Donald Barthelme’den bir yapısöküm metni
Deneysel yazının devi Doland Barthelme, feminist unsurlar taşıyan Pamuk Prenses adlı postmodern romanıyla ilk kez Türkçede…
İlk kadın fotoğrafçı Julia Margaret Cameron, yaşadığı Viktorya çağının yüksek ahlâk anlayışına ve kutsal yasaklarına, çevresine ihanet edercesine karşı gelmiştir. Çektiği tüm kadın portrelerinde, savrulan, ana hatları ortaya çıkaran, ağırlığı olan, okşayan, girdap gibi dönen, çağlayan ya da dökülüvermiş su gibi hapsedilmiş ve salıverilmiş saç, modelin aurasını çevreleyen bir imgeye dönüşmüştür. Metaforik ve sembolik anlatımlar, fetişleşmiş nesne ve aksesuarlar, çağrıştırdıkları ya da temsil ettikleri imgeleri yerle bir ederler ki Donald Barthelme’nin, bir masalın yeniden yazımı olan Pamuk Prenses romanında da saç, Cameron’un fotoğraflarındaki gibi kadınlığın yapılanışını ve yapısökümünü kurcalayan imgelerden biri olarak öne çıkarılıp metin boyunca da sorunsallaştırılır. Pencereden sarkan uzun saçlar onu özgürlüğüne kavuşturacak bir halatı sembolize ederken aynı zamanda, saçından benine, göbeğinden memesine dek beden bölütleri, kadını hapseden eril kültürün fetiş nesnesi olarak da yargılanır. Saçlara verilen sayfalarca tepkinin sonunda yedi cüceler, Pamuk Prenses’in kahrolası bir yosmadan başka bir şey olmadığı kararına varırken, prens için de sadece bir endişe kaynağı olur saç…
Masalların yeniden yazımları, bozuşturulmuş versiyonları bir yenilik değil; Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler de groteskten komediye pornografiden mizaha dek pek çok türün içinden yeniden yazıldı, yorumlandı. Barthelme’nin eserini farklılaştıran ve cazip kılan ise imgeler, biçem ve söz oyunları aracılığıyla tüm bir tarihsel perspektifi, ideolojileri, varlık-yokluk felsefesini, Hıristiyan teolojisini, pop kültürünü, tüketim çılgınlığını, Amerikan orta sınıf ahlâkını ve Nazi soykırımını bir masalın içinden eleştirmesi ve eril kültürün fantezi nesnesi olan bu masala karşı feminist duruşu hiç şüphesiz… Daha ilk sayfadan Pamuk Prenses’in kurgulanışındaki dikey hiyerarşiyi gözümüzün içine sokuyor Barthelme. Prensesin benlerini dikey sıralı bir dizi nokta olarak gösteriyor bize. Benleri, kar beyazı teni ve abanoz gibi saçları, onu tanımlamakta ilk olarak yeterli. Zaten o, kendisini kurtaracak ve tümleyecek erkeği beklerken, yedi erkeğe bakmak, evlerini temizlemek, doyurmakla yükümlü bir makine beden, bir eril yaratım değil midir? Zerzan’ın ifadesiyle okura her defasında, birer yapay yaratım olduklarını hatırlatan türden hikâyeler yazan Barthelme, kadının böylesine bir bekleme hayvanına, bir ev katırına dönüştürülüşüne dayanamaz ama… Karşımıza İş ve İşçi Bulma Kurumu’ndan gelecek bir işle eski burjuva hayatına dönmeyi sinikçe arzulayan, iktidarı elinden alınmış bir prens ile erkek egemenliğine, ruh-beden, doğa-kültür ikiliğine diş bileyen bir prenses çıkarır. Açık saçık şiirler yazan, Beaver Üniversitesi’nde (ki yazar burada hem kunduz, hem de argoda kadın cinsel organı anlamında kullanılan beaver sözcüğüyle oynar. Benzeri tüm söz oyunlarından, çevirmenin metne olan desteği sayesinde haberdar olduğumuzu da belirtmeliyim; zira Barthelme’nin gösterge silsilesi roman boyunca devam eder.) “Modern Kadın: Ayrıcalıkları ve Sorumlulukları” konusunda eğitim alan Pamuk Prenses, kadının tabiatı, yetiştirilmesi, insanlığın gelişiminde ve tarih boyunca ev idaresi, çocuk bakımı ve eğitimi, huzuru koruma, şifa sağlama, sadakat gibi hususlardaki rolü ve bütün bu rollerin bugünün dünyasını yeniden insani kılma çabasına katkısını öğrenir bir bir… Bununla da kalmaz, gitar ve resim dersi alır, İngiliz romantik şairlerini, çağdaş İtalyan romanını okur. Bunca eğitime rağmen, yedi cüceler ile yaşamaktan daha iyisini hayal edebilecek yeteneği yoktur ama. Bir erkekle bütünlenmeden, asla tam olamayacaktır sanki:
“Neyi bekliyor? ‘Bir gün prensim gelecek’. Pamuk Prenses bu sözleriyle kendi varlığını tamamlanmamış olarak yaşadığını söylemek istiyor, kendisini ‘tamamlayacak’ kişi gelinceye kadar. Yani kendi varlığını ‘birlikte-değil’ olarak yaşıyor. Ama ‘birlikte-değil’ daha güçlü, daha hakiki bir yaşama durumu, zamanın şu belirli anında, ‘birlikte-olunan’ hali ile kıyaslandığında.”
