Anasayfa / Sinema / B Filmleri / Sinemada Çıplaklık: Nudies, Roughies, Mondo ve Porno

Sinemada Çıplaklık: Nudies, Roughies, Mondo ve Porno

Erotik sinemanın gelişmesinde çeşitli eğilim ve biçimler görülmektedir. Modern sinemanın çıplaklığa yer vermesi İskandinav ülkelerinden gelen, daha çok çekinmesiz natürel çıplaklığı içeren filmlerle olmuştur. Bu filmlerin bazıları, ırk güzelliğini belirtircesine, sosyalist propaganda filmlerinde olduğu gibi atletik vücutların sergilenmesinden ibaretti. Kesinlikle cinsel istek uyandırma amacı taşımıyorlardı. Fakat bu durumdan çıkar sağlamayı kafaya koyan sinemacılar, olay akışıyla ilişkisiz sadece amaçlı bazı çıplak insan görüntüleri eklediler filmlerine. Bunlar genelde kamp halinde yaşayan nüdistlerdi ve sinemada çıplak beden görmek isteyen izleyicinin tatminini sağlıyordu. Bu döneme ve filmlere “” adı verildi. Tabii ki sansür nedeniyle, bu motiflerin filmlere konması için neden bulmak gerekiyordu. Ve ne yapıldı; bir bilim adamı insanları çıplak gösteren bir gözlük icat ediyor, duvarların ötesini gösterebilen bir boyayı kullanan boyacılar genç kızları giyinirken dikizliyor, suçluların peşine düşen dedektifin yolu yanlışlıkla çıplaklar kampına düşüyor falan… Çıplaklar, doğal mekânları olan kamplar dışına çıkınca amaç gittikçe erotik dürtüleri tatmine yöneliyordu.

 

Bu esnada batı sineması Japon filmleriyle tanıştı ve bu filmlerin sansürlü gösterimlerinden bile oldukça etkilendi. Japonlar yapıları gereği erkekliği kaybetme korkusu taşıdıklarından kadınları, cinselliklerine karşı bir tehdit olarak görüyor, sevişme gittikçe sado-mazoşist bir hal alıyordu. Olay salt çıplaklıktan çıkıp faaliyete geçince yeni bir tür çıktı: “”. Bu dönemin en iyi temsilcisi Russ Meyer’di. Artık kadınlar sadece çıplak değil aynı zamanda tehlikeliydiler. Gürbüz vücutlarını cömertçe sergilemekle yetinmeyen ve ellerine silah geçiren ilahelerin karşısına zayıf, korkak ve paranoyak erkekler kondu. Bu ister istemez kadın düşmanlığı da taşıyordu, erkeğin cennetten kovulmasını sağlayan da kadınlar değil miydi? Aynı zamanda sözümona bir ahlak dersi de amaçlanıyordu. Gençler arasındaki ahlaki çöküşün yansıtılması planlanırken, aynı zamanda izleyicilerin de ağzı sulandırılıyordu.

Daha sonra, İtalyan yapımlarda ortaya çıkan başka bir tür gelişti. “Mondo” diye tabir edilen bu türde, otantik kültürlerdeki erotizm bir belgesel havasında veriliyordu. Fakat olay böyle değildi tabii ki. Bir kere, verilerin çoğu yalan yanlıştı ve görüntülenen kişilerin -ki çoğu siyah deriliydi- gerçek mekânlarda değil de stüdyo dekoru içinde görüntülenmesi izleyicilerin gözünden kaçıyordu. Araya serpiştirilen birkaç vahşi hayvan, esneyen timsah veya uyuyan aslan gibi görüntüler ve kabile dansı sonrası orji benzeri sahnelerle biraz çeşni sağlanıyordu.

