Aynadaki Yalnız İntihar – , , ,
Salıncağın zincirleriyle kendini astı.Bunu birkaç arkadaşını kandırarak yapmıştı. Bir çocuğa göre dört dakika nefes tutmak büyük bir şeydi, bu yalanı kanıtlamasını isteyecek, kendi yaşıtı, oyuncak arabasını uçak yapıp oynamayacak kadar gerçekçi ya da buna biz hayal tembeli desek daha doğru olur, evet bu hayal tembellerini çok kolay kandırmıştı. O gün hava ayakkabıları kuma batıyordu, gecenin yağmuru toprağı çoktan koklatmıştı, her anneanne söyler ki, “Koklama,ölü kokusudur.” kendisi ölecek olduğundan buna takılmıyordu, hem kum toprak değildi, kum kokusunu sadece çocuklar koklardı, geceleri de ölü çocukların parkta sallandıklarına da inanırdı yoksa her gece neden salıncaklar sallansın ki! İlk önce güzelce sallanacak sonra arkadaşları boynuna dolayacak ve boynundaki zincirlerle göklere doğru daha yükselecekti, salıncağın zincirleriyle kendini astı.
Bunu yapabilmesi için ilk önce annesiyle vedalaşması gerektiği aklına geldi ve salıncak sırası beklediği parkta ilk defa ölmesi gerektiğini düşlemişti.Bunu “Kendimi öldürsem mi?” diye dillendirdi.Tek bir salıncak vardı,bu belediyenin mi yoksa başka büyükler mi suçudur bilinmez fakat orada iki değil tek salıncak vardı.Onun hayatına yabancı bir çocuk vardı ve güzelce sallanıyordu ve ona bir şeyler anlatıyordu.Rüzgardan elleri üşümüyordu,annesi tembihlemişti eldivensiz parkta oynamaması gerektiğini.Kendi ellerini kendi ısıtacak kadar büyük olduğunu düşündü.Büyümenin en büyük özelliği üşümemekti.Bunu bir çizgi filmde görmüştü ve çok çabuk üşümesin diye Tanrı’ya dua ettiği gecelerde olmuştu fakat biz tekrar parkta kurduğu o cümlenin tonlamasına dönelim.Hava düşlediği gibi değildi,yağmurlu hava ve ölü kokusu yoktu civarda.Ana okulunda öğle uykusuna yatan çocukların kalkma saatlerine yakın bir zamanda o sıra bekliyordu.”Kendimi öldürebilir miyim?” diye mırıldandı ve salıncak bir anda yavaşladı.Çocuk salıncaktan indi ve uzaklaştı.Boş salıncağa baktı ve arkasını döndü.Salıncağın yağlanmamış metal sesini gözleri kapalı durana kadar dinledi.Hep bu sesin onu korkuttuğunu düşündü.Geceleri bu ses tüm şehrin parklarını tek tek dolaşıyordu.Kaldırımda oturdu,karıncaları izledi.Karıncalar çok kalabalıklardı ve hep birlikte dolaşıyorlardı,çocuklar onları ayırmak için ağaçlardan kopardıkları yaprakların uçları yuvalara atıyorlardı,bazıları tükürüyor ve bazıları.Karıncalar kalabalıktı,park bomboş,salıncaklar hep birilerine aitti ve bunun için ölmeliydi.Birilerini beklemek istemiyordu.Birilerini beklemek için salıncak çok acımasız bir cezaydı,üstelik annen ve baban bu cezanın yaptırımı değilse.Bu parka artık gelmemeliydi.Ona yer yoktu,bunu anlayacak kadar büyüktü.İkinci bir salıncak olmama ihtimali bir parkta nasıl olabilirdi ve yabancı çocuk onunla ne kadar çabuk tanışabiliyordu.Biriyle tanışmanın bu kadar kolay olması gerektiğini annesi ona hiç neden anlatmamıştı.Birilerine kendi hayatındaki oyuncaklarını,babasının mesleğini ve günde yediği iki çikolatanın dişlerini çürütmemesi için kendi deyimiyle “Pahalı çocuk diş macunu” alacak bir babaya pardon,paraya sahip olma sebebinin onun hayatında sadece susmak ve onun kraliyet koltuğundan inmesini beklemek olacağını ve oturacağı yere ayaklarıyla basarak,gökyüzüne daha yakın olacağım,pilot olacağım diye bağırmasındaki kararlılığı onun mutlu oluşundan mı yoksa salıncakta sıra beklediği defalarca söylemesine rağmen hala sallanıyor oluşuna mı bağlaması gerektiğini bilemiyordu.O pilot olacaktı,kendisi ise gözlüklüydü.Bilirsiniz gözlüklüler dördüncü türdür.Bunu kendisi yaklaşık on dört sene sonra söyleyecekti.Erkekler,kadınlar,uzun boylular ve gözlüklüler…İki yaşından beri gözlük takıyor oluşuna hiç kırılmıyordu.Belki de hayatındaki