Pamuk Prenses’ten çağdaş kadına
Zamanının bir entelektüeli, bir feministi aslında Pamuk Prenses… Evet, gitmek ile kalmak arasında bir arafta çaresiz, karışık, kararsız… Ama kitabın arka kapağında yazıldığı gibi de
“ezber hayallerini bir an olsun sorgulamayan, meçhul kurtarıcısını beklemekte ısrarlı” değil. Çünkü Barthelme’nin zamanın prensesleri kadar, çağdaş kadının da tam olamama sorununu, eşik halini sorunsallaştırdığını düşünüyorum. Kadının konumu kadar, 60’ların Amerikan orta sınıf ahlâk anlayışı da Barthelme’nin yıkıcılığının yöneldiği ana tema… Cam silicilik ve bebek maması işi yaparak geçinen yedi cücelere zira babaları gençken “hakkında hiçbir şey bilinmeyen adamlar” olmalarını, hep sessiz kalmalarını nasihat etmiştir. Sessiz yığının bir parçası olan bu yedi adamın düzenlerini ise nasıl bir anlam yükleyeceklerini bilemedikleri bir imge kadın bozar. Ne yapacağını bilen basit burjuvalar iken kadının gelişiyle bir karışıklık ve mutsuzluk boyutu eklenir hayatlarına. Çünkü ad konulamayan kadın, belirsizlik ve tekinsizliktir. Onlarsa hayal gücünden yoksun, yaratıcılık karşısında korkudan tir tir titreyen yedi adamdır; fantezideki hakikatin, yaşamaya mecbur edildikleri ve kabullendikleri hayatın sahteliğine, kofluğuna, gereksizliğine, sıradanlığına karşı bir meydan okuma, hatta tehdit oluşturduğunu bilen bu yüzden de ejderhalardan korkan Amerikalılardan sadece yedisi…
Ad konulamayan yeni Amerikan edebiyatı
Topluma dair birleştirici bir büyük anlatıya artık inanç duyulmayan bir arka plana yaslanan 1960’lar ve 70’lerin “yeni” Amerikan edebiyatının yeniliğinin ayırt edici özelliklerinden biri kendine bir ad konmasına karşı oluşudur, çünkü tam da kendi yeniliği, onu edebi tefsirin eski düzenlerinden bir tür sır gibi saklar. Yeni edebiyat yenidir, çünkü tek kelimeyle sunulamaz. Topluma dair birleştirici bir büyük anlatıya artık inanç duyulmayan bir arka plana yaslandığını, City of Words’te, toplumsal gerçekliğin, kurgusal bir inşa ve toplum mühendisi insanın doğal gerçeklik üzerine inşa ettiği tersinden çevrilmiş bir üstyapı olduğu düşüncesinin, Amerikalı romancılar tarafından bir fikri sabit olacak denli benimsendiğini belirten Tony Tanner’a göre “Kâh plastik gibi sert ve reçinelenmiş hissi veren, kâh günümüzün manzarası üzerinde neşeli kurdeleler gibi ikinci el araba pazarlarındaki ilan bayrakları gibi uçuşan garip bir nesir” tarzıyla yazılmıştır Pamuk Prenses… Klasik edebiyatı reddetmeyip aksine suistimal ederek, tür edebiyatı geleneğini sorunsallaştıran, kurmacayı dağıtarak soyan, dilin sözcük ve sentaks düzeyini zorlayarak yapısalcı dilin ölümünü muştulayan, anlatının orta yerinde okurunu test eden Barthelme’nin -ne tarzda yazılmış olursa olsun-, hayal etmede inancın ve anlamın kaybını mesele ettiği The Dead Father, Paradise, City Life, The King, Come Back Dr. Caligari gibi diğer eserlerinin de çevrilmesini dört gözle bekliyoruz, onun “başıbozuk” okurları olarak…
Hande Öğüt
handeogut@gmail.com
Yazarın diğer yazılarını okumak için tıklayınız.
PAMUK PRENSES:
YETİŞKİNLER İÇİN POSTMODERN BİR ROMAN
Donald Barthelme, Çev: Hakan Toker,
Siren Yayınları, 2024, 140 sayfa, 13 TL