 

Çok geçmeden “Porno” sahneyi aldı. Kökeninin çok eskilere dayanmasına rağmen modern sinemadaki ilk örnekleri (hard porno kastediliyor) 1970 civarında verildi. Çünkü eğer bir sinemadan bahsedilecekse, bunun bir yapımcısı, öyküsü, adı sanı belli bir yönetmen ve oyuncusu olması gerekiyordu. Ve işte amatör işi pornoyu, kaliteli seyirciye ulaşabilecek seviyeye çıkaran film “Deep Throat” oldu.

Sinemada Fallik Obje

Freud sağ olsun; hayatımızdaki tüm davranışlarımızı, düşüncelerimizi ve bilumum eşyalarımızı seksle ilişkilendirdi. Fallik obje de kişide, erkek cinsel uzvunu çağrıştıran her türlü objeye verilen Freudyen isim. Fallus, penisin Latince adı. Eski Yunanlılar, bereketin sembolü olan bu penis objesini tiyatroları da dâhil olmak üzere günlük hayatlarına entegre etmişler. O zaman müstehcen sayılmıyormuş çünkü bir şeyin müstehcen olabilmesi için yasak olması lazımdır. İnançlar anaerkillikten (doğa bereketi) ataerkilliğe döndükçe (semavi dinler) bu paganist obje hemen lanetlenmiş, müstehcen sayılmıştır. Bundan sonra bizzat penis şeklinde değil, onu çağrıştıran metalar kullanılmış, anlamı da bereketten çok erk sembolizmine kaymıştır.

 

Etrafımıza baktığımızda algıda seçiciliğe de bağlı olarak birçok fallik obje görebiliriz. Genelde diktatörlerin erklerini kanıtlamak istercesine yaptırdıkları görkemli anıtlar fallik objeye örnek olabileceği gibi gökdelen, minare, bıçak, silah, kılıç… da bu başlık altında sözü edilebilecek objelerdir.

 

Modern sinemada, işin heyecanını artıran unsurlardan biri güç çatışmasıdır. Bu, ataerkil bir düşünce sistemiyle çözümlendiğinden, bir erkeğin gücünün en güzel sembolü sertleşmiş büyük penisidir. Eh, dışında bunu göstermek pek uygun kaçmayacağından, sinemacılar bilinçaltına hitap edecek çeşitli yollar arar; fallik objeler olaya dâhil edilir.

 

En kolay (ve beklenmedik örnek şu an aklıma gelen) “Shrek I”de (2001; Andrew Adamson & Vicky Jenson) kısa boylu kötü kalpli prensin, bu eksikliğini gidermek için kendisine koca bir saray inşa ettirmesidir. Hatta Shrek’in kendisi bile, sarayı görünce bunu dile getirir! Küçük penis, güçsüz erkektir. Bir animasyonda bunun kullanılması çok ilginç!

Büyücülerin ellerinde taşıdıkları (bulmacalarda sorulduğu gibi) erk timsali değnekler olan “âsâlar” da fallik objeye güzel bir örnektir. Büyücülerin genelde hand-to-hand çatışmaya giremeyip, filmdeki seksi hatunları da götürme kategorisinde olmadıklarından, güçlerini belli etmek için uzuuun bir şeye ihtiyaç duymaları normaldir. “: Yüzük Kardeşliği”ndeki (2001; The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring; Peter Jackson) Saruman ve Gandalf’ın, ince uzun (!) bir kulede, ellerinde âsâlarıyla dövüştüğü sahneyi hatırlayın. Bu yönden bakıldığında aslında ne yaptıklarını anladınız herhalde!

 

En güzel örnek ise “silah”tır; bu silah, tüfek veya tabanca olabilir. Özellikle westernlerde, tüm öykü aslında bu silaha sahip olma meselesinde yatar. Kötü adamın eline silah daha çok geçer, ona daha uzun sahip olur, onu çok ateşler ama her zaman ıskalar. İyi adam ise silaha daha az başvurur, silahı ateşlediğinde de mutlaka hedefi vurur! Bu silah, film boyunca kimin eline geçerse geçsin sonunda mutlaka iyi adamın elinde kalmalıdır. Silahlı adam kızı da kapar. Silahını kaybeden kötü adam korkak bir hayvana dönüşür.

