Theo Angelopoulos’tan İnciler

“Mitolojiyi kendine miras edinmiş bir kültürün içinde yaşıyorum. Tarihe insanı bir boyut katıyorum, çünkü tarihi insan yapar, mitoslar yapmaz.”

“Tarihi insanlar yapmaz. İnsan tarihin bir aracıdır, tarih tarafından koşullandırılmıştır.”

“Bir film yapmak o kadar zor ki. İnsanın eline kâğıdı kalemi alıp yazmaya başlayası geliyor. Fakat ben bir adamıyım. Benim için dönen kameranın sesi kadar tahrik edici bir şey olamaz.”

“Bugün dünyanın televizyon aracılığıyla bize sunduğu sinema ve dil ‘Hanedan’ dizisinin dilidir. Oysa biz akıntıya kürek çeken yapıyoruz.”

“Benim sinemam epiktir; öyküdeki kişiyi tarihsel bir bağlama yerleştirir. Karakterleri hayattakinden daha büyük olan Bertolt Brecht’te olduğu gibi, tarihin ya da fikirlerin taşıyıcısı olan benim karakterlerim de analiz edilmezler. Bergman’ınkiler gibi işkence çekmezler. Çok daha insancıldırlar. Kayıp şeyleri ararlar, arzu ile gerçek arasındaki kopuşta kaybolmuş şeylerin peşindedirler.”

“Dört oda dolusu ödülüm var. Cannes’da ödül aldığımda da söyledim: En güzel ödül seyircinin alkışlamasıdır.”

“Ben tüm tarihin içinde tek bir kişinin tarihi ne önem taşır, bunu araştırdım.”

“Filmlerimde uzun, yavaş bir evrim olageldi. Ben de Ken Loach ile aynı konumdan yola çıktım –sol konumdan. Ama ben hem pratikte, hem teoride işlerin benim gençlik hayallerime ihanet eden bir yönde gittiğini gördüm. Siyasete inanırdım. Şimdi kendimi inançsız biri sayıyorum.”

“Türkiye’de beni en çok etkileyen şey, yolda gençlerin beni durdurup ‘seni seviyoruz’ demeleriydi. Böyle bir şey Yunanistan’da hiç olmadı dedim kendi kendime.”

“En sevdiğin yönetmenler: Orson Welles ve Carl Dreyer.”

“Hep demode filmler yaptığımı biliyorum. Ama bu filmler insanın kökenine dönen bir jesti, duyguyu yakalamaya çalıyorlar. Örneğin, 14 yaşındaki bir çocuğun aşkın ebedi olduğunu düşünmesi. Kendimi özgür hissederek gönlümün istediği filmleri yaptım.”

“Bugün hiç kimsenin ilerleme için önereceği bir şey kalmadı. Ortada dolaşan söylemler ekonomi ve teknolojiden ibaret.”

“Çalışmalarım üç döneme bölünmüştür, bir dönem batı Avrupa’daki genel ideolojik kargaşayla örtüşen tarihi, siyasi filmler dönemi; tarih ve siyasetin artık tuvalde yer almadığı ve karakterler üzerinde daha fazla odaklandığım filmler ve daha varoluşçu, insan kaderini daha bir odağa yerleştirmiş, dış ve iç sınırlar, kayıp bir merkez arayışı gibi temaların uzun, büyük ve acılı bir ağıtın parçaları gibi ortaya çıkıp durduğu üçüncü bir dönem.”

