Coeurs (2006, Alain Resnais)
Modern Mekânlarda Hüzünlü Bir Masal
İnternetten kolayca sinopsis bulunabileceği için öykü üzerine hiçbir şey söylemeden doğrudan metne geçeceğim. Filmi üç kategoride inceleyeceğiz:
1) Sinematografik Dil
2) Mecazi Dil
3) Karakter Analizi
Öncelikle modern kelimesinin anlamıyla başlamak istiyorum. Tarihin farklı dönemlerinde farklı anlamlar kazanmış olan bu ifade günümüzde çoğunluk tarafından “çağdaş” anlamında kullanılmaktadır. Kaldı ki, kelimenin Latince kökeni olan modo, “şu anda olan/mevcut olan/şimdide bulunan” demektir. Aynı şekilde Fransızca à la mode ifadesi de “güncel olan/moda olan” anlamında olup modern kelimesiyle yakından alakalıdır. Öte yandan, işin bir de tarihsel boyutu vardır ki, işlerin karıştığı nokta burasıdır. Hrıstiyanlık dini yeryüzüne doğduğunda Romalı yöneticiler tarafından düzeni bozduğu gerekçesiyle yasadışı ilan edilerek bu dinin mensuplarına büyük cezalar uygulanır. Hrıstiyanlar dinlerini uzun yıllar boyunca yeraltı kültürü formunda icra ederler. Kavimler göçüyle birlikte Roma İmparatorluğu zayıflar ve bu yeni kültür ilk defa gün ışığına çıkar. Augustinus gibi erken Hrıstiyan yazarları bu yeni dini/kültürü/yeryüzü yorumunu eski pagan kültürden ayırabilmek için ilk defa beşinci yüzyılda modern ifadesini kullanırlar. Bu bakımdan modern kelimesinin en temel anlamı, o dönemde yeni başlamış olan ortaçağ Hrıstiyanlığıdır. Öte yandan kelimenin başka boyutları da vardır. Rönesans ile birlikte başlayan, ortaçağı reddedip eskiye/pagan kültüre dönen aydınlanmacı-ilerlemeci akım da modern kelimesini sahiplenir. Hatta tarihsel ilerleme fikrinin tümüyle çökmüş olduğu yirminci yüzyılda tarihin son noktasına varılmış olduğuna, bundan daha ilerisi olamayacağına inanan Liberaller tarafından da modern kelimesi sahiplenilir. Bu sonuncusunda modern olan, ne Hrıstiyan olandır ne de aydınlanmacı olan, yalnızca mevcut kapitalist sistemle uyum içinde olandır. Görüldüğü üzere modern sözcüğü kullanıldığı bağlama göre anlam değiştiren fakat daima yeni ve güncel olanı ima eden lakayt bir kelimedir. Lakin ben bu metinde modern kelimesini yukarıdaki anlamlardan herhangi biriyle ilişkili olarak kullanmayacağım. Bu kavrama dair sahip olduğum algıyı, Nietzsche’nin felsefe tarihine bakış açısıyla açıklamak mümkün olabilir belki. Nietzsche’ye göre gerçek felsefe Sokrat öncesi felsefedir, içinde bir parça şiirsellik barındıran bir düşünme biçimi diye özetlemeye cüret edebiliriz. Ona göre Sokrat ve sonrası, yani modern felsefe, bilhassa Platon ile birlikte kurumlaşmış aklın felsefesi kendi zayıflığını ve hıncını (ressentiment) haklı çıkarmaya çalışan erekli bir felsefedir. Kısacası Nietzsche, Sokrat ile kendisi arasındaki tüm dönemleri tek bir dev sürecin bölümleri olarak görür: İnsanın, aklını yücelterek kendini doğanın üstünde konumlandırdığı Modern süreç.
