Yüzbaşı Vidal’in yanında, bir odaya kapalı vaziyette, “dışarıda” olan biteni / savaşı / açlık ve sefaleti / işkenceyi / özgürlük aşkını / faşizmi…ne denli anlamlı yorumlayabilceği kuşkuludur. Bu yoruma ulaşmamın nedeni bu, diyebilirim. Ama Ofelia bir dönüşüm geçirir film boyunca. Pan’ı ve “dışarıdakileri” kendi fikrince anlamlandırmaya çalışır. Bir nevi, dış gerçeklik ve düş dünyasının çakıştığını / çatıştığını ve birbirine galebe çaldığını hissedersiniz. Hassaten, Pan ve Ofelia arasında hâsıl olan tenakuz, bunu daha da netleştiren örneklerden biridir.

Bu da El Laberinto del fauno’nun dramatik çizgisinde ulaştığı bir aşama olarak değerlendirilebilir. Film, safını belli etmiştir. Giderek, bütün düş dünyasının, iç savaşı anlatmak için başvurulan bir dekor olduğunu görürüz. Bu dekor, süslü çizilmiştir. Dış dünya ile olabildiğince zıt olması gerekiyordur çünkü.

Sonuç:

El Laberinto del fauno, İspanya trajedisine yeni bir yorum getirmiş midir, bu tartışmaya açıktır; ama biçemsel olarak yenilik peşinde koştuğu ortadadır. Öykünün gelişimindeki iki farklı düzlem, kendi içlerinde tutarlı mıdır ve/ya da filmin stil araçları bir trajediyi yansıtmada başarılı mıdır, asıl bu sorular yanıtlanmalıdır. Bütün bu sorulara verilecek yanıtların ise, özelde İspanya İç Savaşı’na ve genelde de bütün savaş trajedilerine bakışın anahtarı olacağını hissediyorum.

Yazan: Hakan Bilge

[email protected]

Bu incelemem, Underground Poetix kitap-derginin 3. sayısında, İspanya İç Savaşı dosyası kapsamında, “sinefil78” rumuzumla yayımlanmıştır. Yazıda herhangi bir değişiklik yapmadım; sadece notları yazının içine yerleştirmekle yetindim…

Hakkında Editör

Hakan Bilge - The Godfather Mitosu (Şule Yayınları, 2024) ve Aşktan da Üstün: Hitchcock Sinemasında Kişisel Bir Gezinti (Doruk Yayınları, 2024) adlı sinema kitaplarının yazarıdır.
@hakan_bilge

Bu yazıya da bakabilirsiniz.

Dressed to Kill (1980, Brian De Palma)

Alfred Hitchcock’un ve filmlerinin Hollywood’u hatta dünya sinemasını nasıl etkilediği malum. O etkilenmeden en çok ...

6 Yorum

  1. çok güzel bir yazı. eline sağlık.

    ben bu film izlerken, iç savaşta herhangi bir “ideoloji için savaşan kişi” ile ofelia arasındaki benzerliğe gönderme olduğunu düşünmüştüm. savaş müthiş elem bir şey. savaşta neden yaptığınızı bilmediğiniz görevler alırsınız, aç kalırsınız, sadakatiniz sorgulanır ve siz tam anlamıyla bir çocukmuşçasına o yüksek ülkü uğruna tüm bunlara katlanırsınız(bunları yaparsınız, bunları yaşarsınız). ve ölürsünüz.

    bence yönetmen ispanya iç savaşında(veya herhangi bir savaşta) savaşanların yaptıklarını nasıl yapabildiklerinin kapısını açmış bu filmle bize. Bize tam anlamıyla onları onların anlattıkları ile anlatmış.

    —spoiler—

    ve kendi sonucu olarak “mühim olanın, yapılmak istenen için dahi öldürmemek” olduğu gibi son bir eleştiri ile kendini bu anlatıya dahil etmiş.

    —spoiler—

  2. masal serüveni ve atmosferine yaklaşım açısından özgün bir yazı diyebilirim ama korkunç savaşın karşısına çocuksu masumiyetin yerleştirilmesinin filmde bir çelişki yarattığı fikrine katılmıyorum, bilakis bu uygulamanın yarattığı tezat filmi etkili kılıyor. yani iki tezat durum filmin omurgasını oluşturuyor bence, biri var olmadan diğeri de var olamaz.