 

Dinde fallik obje var mıdır? Doludur. En önemlisi ve üzerinde durulması gereken obje “haç (crucifix)”tır.  Katolik takıntıları olan ve şeytana karşı kesin bir zafer arzusuyla yanıp tutuşan sinema, özellikle korku filmlerinde haçı yerli yersiz kullanır. “Şeytan” (1973; The Exorcist; William Friedkin) adlı filmde Cizvit, içine giren şeytanın etkisiyle edepsiz şeyler yapan kızın suratına haçı dikiverir. Başka bir sahnede (kitabında bu sahne daha açık açık anlatılmaktadır) kız haçla mastürbasyon yapar. Artık daha ne kadar altı çizilebilirdi ki?


Ken Russell “The Devils” (1971; Şeytanlar) adlı filminin bir sahnesinde (ki bu sahne, Hıristiyan lobisinde nefretle karşılandığından filmden atılmıştır ve artık görmek mümkün değildir) histeri krizindeki bir rahibeyi, çarmıha gerilmiş İsa heykeli ile seviştirir. John Waters’ın “Multiple Maniacs” (1970) adlı filminin şölen sahnesinde Divine, haçı anüsüne sokar. Yüzündeki korkunç acı ifadesiyle çarmıhtaki İsa’nın yüzü birbiri içine geçer, onunla özdeşleşir. Vampirlerin suratına suratına sallanan haçların haddi hesabı yoktur.

 

Son örnek: “Nell” (1994; Michael Apted) filminde, uygarlıktan uzak kız, bazı erkeklerden bahseder; bunların karınlarında bıçak saplıdır; “gobai dei” der bunlara. İki bilim adamı nihayet bunu açıklığa kavuşturur; “gobai dei”, erkeklerin karnına doğru yükselen sertleşmiş penisleridir!

İstismar Sinemasında “Redneck” Olgusu:

Amerika’nın güney eyaletlerinde yaşayan taşralılara “redneck” lakabı verilmiş. Bunlar genelde tarlalarda çalıştıkları ve güneş ışıklarına maruz kaldıkları için “kırmızıense” (redneck) adı almışlar. Redneckler sinemada, genelde ırkçı, küçük komünler halinde yaşayan ve bu nedenle kendi aralarında evlilikler yapan, akraba evliliği nedeniyle eciş bücüş veya geri zekalı bireylere sahip olan, içmekten, yemekten ve avlanmaktan anlayan sorunlu tipler olarak resmedilirler. Türkçe karşılığı kıro olabilir fakat kırolar bu kadar tehlikeli değildir. Tarihte tarlalarında en fazla zenci köleyi bunlar çalıştırdıklarından günümüzde Amerika’da ırkçı nüfusun çoğunluğunu oluştururlar. Avcılığı sevdiklerinden silahlara da düşkündürler ve kanunları da bunu kolaylaştırmak için esnetilmiştir (bkz. Texas).

 

Filmlerde işlendiği kadarıyla ele aldığımızda, medeni şehirli insanın karşısına bir tehdit ve korku unsuru olarak çıkarlar. Genelde olaylar şöyle vuku bulur: arabalarıyla seyahat eden bir ailenin veya gençlerden oluşan bir grubun yolları, araçlarının bozulması sonucu ya da gezinti veya taşınma amaçlı, güney eyaletlerin birinde bir kasabaya düşer. Redneckler önce bu gençlere soğuk davranır, onları içlerine almak istemezler. Daha sonra nedensiz yere onları terörize etmeye başlarlar. Bu, ya tecavüz olur ya da bizzat fiziksel şiddet ve cinayet… Ya da bazı korku filmlerinde redneckler deforme canavarlar haline getirilir. Bu ya akraba evliliği ya da hükümetin yaptığı bazı nükleer veya kimyasal deneyler sonucu oluşmuş bir dejenerasyondur. Medeni Amerika’nın bu toplu histerisi ve paranoyasının kökeni Kuzey-Güney savaşına kadar uzanabilir. Redneck nüfusu verdikleri oylarla da yönetimde oldukça söz sahibidir (Bush olayı mesela). Buradan da bir husumet çıkarılabilir.