Bu kısa girişin ardından filmin temasını, modern bir dünyada mutluluğu arayan karakterlerin kaçınılmaz yalnızlığı şeklinde özetleyelim. Aldatıcı yaşam şartları tarafından sürekli hata yapmaya itilen, bir türlü bir araya gelmeyi beceremeyen kafası karışık karakterler ve onların hiçbir zaman doyuma ulaşmayan hararetli arzuları. Karşımızda, hem içerik hem üslup bakımından Hrıstiyan melankolisiyle tatlandırılmış modern bir kefaret öyküsü olduğunu belirtelim. Elbette Hollywood yapımlarındaki acımasız kadercilikten uzak, Alain Resnais’nin yumuşak dokunuşuyla daha insani, daha sıcak bir boyut kazanmış, yine de masalsılığından hiçbir şey kaybetmemiş hüzünlü bir kefaret öyküsü.
Sinematografik Dil
Açılışta kamera kar tanelerinin arasından geçerek gökyüzünden iner ve seyirciyi tıpkı masallardaki gibi büyülü bir gerçekliğin içine çeker. Kamera hareketi çok katlı bir apartmanın önünde son bulur. İçeri girer girmez filmdeki ilk sözlü ifadeyi duyarız: “Küçük”. Bu şu anlama gelir, bu dünya yeterince büyük ya da tatmin edici değil. Bunu söylüyoruz çünkü filmin görüntü dili tümüyle bu yorumu haklı çıkarmak üzere yapılanmıştır. Sahneler tıpkı bir tiyatro oyunundaki gibi kapalı mekânlar arasında birinden diğerine doğrudan geçiş yapar, açık havada çekilmiş tek bir sekans yoktur ve bu klostrofobik bir gerçeklik algısı üretir: Ağır, basık ve tüm karakterleri birbirinden yalıtan, herkesi kendi yalnızlığına mahkûm eden tiranik bir dünya. Ayrıca sözlü dilin kullanımı da bu yalıtıma katkıda bulunmaya devam eder. Kimse birbirini dinlemez. Nicole konuşurken, partneri Daniel alabildiğine sarhoştur; Daniel konuşurken, Lionel (barmen) onu dinlemez bile, yalnızca nezaketen ortalama yanıtlar verir. Aynı durum Thierry ve Charlotte arasında da yaşanır. Film bize, birbirleriyle iletişim kurmak için canla başla mücadele veren fakat kendilerini dinletmekte daima başarısız olan insanlar gösterir.
Anlatı yapısı, her biri de aynı amaçla hareket eden birden fazla karakter üzerine kuruludur: Anlaşılmak, iletişim kurmak, mutlu olmak. Sahneler, seyircinin karakterlerden herhangi biriyle özdeşleşme yaşamasını engellemek için fazlasıyla kısa tutulur. Kamera hiçbir karakter üzerinde uzun süre kalmaz.
Kamera hareketi üç temel fonksiyonu yerine getirir: Hareketli kamera karakterlerin mekân içinde birbirleriyle olan uzaklıklarını vurgulamak amacıyla karakterler arasında geçiş yapmak için kullanılır. Sabit kamera mekan tasviri için ve öznel kamera da çoğunlukla karakterlerin mekanla olan ilişkisini betimlemek için uygulanır. Örneğin, taşınmak için yeni bir apartman arayan Nicole gezdiği dairelerden birinin tavanına hor görüyle bakarken öznel kameraya geçeriz, dairenin içinde onun bakışlarıyla hareket eder ve aynı hor görüyü hissederiz. Bu hor görünün sebebi salonun sonradan eklenme alçıpan bir duvarla ikiye bölünmüş olması ve yalnızca tavana bakınca bu yapaylığın fark edilmesidir. Tavanı deforme eden bu yapay duvar aynı zamanda kızın partneriyle arasındaki görünmez duvarı da çağrıştırır. Nicole’ün film boyunca yılmadan aramaya devam ettiği mükemmel apartman dairesi bir bakıma aradığı mükemmel partnerin mekândaki izdüşümüdür. Başka bir örnek, Thierry ve Charlotte iş yerindeki ofislerinde birbirlerini daima buzlu camdan bir paravanın ardından görürler. Buradaki öznel kamera, ikisi arasındaki bariyer ve mesafenin altını güçlü bir biçimde çizmektedir. Thierry çoğu zaman Charlotte ile konuşabilmek için ayağa kalkıp paravanın üstünden bakmak zorunda kalır. İletişim yalnızca ayaktayken, resmi bir biçimde mümkündür, oturduğu anda buzlu cam devreye girer, iletişim kesilir ve Thierry’yi “acaba ne demek istedi?” şeklinde Charlotte ile ilgili evhamlı düşünceler içinde bocalarken seyrederiz. Thierry’nin tüm çabalarına rağmen aradaki cam var olmayı sürdürür, hatta kimi zaman yaptığı edepsiz espriler bile buzları eritmek için yeterli değildir.