  3. açıkçası filmi ilk izlediğimde pek fazla etkilenmemiştim. ama sonrasında şarap gibi akılda kalan kareleri hatırladıkça gözümde büyümeye başladı.

    masal ve gerçek dünyası arasındaki paralellik oldukça önemlidir. bu paralel kurgu, gerçek dünyanın masal dünyasındaki sembolik değerleri ile açıklanabilir, tıpkı hocamın verdiği örneklerdeki gibi. bu tür bir kurguya ilk kez rastlamıyoruz ancak masal kalıplarını değiştirmesi ve ezber bozması açısından oldukça önemli buluyorum. özellikle masal içinde pek fazla ‘iyi’nin olmayışı da önemli. filmin sonundaki sahnede rastlıyoruz sadece. bu da masal ile gerçek arasındaki çizginin oldukça ince çekilmesinden kaynaklanıyor. yani ophelia’nın masalı savaşın gerçekliğinden daha korkunç olabiliyor kimi zaman. masalın içinde bile ölünebiliyor mesela. bana göre son 10 yılın en büyük sinema olaylarından biridir.

    bu film hakkında okuduğum en güzel yazı diyebilirim. eline sağlık hocam.

  4. Faşist yüzbaşının karakteri faşist ideolojiden nefret etmemiz için büyük oranda sert, tiksindirici ve acımasızca çizilmiş. İnsani duyguları var belki bir anlamda ama acımasızlığı yüzünden filmin mesajına katkıda bulunmakta. Tamamıyla savaş karşıtı bir film değilse de izlediklerimiz bize savaşın insanlık dışı olduğunu hatırlatıyor. Bu yönüyle güçlü ve hemen hemen dört dörtlük bir film bence. Yazı için teşekkürler.

  5. İlk önce Hakan dostumun ellerine sağlık. Çok değişik yorumlar getirilebilecek zor bir filmi gayet berrak bir biçimde aktarmış.

    Ben de filme kendi bakış açımdan yaklaşmak istiyorum. Bence filmde aktarılan “Masal” bölümü gerçek hayatın sahnelerinden oluşuyor. Yani kesin kötü Vidal ve onun karşısındaki kesin iyi direnişçiler, karakterlerinin gri özellikler taşımaması bakımından masal karakterinden öteye geçemiyor. Yine Vidal’in terörize ettiği hasta anne ve ona sahip çıkması gereken kızı da saf iyiler kategorisinde.

    Halbuki envai çeşit yaratığı ve iyi-kötü ayrımı yapılamayan Pan karakteriyle hayal dünyası bence asıl gerçekliği oluşturuyor. Bu dünyada ölüm, iyi veya kötü ayrımı yapmıyor. Rahatsız edici periler hunharca ısırılıyor. Ona defalarca tembihlendiği halde masadan yemek alan küçük kız bile saf iyi olarak aktarılmıyor. Hayal dünyasındaki karakterler zıt uçlarda değil, muallaktaki davranışlarıyla daha “gerçek” duruyor. Bence yönetmen diyor ki “Eğer bir amacınız varsa ona ulaşmak için bazı şeylerden vazgeçmeniz gerekir. Eğer istediğiniz gerçekten buysa, yani prenses olmak. Sonuca ulaşmak için masal dünyasına veda etmen gerekir (yani gerçek hayatta ölmen gerekir).”

    Benim altını çizmek istediğim bir nokta da gözsüz canavarın masasından yenmemesi gereken yemek testi. Bu direkt olarak Yunan Mitoloji’sinden alınmış. Hades’in topraklarına (yeraltı, ölüler dünyası) inerseniz size ikram ettiği meyvayı yememeniz gerekir. Çünkü yerseniz artık tamamen yeraltı ülkesine ait olursunuz. Fakat Hades, bilgeliği ve bereketi temsil eder. Cevherin kaynağı olarak görülür. Bu anlamda o meyveyi yemeniz gerekir çünkü sizi bilgeliğe ulaştıracaktır. Aynı motif yasak elmada da karşımıza çıkar. Elmanın yetiştiği ağacın adı “bilgelik ağacı”dır. Peki neden yasaktır? O elmayı yememiz gerekmez mi, şu anki entelektüel insan halimize ulaşmak için? İşte küçük kız hayal dünyası olan gerçeklikte zihinsel bir seviye atlamıştır ve gerçek hayattaki masalsılığa (ölerek) veda etmelidir. Artık o Pan’ın dünyasına aittir.

    Bence yönetmenin filminde yer verdiği her şey, savaşın kendisi bile “olgunlaşma” sembolizminin yapıtaşlarını oluşturuyor.

  6. Yaklaşık bir yıl önce yazdım bu yazıyı (hatta bir yılı geçti) ve aramızda önemli bir mesafe oluştu. Şimdi bakıyorum da, çeşitli açılardan daha derinlemesine incelemek gerekiyor. Zaten üstte de belirttiğim gibi, bu bir savaş yazısıydı… Ve o doğrultuda kaleme alındı. Fakat masal metafiziği açısından halen aynı düşündüğümü yineleyebilirim.

    Okuyan herkese teşekkürler…

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

kuşadası escort
çankaya escort
escort izmir