en önemli sorunu görmezden geliyordu,kendisi sekiz buçuk miyoptu.”Ben nasıl pilot olurum?” diye sormadığını mı sanıyorsunuz,işte hayatta böyle boş bulunduğu ve hep karşısında zeki insanlar olmasa da onun sorusuna yanıt verecek kadar kafalarının nasıl çalıştıklarını çözemeyeceği insanlar oldu.Cevap birkaç kere sallanıp,yüksek sesle güldükten sonra geldi: “Sen pilot olamazsın,dört gözsün.” Bu cümleye alışıktı,babası bile bazen dalga geçerdi.Dört göz olmanın her yeri daha iyi gördüğünü iddia ederek kendine yalan söylemeye o zamanlardan başlamıştı.Hem sıra bekliyordu hem de irmediği meslek olan pilot olamayacak olması,onu başlamadan biten bir hayale sürükledi ve o yüzden gökyüzüne sadece erkek olacağı zaman yıldızlarla konuşmak için ve adam olduğu zaman da Tanrı’yla tanışmak için bakacaktı.O günden sonra pilotları ve uçakları sevmeyecekti,yirmi bir yaşında ise uçaklardan nefret edecekti,hayatında ilk defa uçağa binecek ve hayatında ilk defa aldatılacaktı…Geçerli sebepleri vardı,hep geçerli sebeplerinin olduğuna inandı.
Kadın çığlığı onu korkuturdu. Karıncaları konuştururken bir anda kadın çığlığı duydu. Kulaklarını kapattı, karıncalar kendi aralarında salıncak kavgaları yapıyorlardı,büyük karıncalar,küçük karıncaları ısırıyordu,eziyor ve çiğniyorlardı fakat kadın çığlığı daha yükseliyordu.
Kadın çığlığı, kadın çığlığı, orgazm yaşanırken, tokat atarken, ağlarken, sevinirken, kadın çığlığı, kadın, kızlıktan kadınlığa sürgün yerken, trafik kazasında sol ayağını kaybettiğini öğrenirken ve kadın çığlığı, kadın çığlığı, sinir krizi geçirirken, kaynar suda temizlendiğini zannederken, kadın çığlığı, kollarına keserken, boşalırken, boşanırken,boşluğa düşerken kadın çığlığı, kadın, kadını doğururken, kadın? Çığlığı!
yazabilenyaratik@hotmail.com
Gotik Makyajlı Peygamber
Prolog
Tanrı aşkı yarattı, peygamber ise nasıl aşık olabileceğini gösterdi.
(İnançlılar İçin Atasözleri sf: 42)
Uzaktan nasıl baktığını size anlatamam, yüzündeki nefret mi yoksa kaybettiği metanın yani “ben’in” bir başkasına ait olma düşüncesi mi bilmem, bu tahrik onu nasıl etkiliyordu, irrite olmak onun birkaç sigara ardı arkasına yakmasına sebep oluyordu. Kıskandığı ya da şu anda onunla yattığımı düşündüğü - ki gecede iki kere boşalmasını istiyorum- insan ise ona göre daha duygusal. Bir kadına nasıl dokunacağını bilmesi beni etkiledi, içimdeki lezbiyen kadınları doyuruyordu en azından. Onunla olmak ise basgitarına tapan bir erkeğin dokunuşları gibiydi, parmakları nasırlı ve hiçbir zaman da krem kullanamayacak kadar maço ve bu ileride beni dövme eylemine gireceğinin en iyi anekdotuydu, ben bunu göremeyecek kadar bakireydim.
Yeni aldığım dizüstünün kafamda kırılmasından dört gün sonra bileklerimi kestim. İnsan böyledir işte, kafasında kırarlar ama o hala kırılmış başının ağrısı geçmeden başka bir ağrı buluverir kendine, biz buna ilgi çekme diyoruz fakat sırtını dönmüş bir erkek kadar inatçısı da yoktur, eğer bir başkasına ait olma düşüncesini onun aklına sokmamışsan. Bileklerimi kestim, telefon da açtım, pek de gelen olmadı, Silvia Plath gibi insanların ruhlarına kurabiyeler yerleştirdim ama kimse uyanmadı. Ben sonrasında ambulansı arama gafletinde bulundum ve ailemi arayarak beni hastaneye yatırmalarına kadar süren bir izlekte kendimi buldum.
Bir de baktım, bipolar temalı bir hayatta kendimi buldum. Bileklerimin acısı geçti, çabuk da geçiyor ama insan bir kere kesmeli bileğini, intihara makyajla gitme eylemi de tamamen Teoman’dan dolayı, evet, güzel bir şekilde ölümü karşılamak değil amaç, eğer, bu aciz durumdan etkilenecek bir erkeğin gözünü boyamaktan başka bir şey değil kadınların boyanması yalnız kalmalarında. Kozmetik erkekler içindir, sevgili hemcinslerim.
Yeni yapılan hastanenin yolu, bulmacalardaki sarmal kareler gibiydi, dön dön aynı ses, bir zaman sonra onunla konuşuveriyor insan, sağlık görevlileri ise seni deli zannediyor fakat saatlerdir bir hastaya ölecekmiş ya da herhangi bir krizde, iğnelerini kuşanacak olmaları herhangi bir sorun teşkil etmez iken benim açımdan, onların bu tutumu beni iki renk arasındaki ses ile konuşmama sebep oluyordu, bu arada yeni aldım tunikle kestim bileklerimi, bu yüzden daha sevimliydim ama pek de umursanmadım. Annemin çöpte bulduğu prezervatifleri ve yatağımın altında bulunan bir şişesi kapaklarını bulması bile tunik kapatmıştı, bir insana sevimli görünmek istiyorsanız, tunik ikinci göz boyamalardan biri, bu bir genç kız iseniz işe yarar yoksa inanın hoş siyah bir elbise bile sizi yargılanmaktan kurtaramaz. Yüzümdeki sivilceleri de patlattım ve izleri kaldı ama ben bir şekilde hastane yolunda siyah kareden sonra “Radyum’un simgesini” bilemeyen bir kadındım. İşte kadın olma duygusunun ilk can yaktığı anlardan biri, nasıl da beynime zerk edilmiş bir durum eğer cinsel münasebette bulunmuşsan ve kızlık zarının ruhuna el Fatiha demişsen, artık kadınsındır, bu genlerden, genelevlerden, genel düşünceden kaynaklı bir şekilde kodlanmış ve ben evrim teorimdeki bu duruma tepki gösteremeyen bir dönme dolabın içinde hastaneye götürülüyorum.
Sabah ezanı okunduğundan kızken korkardım, artık namaz kılacak kadar Tanrı’ya inanmıyor oluşumu hastaneye vardıktan sonra fark ettim, bu arada ikindi okunuyordu ve herkes beyaz giymişti, o anda onları seyre dalarken sakinleştiriciyi vücudunda sakinleştirerek, bir anda doktorun öksürmesiyle “Allah” kelimesini söyleyiverdim, uzun zamandır konuşmadığımı duymaya başladım doktorlardan, ne kadar uzun zaman konuşmaz ki insan, ne kadar genel kanı, herkes konuşur yoksa nasıl sinir sistemiyle uyum içerisinde var olabilir ki insan, ah materyalizm demek istiyor insan ama o kelimeyi bile hatırlamayacak hale geleceğimden dolayı fazla sorgulamaya gidemiyorum. Hem “Allah” demek de kodlanmış bir şey, kelimelerin evrimi ile dünyamızı var ediyoruz, bir bardak suya “Tanrı” ismini koyan bir kunduz tanıyorum. Bazıları için polendir belki de, herkesin tapınması ve oksijen solunumu değişiyor, stratosfer miydi önce yoksa Cern’deki Tanrı parçacığı mı tetiklemişti beni, paralel evrenlerdeki, Dr. Evren bey yazıyor tabelada ve kapı açılır açılmaz tüm koyu pembe kelebekler dışarı doğru uçuyor, demek ki burada sadece insanlar tedavi görmüyorlar, bunu anlamış olmam beni biraz daha rahatlattı nedeni ise asosyal olmayı insan kendine yakıştırmadan, direk söylemeli, aynaya bile bakamadan bunu söyleyebilen biri asosyaldir, diğerleri ise sıkıntıdan kendilerine bir psikolojik rahatsızlığı kimlik edinmeye teşebbüs eden kimseler olarak lanse olmaya meyilli olanlardır. Çok köşeli ve şu beyaz sedye belimi ağrıtıyor, sarmaldan bir anda normal bulmacaya geçti her şey. Müzik değişti, kapı azıcık aralandı,35 tane hasta saydım, benimle birlikte 37 oldular, sakın aptal bir matematik özürlüsü olduğumu sanmayın, bu anlatacaklarımın arasında buna takılıp kalan birileri olacağını düşünmek, doktorların saçlarının çabuk dökülüyor olmasından daha da tiksindirici çünkü. Makyajımı da silmedim, annem nefret eder, özellikle saçlarımı maviye boyayacağımı söylediğimde, tırnaklarımı sinirden çekebilirdi, ayaklarımda pek güzel değil, yüzüm ise enfestir akşamüstleri, güneşi sevmem, tam bir koala sempatikliği içinde, bir köşe daha döndük ve karşımıza bir kapı çıktı, insanın yüzüne kapatılan kapılar ardından, birkaç adamın kollarında bu odaya girmek egomu okşadı ve bir anda uyuyakaldı. Bilinçaltımın ortaya çıkmasına son dört saniye.
Yazan: Yazabilen Yaratık