İnsan yaşamı boyunca bir kez seviyorsa, bu onun kalbinin bu kadarcık sevgi kaldırabildiğini gösterir. Bu yaklaşım, denizin çekildiği, yosunlu bir sahile benzer. Bugün sadakat olarak süslediğimiz his, düzene girmiş bir hayatı riske atamayacak kadar rahatlığa düşkün bir ırk olmamızdandır. Başkalarının alacağından korkmasak, düşünmeden yok edeceğimiz birçok şey var.
Elbette, beni sevecek hatta özeneceksiniz bana, ‘gerçek iyiler’… Ben sizin tüm gizli kötülüğünüzü yaşatmıyor muyum?
Oscar Wilde ve Dorian Gray güzellik ile tanımlanmıştır. Dorian’a hayran olan ressam Hallward, onun güzelliğinden çok yoğun olarak etkilenir ve sanatında bir devrim yaşatacağına inanır. Dorian, Lord Henry ile zevk ve güzelliğin dünyada en önemli şeyler olduğu üzerine konuştukça, Dorian güzelliğinin bir gün biteceğinin farkına varmış olur. Kendi güzelliğinin kaybolması yerine Basil’in çizdiği portrenin yaşlanmasını ne kadar istediğini anlatır, dileği yerine gelir. Dorian’ın portresi işlediği her günahın izlerini taşımaya başlar, günahlarının hepsi portresinde bir kusur olarak var olur. Dorian güzel bir hayat yaşamaz ancak asla yaşlanmaz. Doriangray, Faust efsanesini hatırlatır. Faust bilmek adına ruhunu feda etmiştir, Dorian haz ve güzellik adına ruhunu satar şeytana. Dorian karakteri şu sözlerle tanımlar kendini:
“Keyif ise her şeyi tattım. Mutluluk ise asla.”
Hayatın içerisinde yaşarken seçtiğimiz taraflar olmak zorunda. İyi ve kötünün verdiği savaş bin yıllardır devam ediyor. Bizler bu savaşı sisler ardından izliyoruz. Taraflarımızı belli etmek dışında, modern dünyanın kötüleri olmanın gösterişli bir duruşu var. Kötü karakter olmanın, dışında, kötülüğün bize sunuluş şekli çok önemlidir. Bir yemeğin güzel pişmiş olması yetmez. Yemeğin sizi özel hissettirmesi için sunuş şekli önemlidir. Tabakları getirenlerin, onları kollarına dizişi ve zarifliği bir fark yaratır. Hannibal karakterini düşünelim, filmini izlerseniz, müthiş bir duruşa sahip olan, gerçek bir narsist görürsünüz. Kendinden emin duruşu, karakter ile bağ kurmamıza sebep olur. Gerçek bir kötüdür o, katildir ve hapishanede hayatına devam etmektedir. Yine film süresince, içinizden bir yön, devam etmesi gerektiğine inanır. Filmin yapısı, oyuncu seçimindeki titizlik bunu servis eder izleyenlere. Kötülüğünü sorgulayamaz hale getirir, katil karakterimizin duruşu, güç her zaman karşı koyulamaz boyutlara ulaşabilir. Kötülük ihtişamlı bir tabakta servis ediliyorsa, ondan keyif bile almaya başlarız. Sunuş en önemlisidir. Yediğiniz etin ham maddesini dahi unutabilirsiniz. Katil karakterin hayatına öyle alışmışsınızdır ki, o öldürme işlemlerini sürdürürken, siz tabağınızdaki eti yersiniz, yanında havuç ve patates eşliğinde. Akşam haberleri sırası gibidir bu, ölüm ve acı dolu haberlerden sonra, acil olarak bir magazin şovu yapılır. Böylece izleyen hangi habere hangi tepkiyi göstereceğini bilemez. Gerçek zihin yönlendirme budur. Şeytan ile ruh pazarlığının kuralları görselliğin çekiciliğinin keşfinden hemen sonra kullanılmaya başlamıştır.
İnsanlar kendi hayatlarında bulamadıkları adaleti, kötülerin getirdiği adalet anlayışını izleyerek tatmin olmuş olurlar. Katarsisin araçsallıktan öte, hedef olması durumu budur. Kötü olan karakteri yaratıp, herkesi ona hayran bırakacağınızı söylediğinizde, henüz alkışlamazlar. Bir şeyi vaat etmek yeterli değildir. Salt kötüyü, kusursuz bir ilham kaynağı olarak geri getirmelisiniz.