 

Redneck olgusuna çeşitli örnekler verilebilir: “I Spit on Your Grave”de (1978; Day of the Woman; Mezarına Tüküreceğim) şehirli kıza tecavüz eden bir taşralı grup vardır.

’ın oskar adaylığı olan istismar filmi (!) “Deliverance”da (1972; Kurtuluş) macera yaşamak için doğal mekânlara çıkan 4 şehirli adam, rednecklerin işkencesine ve bizzat tecavüzüne uğrar. “The Hills Have Eyes” (1977; Tepenin Gözleri) rednecklerin deforme olmuş suretleri tarafından yenen insanlardan bahsederken, “Redneck Zombies”te (1987; Pericles Lewnes) taşralılarımız bizzat zombilere dönüşürler (zombiler işçi/amele sınıfının korku sinemasındaki karşılığıdır). Bu yamyamlık meselesi en iyi “”de (1974; Texas Elektrikli Testere Katliamı) işlenir. Filmde 70’li yılların özgürlük düşkünü gençlerinden oluşan bir grup, Teksas’tan geçerken, yamyam bir redneck ailesinin akşam yemeği olur. Korku filmlerinin referans aldığı Ed Gain de gerçekte yaşamış ve filmlerdekiyle yarışacak sapıklıkta bir rednecktir. “Bullies”de (1986; Paul Lynch) yeni bir kasabaya annesiyle beraber taşınan genç, rednecklerin kızkardeşine âşık olur. Redneck aile, gencin gözleri önünde annesine tecavüz ederek cezalandırır.

Efsane film “”da (1964; Herschell Gordon Lewis) belirli yıldönümlerinde ortaya çıkan bir redneck kasabasına yolu düşenler, korkunç işkencelerle öldürülürler.


Bu filmin yeniden yorumu olan “2001 Maniacs’da (2005; Tim Sullivan) redneck imgesini daha bilinçli çizmiştir. Trash bir film olan “Citizen Toxie” de (2000; Lloyd Kaufman) redneck klasmanında sayılabilir.

Yazan: Wherearethevelvets

Hakkında Editör

Bu yazıya da bakabilirsiniz.

okan-bilge_sanatlog-film-yazilari

Mustang Üzerine

Deniz Gamze Ergüven’in yönettiği Mustang filmi ‘‘Türkiye’yi dış ülkelere kötü lanse ediyor’’ gibi sığ bir ...

10 Yorum

  1. oldukça ilginç filmler var. bir kısmını not aldım. arkadaşımızı kutluyorum.

    saygılarımla

    özcan

  2. Sağol Özcan. Biraz sınırlı bir yazı ama yeni başlayanlar için yeterli olduğunu düşünüyorum. Keşke zamanında benim de karşımda böyle basit bir yazı olsaydı diyerek işe başladım. Yoksa benim de pek bir sinema bilgim yok! :)

  3. Özellikle “Sinemada Fallik Obje” kısmı gayet güzel olmuş..

  4. Fallik obje konusunda bir ekleme yapmak istiyorum; aslında bilim kurgu bunun en kaydedeğer uygulandığı alan. Kubrick’in 2024 filmindeki havaya atılan kemiğin (ki o da fallik bir objedir) bir uzay aracına dönüşmesi ki uzay aracı da fallik bir objedir, bunun çok güzel ve sıradışı bir örneğidir. bu fallik obje uzayın derinliklerine, daha doğrusu rahmine yol alıp onu fethetmektedir. Soğuk savaşın en tansiyonlu döneminde bu fallik objelerin sembolik bir erk tahakkümü olarak kullanılması oldukça manidardır.

    Dr strangelove’ın başında ekrandaki gösterilen imgeler de bu yönde bir işlevselliğe sahiptirler.