Son olarak, ışık öğesinin anlatıda büyük bir dramatik değer yüklendiğini belirtelim. Genel olarak karakterlerin duygu durumunu betimleme amacıyla kullanılsa da, filmin sonunda anlatıyı tamamlayan kilit öğe olarak işlev görecektir. Bunu ilerleyen satırlarda daha detaylı olarak ele alacağım.
Mecazi Dil
Mecazi dile değin her şeyden önce kardan bahsetmek gerekir. Filme karakterini veren asıl nektar kar imgesidir. Bu figür herkesin yalnız olduğu soğuk bir atmosfer yaratmak üzere leitmotif olarak sık sık yinelenir. Sahneler arası geçişlerde ritim sağlar ve anlatıya şiirsel bir tat katar. Işık ve kar öğeleri büyülü gerçekçiliktekine benzer bir görev üstlenerek yükseltilmiş bir gerçeklik algısına hizmet ederler.
Diğer bir figür, “hayatımı değiştiren şarkılar” adlı televizyon programıdır. İşlevi, hayalkırıklığı ve tatminsizlikle dolu yalnızlıklarından bir çıkış yolu arayan karakterlerin umutlarını imlemektir. Bu televizyon programı aracılığıyla somut bir ifade kazanmış olan umut, karakterden karaktere farklılık gösterir. Hayatındaki tek kadın genç kız kardeşi olan ihtiyar Thierry için umut, içinde dans eden çıplak bir kadının görüntüsü bulunan bir videokasettir. Abisinin cinsel dürtülerini hor gören, öte yandan kendisi de internetten bir erkek arkadaş arayan Gaëlle için umut, romantik aşktır. Film boyunca yeni bir apartman peşinde emlakçısıyla birlikte dolanıp duran ve bu süreçte erkek arkadaşından ayrılma noktasına gelen Nicole için umut, mükemmel apartmandır. Görevinden uzaklaştırılmış eski bir subay olan ve hem askerlikteki hem erkek arkadaşlıktaki başarısızlığı yüzünden acı çeken Daniel için, yeni bir meslek ve yeni bir partnerdir. Babası tarafından küçümsenen Lionel için, ölmeden önce babasının onayını alabilmek ve yatalak olan yaşlı babası için, delice arzuladığı cinsel ilişkidir. Bu aynı zamanda zayıf kalbinden dolayı ölümü anlamına da gelecektir. Lakin bahsi geçen umutların hiçbiri filmin sonunda gerçekleşmeyecektir. Öykünün umut öğesine karşı tutumuyla anlatıya eklenmiş olan baharatın anlamı Hrıstiyanlık bağlamında aranmalıdır. Film belirgin bir şekilde şunu söyler: Bu dünyaya mutlu olmaya gelmedik. Umut, ya da arzu diyelim, öykünün devam etmesini sağlayan en temel yakıt olduğu hâlde, öykünün sonunda ya tümüyle tatminsiz bırakılır ya da sadece çarpık bir biçimde trajik sonuçlar doğurduğu takdirde gerçekleşmesine müsaade edilir.
“Ne oldu bize?” figürü (qu’est-ce qui nous arrive?). Tüm karakterler filmin şu ya da bu noktasında bu ifadeyi dile getirirler. Nicole ve Daniel’in geçimsizliği had safhaya ulaştığında, Nicole bu cümleyi kurar ve sahnenin sonunda ayrılırlar. Thierry artık daha fazla dizginleyemediği cinsel dürtüsü sebebiyle Charlotte’u öpünce, Charlotte bu cümleyi kurar ve zaten güç bela elde etmiş oldukları yakınlık kaybolur ve aralarındaki mesafe öncekinden de büyük bir hâle gelir. Gaëlle abisini televizyon karşısında seks kasedi izlerken görünce, ağlamaya başlayarak bu cümleyi kurar ve ikisi bir daha hiç konuşmazlar. Sonuç olarak, bu ifade, ters giden bir şeyleri düzeltme arzusuyla ne zaman dile getirilse, her şey daha kötüye gider.
Ele alacağımız son figür: Işık. Mekânın nitelikleriyle karakterlerin nitelikleri arasında psikolojik bir metonimi kuran Balzac romanlarındakine benzer bir şekilde, fakat bir adım daha öteye götürerek, bu filmin sinematografisinde ışık her mekâna ve o mekânda ikamet eden karaktere psikolojik bir anlam katacak biçimde ortaya çıkar. Gerçi bu hemen her yönetmen tarafından uygulanan bilindik bir tekniktir ancak genelde yalnızca görsel tasarımı destekleyen bir arkaplan öğesi olarak kullanılır, oysa bu filmde ışığın rolü başka birçok öğenin, hatta öykünün kendisinin bile önüne geçerek sembolik bir nitelik kazanır. Öyleki, filmi birkaç kelimeyle özetlemem istense, kar, ışık ve Hrıstiyanlık diyebilirdim. Elbette buradaki Hrıstiyanlık, ahlaki boyutuyla öne çıkan, toplumsal düzene dair göndermelerde bulunan kilise Hrıstiyanlığından ziyade Chateaubriand şiirlerini hatırlatan estetik bir Hrıstiyanlıktır. Işık öğesinin film boyunca mucizevî nitelikler taşıdığını görürüz fakat bu mucize sosyolojik çıkarımlara ilgi duyan ahlaki bir mucize değil, işin yalnızca manevi boyutuyla, duygularla, umutlarla, hayalkırıklıkları ve hüzünle, kısacası insan ruhunun tüm renkleriyle ilgilenen estetik bir mucizedir. Örneğin, öykünün gidişatı dolayısıyla sahnenin ruh hâli değiştiğinde, tüm fizik kurallarını alt üst edecek biçimde ışığın da değiştiğini görürüz. Yine de, kimse huşuya kapılıp işi gücü bırakarak kiliseye koşmaz, kaldı ki filmde ne bir papaz ne de dine ait herhangi başka bir öğe (Charlotte’un sevimli bağnazlığı dışında) yer almaz. Yalnızca ışık.
Karakter Analizi
Karakter analizine geçtiğimizde, ışığın kullanımını da açık bir şekilde göreceğiz. Karakterler ve mekânlar arasındaki bağlantıyı kurcalayarak ilerleyelim.
Bar, Lionel’in çalıştığı mekândır fakat asıl değeri diğer bir karakter için, hayatta başarısız bir adam olan Daniel için ortaya çıkar. Bar, Daniel’in hayata tutunmasını sağlayan, biraz da olsa yüzünün güldüğü tek mekândır. Öyle ki, bir kafeteryada genç bir kızla (Gaëlle) tanıştığında, sohbete orada devam etmek yerine kızı bir an evvel bara götürür, kendini güvende hissettiği yere. Bardaki renk tonu, kırmızı mor canlı ışıkların yarattığı uyarıcı etki, dünyadan kopmuş bir adam olan Daniel’i bir bakıma hayata döndürmektedir.
Emlak ofisi, Thierry ve Charlotte’un çalıştığı mekândır. Gevşek, cansız, soğuk bir ton hâkimdir. Ofisin yerden tavana kadar uzanan camları, dışarıdaki karlı ortamın tüm beyazının iç mekânın rengini de belirlemesine izin verir. Thierry ve Charlotte arasındaki kayıtsız ilişkinin doğasını da açıklar aynı zamanda. Günün birinde, Charlotte Thierry’ye bir şarkı kasedi verir. Thierry önce pek umursamaz fakat evde kasedi oynatıcıya taktığında, ekranda dans eden seksi bir kadın görür ve yüzü görünmeyen bu kadının Charlotte olduğuna karar verir. Yine de, yanılıyor olma ihtimali yüzünden Charlotte ile bu konuyu açıkça konuşmaya çekinir. Gerçi kasedi gördüğü andan itibaren Charlotte’a olan ilgisi misliyle artmıştır ve sürekli eften püften bahanelerle sohbet açma girişiminde bulunur, konuyu ne yapıp edip kasette gördüğü kadına getirmeye çabalasa da bir sonuç elde edemez. Aynı şekilde Charlotte da Thierry’ye büyük bir ilgi duyuyormuş gibi davranmakta ve onunla konuşurken sürekli heyecanlanmaktadır fakat genel olarak çekingen bir kişiliği olduğundan dolayı seyirci Charlotte’un ilgisinden asla emin olamaz. Yanında taşıyıp durduğu İncil’in arkadaşlığını insanların arkadaşlığına tercih eden bir kadındır ve duygularını açıkça ifade etmekten daima kaçınır. İkisinin de birbirine büyük bir ilgi duyduğu açıktır fakat bunun cinsel mi yoksa arkadaşlık derecesinde bir ilgi mi olduğu belirsiz bırakılır ve aralarındaki bariyer varlığını korumaya devam eder.
Nicole’ün dairesi biraz karanlık sayılabilecek bir aydınlatmayla kestane tonlarındadır. Nicole’ün sık sık bunalıma girdiği ve partneriyle kavga ettiği yer burasıdır. Hem sürekli sarhoş ve işsiz olan Daniel’den hem de karanlık dairesinden ayrılmak istemekte fakat ikisi için de bir alternatif bulmakta sıkıntı yaşamaktadır.
Thierry’nin dairesi beyaz, soğuk ve opak bir ışıkla aydınlanır. Filmin bize onun karakteri hakkında verdiği tüm bilgi, emlakçılık yapması ve kasette gördüğü dans eden kadına karşı yoğun bir cinsel istek duymasıyla sınırlıdır. Sanki mesleği ve cinsel isteği dışında bu karakteri tanımlayacak hiçbir veri, duyguları, düşünceleri, özlem ya da kederleri yok gibidir. Kaldı ki, romantik bir karakteri olan kız kardeşi Gaëlle, abisinin derinliksiz yapısını yansıtan bu donuk renkli kişiliksiz dairede yaşamaktan hiç memnun değildir. İlerleyen sahnelerde, onu erotik kaset izlerken gördükten sonra evi tümüyle terk edecektir.
Filmdeki en sıcak renkler Lionel’in dairesinde belirir. Lionel, yoğun duygularla dolu derin ve aynı zamanda bir hayli çelişkili bir karakterdir. Kefaret aradığını itiraf eder ama herhangi bir dini bağlama karşı daima mesafelidir; yatalak babasından nefret eder, çünkü küçükken onu terk etmiştir, yine de sosyal hayatını zedelemek uğruna onun bakımını üstlenir. Ayrıca babası da Lionel’i hiç sevmez çünkü onun arzu ettiği türde bir oğul değildir. Lionel babasının onayından mahrum kalmış bir oğul olarak acı çekmektedir. Bir bakıma hem babasının hem tanrının onayını arzular fakat ikisine de ulaşamaz.
Gaëlle’in internette tanıştığı erkeklerle buluşmaya gittiği kafeteryada da sıcak tonlar hâkimdir. Buluşmaya gidip beklediği ama asla gelmeyen erkekler… Onu orada daima tek başına hayalkırıklığıyla otururken görürüz. Etrafındaki güçlü uğultuya rağmen kafeteryadaki tüm insanlar dar açı planla kadraj dışı bırakılır. Kalabalığın içinde olduğunu hisseder fakat daima yalnızken görürüz. Yalnızlığı sadece tek bir defaya mahsus, Daniel’in gelişiyle bozulur fakat Daniel kafeteryada kendini huzursuz hisseder ve Gaëlle’i peşinden bara sürükler. Gaëlle muhtemel partnerini kaybetmemek için kendi karakterini yansıtan, düş ve umutlarını barındıran ve bulunmaktan zevk aldığı tek mekânı terk etmek zorunda kalır. Bunun yerine, Daniel’in kendini tedirgin hissetmeyeceği mekân olan bara giderler.
Boş apartmanlar! Thierry, emlakçı, Nicole’e çeşitli daireler gösterir. Bu boş apartmanlar yeni bir hayatın başlangıcına işaret eder fakat gezdikleri dairelerin hepsi de ya deforme olmuş ya da fazlasıyla küçüktür. Bu arayışın aynı zamanda Nicole’ün yeni bir partner arayışını da ima ettiğini hatırlayalım. Nicole, en sonunda, bezginlik içinde aramaktan vazgeçer. Bu noktada, bir emlakçı olan Thierry’nin pozisyonundan da bahsetmek gerekir. Mesleği gereği Thierry, yaşamak için ideal mekânı arayan bir aracı işlevi görmektedir. Soğuk ve mesafeli modern mekânlarda boğulmuş, tıpkı büyülü masallardaki gibi kapana kısılmış, kar, duvar, paravan, ekran gibi öğelerle birbirlerinden yalıtılmış, kendi yaşama alanlarında mutsuz olmuş kayıp çocukların arayıp durdukları ideal mekân.
Neticede kimsenin umutları gerçekleşmez. Thierry’nin izleyip durduğu seks kaseti son seferinde boş çıkar, görüntünün neden silindiği belirsiz bırakılır, aşkı arayan Gaëlle’i yeni bir hayalkırıklığı beklemektedir, Daniel yeni kız arkadaşı Gaëlle ile olan ilişkisinde zamanlamanın kurbanı olur, buluşmayı kaçırır ve ikisi birbirlerinin iletişim bilgilerini almayı akıl etmedikleri için bir daha asla buluşamazlar, Lionel’in babası oğluna onayını veremeden ölür, gayet dindar olan Charlotte etrafta kimse yokken Lionel’in yatalak babasının ısrarlarına dayanamayıp sergilediği erotik dans sebebiyle adamın kalp krizi geçirip ölmesine sebep olur, Nicole yeni bir apartman bulamaz.
Kısacası film, soğuk ve melankolik bir tonda ve dini bir bağlam üzerinden mutluluk arayışında başarısız olan insanları anlatır. Yukarıda, ışığın filmi tamamlayan öğe olarak kullanıldığından bahsetmiştik. Son sahnede, sırasıyla tüm karakterler film boyunca tanımlandıkları kendi mekânlarında yalnız başlarına gösterilir. Rembrandt tablolarındaki gibi yoğun bir karanlığın ortasında gökten inen ışık huzmesiyle aydınlanmaktadırlar. Kefaret tamamlanmış mıdır yoksa bu da hayalkırıklığıyla sonuçlanacak yeni bir ilüzyon mudur?
İlkay Atay
ilkayatay87@gmail.com