“Ben Jean-Luc Godard’ın Marksist sınıfsal tanımlamasını doğru bulmuyorum. Bir yazsonu, Yunanistan’da bir dağ tepesinde, izole bir köydeydim. İnsanlar koyun sürüsüyle ovaya iniyorlardı. Sadece bir kahve açıktı. Ben adamlarımla oraya gidince kahveci bir grup şehirlinin belirmesine çok şaşırdı. Yardımcım, ‘Büyük İskender’den beri pek değişmemiş bir köy.’ dedi. Biraz sonra kahveci ‘Sakın bana Angelopoulos olduğunuzu söylemeyin! Filmlerinizi şehirde gördüm.’ dedi. Çok şaşırdım. Beni başkasıyla karıştırdığını düşündüm. O yüzden, ‘Ben sadece film yapan Angelopoulos’um’ dedim. Yaşlı biri vardı, artık varolmayan bir dönemden kalma giysiler içindeydi. Kahveci bu adama dönüp, ‘İşte bu adam, izlediğimiz filmi yapan adam.’ dedi. Şaşkınlığım iyice artmıştı. ‘Peki, filmi nasıl buldunuz?’ diye sordum. ‘Çok iyi anlamadım. Ama anlattığınız bizden bir şeydi.’ diye cevap verdi. Adamın tavrı Godard’ın sınıf tanımlamasının dışına taşan bir şey. Hep çok ilginç şeylerle karşılaşıyorum.”

“Ben sınır kavramını coğrafi anlamdaki bölen, ayıran çizgiden farklı bir boyutta görüyorum. Ben insani anlamdaki sınırlardan bahsediyorum. Yaşam ve ölüm arasındaki sınır, insanlar arasındaki sınır, özel ilişkilerdeki sınır, farklı etnik kökenler arasındaki sınır… Bunlar iletişimi engelleyen sınırlar.”

“Bence göçün dışsal olduğu kadar içsel bir tarafı da var. Eskiden bir ülkenin sosyal, ekonomik ve politik yapısından dolayı göçler meydana gelirdi. Fakat şimdi içsel nedenlere dayanıyor. Gitmek bir ihtiyaç halini aldı.”

“Değişik bir sinema dili bulmak istedim. Böylece seyirci kendini kolayca tanıyamayacağı bir anlatım şeklinin karşısında buldu. Aktif katılacağı bir tarzdı bu. İlk dönemim tarih, politik tavır ve dil sorunlarını çözümlemekle geçti.”

“Costa-Gavras gibi direkt politik film yapabilirdim. Ama ben farklı bir yol seçtim. Godard’ın dedi gibi filmleri politik bir biçimde yapmak bana daha uygun geldi.”

“İlk filmim Yeniden Yapılanma bir gerçeklikten yola çıktı. Bir eseri bir gerçekliğe sahip olmak zorundadır. Gerçeklikten yola çıkarak şiirsel bir dünyaya ulaşmanız gerekir. Belki ben duygunun belgecisiyim. Ama kesinlikle sıradan gerçekliğin değil. Ben gerçekliği düşsel gerçekliğe dönüştürmeye çalıştım.”

“Öyle bir dönem vardı ki ulusal sinema yapmak çok gözdeydi. Böylece çeşitli halkları tanımak mümkün olurdu. Şimdi sadece festivalde karşımıza çıkıyorlar. Sinemalarda hep Amerikan filmleri gösteriliyor. Geçen yıllarda birkaç Yunan filmi kendilerine yer buldular. Bir de moda olduğu için Asya’dan gelen birkaç film oluyor.”

“Leyleğin Geciken Adımı’nı çekerken aralıksız kendi kendime sordum. Çalışmanın dışında ne arıyorum ben? Sorumu yanıtladım: Ben dünyamızın yaralarına parmak basıyorum. Yokoluşlarla ve varoluşlarla iletişim kurmak… Bir filmi gerçekleştirirken onun içindeki soruları da kendime yeniden soruyorum. Sadece öğrenmek için sorulan sorular değil bunlar. Kesintisiz diyalogu sağlamak istiyorum. Bana kalırsa, dünyamız belirgin bir hüzün taşıyor.”

“Benim sinemam şiir ve sevgi yoluyla kendi kurtuluşumu amaçlıyor. İdeolojik anlamda da Nikos Kazancakis gibi düşünüyorum; hiçbir şeye inanmıyorum, hiçbir şey ümit etmiyorum, öyleyse özgürüm.”

Kaynaklar:

Göstermenin Sorumluluğu, Artun Yeres

Sinema Dünyası

…Ve Sinema

sanatlog.com

PAYLAŞ

1 Yorum

  1. Çok çok teşekkürler, yararlı oldu benim için.
    Ustayı filmlerini yeniden izleyerek sevgiyle anıyorum.

Yorum bırakın