  5. çok iyi bir anlatımla bilgiler verilmiş, teşekkürler :)

  6. Sitenin sinefil olduğu dönemlerden kalma ilk yazılarımdan biridir. Biraz acemice. Fakat aslında çok bilgilendirici, neden yeterince ilgi görmedi anlamadım. Başlıkta porno lafı olduğu için çekiniliyor mu dersin?

  7. Buna ben de cevap vermek istiyorum.

    Aslında bu inceleme bizim eski sitenin en çok okunan yazılarından biri olmuştu. Fakat bu tarz yazılara yorum yapmaya çekiniliyor; tamamen katılıyorum. Bazı konuların halen tabu olarak önümüzde durduğu gerçeği ile yüzleşmeliyiz. Bu tarz yazılar arttıkça sözkonusu tabular da bir bir yıkılacaktır.

    Haa bir de yorum özürlüsü insanlar var, onları da hesaba katmak lazım 😛 Bu özürlüler önce okur, sonra kaçarlar. Onları ayrıyeten sınıflandırmak gerekir. İşte bu “gizli” okuyucular sustukça, bu konuların da “gerçekten” tabu teşkil edip etmediği de yeter derecede anlaşılamayacaktır. Yazılara yapılan yorumlar çoğaldıkça esas bir genellemeye varılabilir. Sayın jüri üyeleri; ben böyle yazıların desteklenmesinden yana oyumu kullanıyorum 😀

    Sonrasında; erotizm veya cinsellik sadece yatakta pratize edilen şeyler değildir. Kadın veya erkek olmamız da cinselliğimizin bir parçasıdır. Bunu bizzat Freud belirtiyor. Fakat bizde cinsellik direkt yatak odasını çağrıştırıyor. Bu da sanırım bastırılmış arzularla ilintilidir. Kapalı toplum olmanın bir özelliği…

  8. Ben de böyle bir cevap bekliyordum Sinefil.

    Yazılan şeylerin değer kazanması için dışarıdan gelecek eleştiriler ve eklemeler çok gereklidir. Yazılar buraya süs olsun diye konulmuyor. İlle de beğenmek zorunluluğu da yok. Kimsenin egosunu yarıştırdığını zannetmiyorum. Beğenilmeyen yönlerin usturuplu bir şekilde aktarılması bile çok değerli olacaktır, yazının geleceği için.

    Mesela Calderon De La Barca’nın katkısı hoş durmuyor mu? Bu arada kendisinin de ikonografiye düşkün olduğunu hissediyorum.

    Her neyse, okuyan ve değerlendiren herkese çok teşekkürler. Ama en büyük teşekkürü Sinefil hak ediyor. Bu fırsatı vermeseydi ne yapardık bilemiyorum. Sağol dostum…

  9. Teşekkürler Wherearethevelvets. Elbette ikonografiye düşkünüm. Aslında bir sonraki yazımda bu konuya biraz değindim. Bu arada bu yazıya yeterince dikkat edilmemesi benim de dikkatimi çekti. Gayet güzel bir yazı. Özellikle son zamanlarda çıkan Korku Filmlerindeki Jinefobi ile birbirini bütünler nitelikte.

    Bence yorum çok önemli. Olumlu ya da olumsuz… Eğer kişinin o konuda bir fikri varsa -yıkıcı olmadan ve emeğe saygı duymak suretiyle- belirtmelidir. Gerekirse bir yerde de eklemelidir. Zaten burada da herkesin az çok yazısı yayınlanıyor. Elbirliği ile bir şeyler yapmaya çalışılıyor. Önemli olan da bu.

    Bu arada şunu belirtmeliyim. Biz galiba porno, erotizm ve cinsellik arasındaki ayrımı pek bilmiyoruz. Bunlara dair kafalarımızda -biraz geleneklerin, biraz da toplumsal baksının etkisi ile- değişmeyen stereotipler var. Bunların üçüne de aynı yaftayı yapıştırabiliyoruz; lakin çok farklı. Bu bağlamda, Sinefil’in Crash isimli bir yazısı yayınlanmıştı (çok yorum yapmak istedim ama bir türlü fırsat olmadı). Gayet güzel bir yazıydı. Bence bu ayrımları bilmedikçe Crash isimli filmi ve romanı anlayabileceğimizi düşünmüyorum.