İtiraf: Ted Bundy Hayranlığı
Kötülüğün özündeki saflığı size bir süper yıldız olarak sunmak, kameranın açısını değiştirmek kadar kolaydır.
Ted Bundy, derece ile liseyi bitiren bir seri katil. Birçok kadına tecavüz edip öldürmüştür. Duruşması sırasında kadın hayranlarının onu nefes almadan izledikleri yönünde röportajlar var. Seri katil tabiri ilk olarak Ted Bundy ile yaygınlaşıyor. Böylece bir sosyopata marka değer yükleniyor.
Ted Bundy şöyle tanımlıyor:
“Yaşayan bedenindeki soluğu hissediyorsun. Onların gözlerine bakıyorsun. Yaşam ya da ölümlerine karar veriyorsun. Bu pozisyondaki varlık tanrıdır.”
Birçok seri katil arasında ‘Dünyanın en zeki, şeytan ruhlu katili’ olarak bilinen Ted Bundy’nin eğitimli, yakışıklı ve kibar genç bir adam olması, sosyopat bir insan olmasının çok önünde duruyor. Hayranlarının oluşmaya başlaması bu durumun en önemli kanıtıdır. Dışarıda karşılaşmak, hayatına son verebilir bu kadınların, ancak duruşma salonunda onu izlemek, onlara gerçek bir kötüye, yasalara uygun şekilde hayranlık beslemelerini sağlıyor.
İyilik ve kötülük kol kola yürümek zorunda olan ortalama iki dost olabilir. Sağlam bir duruşa sahip olan, karşı çıkılamayan görkemi olan hep kötü olan dosttur. Bu tesadüf olabilir mi? Kötülüğün çekiciliği nereden geliyor?
American History X bir suç filmi, şiddet ve antisosyal kişilik bozukluğuna sahip karakterlere sahip. Edward Norton filmdeki siyahi adamın çenesini kaldırıma koyuyor ve sonrası… Bu sahneye kadar henüz karakteri yüceltmeyiz. Film ilerledikçe hapishanede üzerini çıkardığı ve dövmesi ile rengini gösterdiği sahnede, herkes bu güçten haz almaya başlar. Filmdeki karakterlerin kötülüğünü de kabul eder. Gerçek kötülüğü ya da kötüleri ideal gösterip, normalleştirip, hayran bırakmak, zarafet dolu bir göz için çok basittir.
Adonia’dan bahsederken çoğunlukla Sappho’nun yazdığı ünlü aşk şiirinden alıntı yapılır:
“Çünkü sana bir an baktığımda, artık konuşmam imkânsızlaşıyor; dilim tutuldu, tenimin altına ince bir ateş sızdı, gözlerim hiçbir şey görmüyor, kulaklarım uğulduyor, her yanımı ter basıyor, bütün vücudumu bir titreme alıyor, çimenden daha yeşil bir hal alıyorum; ölmeme ramak kalmış gibi geliyor bana.”
İşte bu sözler aşktan öte hayatın adalet sistemi karşısında, insanın hissettiği genel ruh hali gibi geliyor.
Hayatın günlük kurgusunda, çalışmaktan gözleri kızarıp yanmaya başlayan, akşam olunca değişiklik uğruna, içeriğinin çok da önemli olmadığı kahve sohbetleri yapmak üzere dost buluşmaları yapan kişileriz. İş saatleri ortasında nahoş bir hal almaya başlayan nefes alış verişlerine katlanabilmek için, bu sıradan kahve molalarının hayalini kurmak çok acınası olabilir. Etrafta bir sürü gömülmemiş ceset gibi gezen insanlar olmasına rağmen, bizler sokakta gördüğümüz bir hayvan ölüsünün melankolisi ile tüm günümüzün fişini çekerek güne başlıyoruz. Böyle bir akışın içerisinde size sunulan gerçeğin ötesinde güçlü bir yapay dünya var. Etkilenmemiz ve büyülenmemiz çok doğal bir süreç. Sizin yerinize adaleti getiren, sözde kötüleri yok eden ve oturduğunuz yerde size sunabilen savaşçılar var. Pratik ve de fazlasıyla lüks hissettiren savaşçılar bunlar. Tüm bu görsel şölenler eşliğinde bizlere sunulan yapay adalet sisteminin kötü bir yanı da var elbette. Bu kadar kötü karakteri izledikten ve benimsedikten sonra yeterince doyurulmuş olan ruhlarımız gerçek hayata döndüğünde ‘gerçek hayatın kötülerine’ daha da tahammül edilebilir hale geliyor. Dünya kendi adaletini yine kendi çıkarlarına çevirmiş oluyor.
Merve Balcıoğlu