    Crash filminden girmek gerekirse;

    “Teknoloji vücudun bir uzantısıdır.”

    Bu daha çok doğayı tahakküm altına almayı amaçlayan insanın yarattığı teknolojinin bir ifadesidir. (Jean Boudrillard, Marx ve McLuhan’dan atıfla makinelerin insan vücudunun organik bir parçası olmakla yükümlü doğal uzantılar olduğunu belirtmiştir.)

    Lakin Crash filminde belkide bunun tam tersi ifade edilmeye çalışılıyor. Vücudun bir uzantısından ziyade, onun anatomik yapısını yapıbozumuna uğratıyor. Yani ölümün bir uzantısı oluyor. Bununla birlikte, konudan pek sapmayalım..

    Filmde esas konu cinsellik belki de fakat burada ne cinsellik var, ne erotizm, ne de porno. Burada bence bir teknoloji var, bundan ötesi yok. (Bu yorum biraz da -affınıza sığınarak- romanın etkisi ile olmuştur. Erotik terimlerin “teknik terimler olarak kullanılması” var; (Anüs, rectum, vulva (penis), verge ve coit (çiftleşme) var) erotik anlamda ifadeleri yok. Bu teknik terimlere aynı yaftayı yapıştırdığımızda filmi ne anlayabiliriz, ne de yorumlayabiliriz. En azından ben böyle düşünüyorum.

  10. Aslında porno anaerkil, erotik film ataerkildir (haydaaa).

    Porno dediğimizde genelde aklımıza endüstrinin beden istismarı geliyor. Bu yersiz bir koşullanma. Örnek vereyim; müzik dediğimizde neden aklımıza IMÇ ya da gençlerin yeteneklerini sömüren plak şirketleri gelmiyor? Porno=sektör demek değildir. Bir tür ekzibisyonizmdir. Beraberinde cinsel özgürlüğü getirir. Sansürsüzdür. Bunların hepsi ideolojik olarak anaerkildir. Halbuki erotik filmler, gerçek olayı göstermez; hissettirir. Tam iş çiftleşmeye gelince kapatır, sansürler. Bize ne kadarını göstermek istiyorsa, onu gösterir. Sınırımızı, haddimizi bildirir. Yani ataerkildir. Sol görüşlü olduğunu iddia eden herkes, erotik filmlere tolerans gösterirken; kadın istismarı yaptığı için pornoyu lanetler. Bu bir yanılgıdır, pozitif cinsiyetçiliktir.

    Önce, cinselliğin neden ahlakla kontrol edilmesi gerektiğini oturup düşünelim. Üreme iç güdüsü, beslenme güdüsüyle beraber en temel iki dürtümüzdür. Yemeye sansür yok. Cinselliğe niçin sansür var? Çünkü cinselliği kontrol altına alınan birey, kolay idare edilir. Ataerkil düzen kontrolü sever. Bütün semavi dinler (ki hepsi ataerkildir), anaerkil toplumlardaki serbest cinselliği dejenerasyon olarak tanımlar. İşte biz de ahlak anlayışımızı bu toplumsal mirasla oluşturuyoruz. Bu sorunsalı aşmak çok çok zor; çünkü yüzyıllarca süren bir süreçten bahsediyoruz.

    Üstelik farketmeden bir çok pornografik ürünü tüketiyoruz. Pornografi ille de açıkça gösterilen cinsel ilişki değildir. Tuvaletteki duvar yazıları, fıkralar…bunlar da pornografidir. Şok sineması diye tabir ettiğimiz bazı filmlerdeki b*k yeme sahneleri, o filmi pornografik yapar.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir