Bu yazıda bir yalnızlık senfonisinden söz etmek istiyorum. Ama amacım yalnızlığı değil, toz bulutlarının birliğini anlatmak.
Yazarların kendi çalışmalarından söz etmelerinin pek hoş karşılanmadığını biliyorum. Yine de, uzunca bir ön hazırlık döneminden sonra son metnini yazmaya başladığım sıralarda Yalnızlık Senfonisi’ne bir ayrıcalık tanımayı düşünmüştüm.
Cumhuriyetin onuncu yılında doğan Keriman Hanım’ın yaşadığı dönemden yaşam ve yalnızlık öyküleri anlatmayı amaçladığım Yalnızlık Senfonisi’ni yazarken, Taksim Gezi Parkı’nda ve her yerde yaşananlar kaçınılmaz biçimde aklıma ve öyküye girmişti. Yayıncılığın, dünyanın ve teknolojinin gelişmesine bağlı hızlı değişim sürecinde iletişim, yazma ve okuma biçimleri de yeni yollar buluyor. O dönemde güncellikle bağlantısı nedeniyle Toz Bulutları’nı paylaşmayı düşünmüş, ama yerini bulamadığım için sonuçlandırmamıştım.
Yaşananları dünyayla dolaysız bağ kurma ayrıcalığına sahip olanlar görüp biliyor. Ancak bir başkasının çevirisiyle algılayabilenlerse kendilerine verilenlerle yetinmek zorunda kalıyorlar.
Taksim Gezi Parkı’nda başlayarak tüm Türkiye’de yaşanan gelişmelerden (1, 2, 3, 4) sonra inanılmaz bir kutuplaşma gözlendi. Sanki görünmez eller, aşılmaz duvarlar örerek kendi kalelerini korumaya çalışıyorlardı.
Gelişen teknolojiler insanların daha kolay ve hızlı iletişim kurmasını, düşüncelerini iletebilmelerini, birleşebilmelerini ve gerektiğinde tepkilerini gösterebilmelerini sağlamıştı.
Normalde olması gereken, yöneticilerin bunu bir fırsat olarak görmesi, bilgiden ve farklı düşüncelerden yararlanarak geniş kesimlerin isteklerine en uygun çözümleri bulmaları değil midir?
Böyle olmadı. Gücü elinde tutanlar uzlaşmayı değil kendi çıkarlarını korumayı, ne pahasına olursa olsun yerlerini sağlamlaştırmayı seçtiler. Tepkiler ne kadar büyük olursa olsun, seçimleri kazanmış olmanın her istediklerini yapmalarına izin verdiğini, temel hak ve özgürlükleri yok sayabileceklerini söylediler. Karşı çıkanlara “Aldığın oy kadar konuş” dediler. Seçimlerin eşit ve sağlıklı koşullarda yapılmasının, seçmenlerin yaşanan gerçekleri bilmesinin ve değerlendirebilmesinin, kararlarını bilinçli verebilmesinin önünü açmak öncelikleri olmadı.
Bu koşullarda, başkalarını yok sayarak kendi isteklerini düşünüp çıkarlarını gözeten, sistemin sınırlı denetim mekanizmalarını bile olabildiğince etkisizleştirmeye çalışan anlayışa karşı bir oluşum ortaya çıktı. Yalnızca seçim güvenliğini sağlamayı, oyların özgürlüğünü ve sandıkları korumayı değil, ötesini, yönetici güçlerde pek sık rastlanmayan dürüst ve ilkeli yaklaşımları yaygınlaştırmayı amaçladı.
….
“Mart 2024’teki yerel seçim öncesi ‘Oyuna sahip çık’ diyerek yola çıktılar… Sandık başında gözetmenlik yapacak, bilgisayar sistemine girilen oy verilerini kontrol edecek yaklaşık 30 bin gönüllü topladılar. Bağımsız, sivil inisiyatif ‘Oy ve Ötesi’nin 7 Haziran’daki genel seçimde hedefi 45 ilde, 12 bin okulda kurulacak 106 bin sandığın başında olmak. Bu da yaklaşık 120 bin gönüllü demek… Ancak seçime bir aydan az bir zaman kala, gönüllü sayısı 13 bin civarında.” (5)
Aylin Yazan yaptığı haberde Oy ve Ötesi’nin sekiz kurucusu arasında yer alan Sercan Çelebi’nin sözlerini aktarıyor:
“HDP’nin baraja çok yakın olması, AKP’nin anayasaya değişikliğine ulaşacak güce erişip erişmemesi gibi çok temel şeyler bu seçim sonuçlarıyla ve sandık başında belli olabilir. Günün sonunda sandık başında etkilenebilecek oy miktarı yüzde 5’ler 10’lar filan değil. Bunu biz gördük; sandık başında seçim kazanılmıyor. Hastayı iyileştiriyor ama ölüyü diriltmiyor. Öyle bir dünya var.”
Oy ve Ötesi’nin gönüllülerinin tek bir grup altında toplanmasının güç olduğunu, derneğin “Kim olursan ol gel” dediğini, ancak iktidarı destekleyen gönüllülerin AKP’den gözetmen olmayı tercih ettiklerini belirtiyor.
Aylin Yazan, 7 Haziran seçimlerinde ilk kez gönüllü müşahitlik yapacak olan Özgün Levent’in sözlerini de aktarıyor:
“Önceki seçimlerde sandıklarda yapılan yolsuzlukları evden elimiz kolumuz bağlı izliyorduk. Bu çaresizlik haline geldi. Eşim ve ben, oy verdikten sonra değişen seçim sonuçları, trafolara giren kediler gibi sosyal medyadan takip ettiğimiz durumları, yani neler döndüğünü kendi gözümüzle görmek, hem de müdahale edebilmek istedik. Çocuklarım da ileride ‘Sen ne yaptın’ dediğinde verebilecek bir cevabım olsun.”
İşin sandık başında bitmediği, sandıktan çıkan sonuçların aktarıldığı SEÇSİS’teki (Bilgisayar Destekli Merkezi Seçmen Kütüğü Sistemi) verilerin kontrolünün de yapıldığı söyleniyor. Sandıklardan çıkan oylar sayıldıktan sonra tutanaklar ilçe seçim kuruluna gidiyor ve SEÇSİS sistemine giriliyor. Ancak sayıların girilmesi ile sonuçların açıklanması arasındaki süreç görülemiyor. Oy ve Ötesi, bu süreci geliştirdiği T3 adında özel bir yazılımla denetliyormuş. Her tutanaktaki sayılar, birbirinden habersiz üç kişi tarafından sisteme işleniyor, daha sonra bu sonuçlar SEÇSİS’tekilerle karşılaştırılıyormuş.
Oy ve Ötesi, 24 Nisan 2024’te dernekleşerek çalışmalarını tüzel bir kişilik altında sürdürmeye başlamış. (6) Oy ve Ötesi’nin 7 Haziran 2024 seçimlerinde görev aldığı iller ve partilerin net oy değişimi haritası görülebiliyor. (7) Basın bülteninde seçmen oylarının üçte birine doğrudan temas ederek hatadan caydıran bir gönüllü ağı kurulmuş olduğu, 7 Haziran’da bölge sorumluları, ilçe sorumluları, bina sorumluları, avukatlar ve sandık sorumlularından oluşan Oy ve Ötesi gönüllülerinin Türkiye’nin birçok noktasında kanunsuz işlemleri ve hataları tutanaklarla kayıt altına alarak usulsüzlüklere karşı caydırıcı bir rol oynadıkları, resmi sonuçlar karşılaştırmasında genel toplama etkisi olacak bir sapma tespit edilmediği belirtiliyor. (8)
….
“Seçimler yaklaşırken seçim hilelerinden ve seçimde muhtemel yolsuzluklardan bahsedilmeye başlandı. Varlıkları ve kuruluşları şaibeli parti ve siyasetçilerden namuslu icraatlar beklemiyoruz tabii. Burjuva sınıfı, eğitim kurumundan adalet kurumuna kadar her dokuyu kirleterek varlığını sürdürüp, ayakta kalabiliyor. Adam kayırma, torpilcilik, menfaatçilik, normal kabullerimiz arasına girmedi mi?” diye soran Hüseyin Kaplan, “Demirel’in hukuku hiçe sayan tutumları, Özal ahlâkı, Çiller zekâsı, AKP’ye sağlam bir zemin hazırlayarak bugünlere gelmemizi sağladı.” demiş.
Yazısını Chamfort’un Soğuk Kül’ünden bir alıntıyla bitirmiş:
“Dünya dediğimiz toplum, bir sürü karşıt küçük çıkarların çatışmasından başka bir şey değil; kendine güvenen, savaşan, biri öteki tarafından sırayla aşağılanmış, yaralanmış ve ertesi gün bir bozgunun tiksintisinde, uykusuzluğun zaferinde cezasını çekmiş bütün gururların sonsuz bir kavgasından başka bir şey değil. Ertesinde hemen ezilmiş olma pahasına bir an dikkatleri üzerimize çektiğimiz bu yerde yalnız yaşamak, bu sefil kavgada hiç yaralanmış olmamak, hiç yaşamamak, varoluşu olmamak demektir. Zavallı insanlık!” (9)
….
Miting alanlarının uzaktan çekilmiş fotoğraflarında küçücük noktalara dönüşerek toz bulutlarının birer üyesi olan insanların her biri birey olabiliyor mu?
Gidecekleri alanı nasıl seçiyorlar, hangi kaygılarla karar veriyor, hangi nedenlerle oraya gidiyorlar, kime karşı olacaklarına, kimi destekleyeceklerine nasıl karar veriyorlar? Yaşadıkları yakın ve uzak bölgeleri, oynanan oyunların baş ve yardımcı oyuncularını, figüranlarını yeterince tanıyorlar mı? Yalnızca kendi doğrularına inandıkları, yakın bulduklarını destekledikleri için bile başlarına büyük kötülükler getirilebileceğini biliyorlar mı?
Yapılan resmi açıklamalarda söylenenler ne olursa olsun, sessiz bir direnişle yaşamlarını korumaya çalışan bireylerin haklılığı tüm belgeleriyle tarihe geçti, geçiyor. Can güvenliğini sağlamakla yükümlü olan yöneticilerin sorumsuz davranışlarının yarattığı tehlikeleri, toplumun değişik kesimlerine yayılmış bireyler kendi sağduyularıyla önlemeye çalışıyorlar. (10)
Seçim öncesinde ancak önemli bedeller ödenerek atlatılan tehlikeler henüz geride kalmış gibi görünmüyor. Yaşamı ve geleceği savunmayı sürdürmek gerekiyor.
Toz bulutlarının en önemli özelliği, bütünün içinde eşit ve dengeli oldukları halde özgünlüklerini koruyabilmeleri, her birinin özgürce gelişebilmesi midir? Doğanın güçlü ve ayrılmaz bir parçası olarak insan olmanın en güzel yollarını bulabilmesi midir?
….
Toz bulutlarının birliği. Bir Neruda şiiriyle anlatılabilir mi, yaşanabilir mi?
“Halkım ben, parmakla sayılmayan”
Largo. Ölü toprağı serpilmişti ülkenin ve kentin üzerine. Çok ağır, hüzünlü bir başlangıç yapıyordu kemanlar. Yalnız kadınlar güven duyacakları, inanacakları, sevecekleri birilerinin yanlarına gelmesini istiyorlardı. Uzun süre kimse görünmüyordu. Üstelik kalın üflemeli ve vurmalı çalgılar arada sert çıkışlarla korku salıyorlardı. Birden viyolalar güven veren duyarlı sesleriyle hüzne umut ekliyorlardı. Bölüm sıcak bir bekleyişle bitiyordu. Hülya bulutlardan ve sulardan kaçan insanları görüyor, annesini göremiyordu.
“Ve halk, toprağa gömülü
Tohuma durur bir yerde.”
Moderato. Yavaşça kıpırdadı ölüler. Henüz yaşıyoruz diye fısıldadılar. Yalnızlar viyolalarla aralarına katılan ince ışıkların peşinden gidiyor, ritm hafifçe hızlanıyordu. Kemanlar bu yeni dostlarla konuşuyor, bulutları nasıl dağıtacaklarını soruyorlardı. Obua yalnızlığın hüznünü tüm orkestraya anlatıyordu. Viyolonseller gözlerindeki ince yaşları silip duyarlı tonlarıyla yürüyüşe katılıyorlardı. Kontrbaslar onların peşine takılıyor, vurmalılar hızı ayarlamak için tempoyu her katılımdan sonra daha güçlü bir sesle veriyorlardı. Hülya “Nasıl böyle öfkeyle saldırabiliyor bu insanlar?” diye düşünüyordu.
“Buğday nasıl filizini sürer de
Çıkarsa toprağın üstüne.”
Vivace. Artık sokaklarda yürüyorlardı. “Bizi unutmayın, buradayız, aranızdayız” diyorlardı. Orkestra yola çıkmıştı artık. İlk kez şef olmadan çalıyorlardı. Coşkuya katılan şef piyanonun başına geçmiş, tüm çalgılarla tek tek konuşan ezgileriyle, gözleriyle, yüzündeki anlamla, başının hareketleriyle, arada ağzından dökülen duyulmaz sözlerle duygularını paylaşıyordu. Hülya Keriman Hanım’ı yine göremiyor, bu kargaşanın içerisinden kurtulabileceğinden umudunu kesmeye başlıyordu.
“Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde.”
Allegro. Canlılıkları yeni umutlar getirmişti. Sokaklarda coşkuyla kaçıyor, yaşamı boğmaya çalışanlara inat özgürlük dansları yapıyorlardı. “Sesimizi kısamazsınız, yaşamak için buradayız, notalara can vermek için buradayız” diyen orkestra büyük finali hazırlıyordu. Hep birlikte çaldıkları güçlü ezgilerde yeni ve daha güzel senfonilerin saklı olduğunu hissediyorlardı.
….
Toz bulutlarına çağrı. Bulutlara saldıran devin kısacık öyküsüyle yapılabilir mi?
Ne zaman canavar olmaya başladığını bilmiyordu. Herkes gibi sıradan bir boyla başlamıştı yaşamaya. İçinde mi büyük bir açlık vardı, yaşamın labirentli yollarından geçerken karşısına çıkanlar mı ona inanılmaz bir yeme dürtüsü kazandırmıştı? Müthiş bir hızla büyümüştü, büyüyordu. Sonunda kimsenin yanına yaklaşamadığı, herkese korku salıp ürküten gövdesiyle yapayalnız kaldı. Karşısında titrensin, söyledikleri hemen yapılsın, ne isterse anında ona sunulsun istiyordu. Başı göklere yakınlaştıkça, sesini çıkaranı daha çabuk ezmeye başladı.
Bir gün, yüzünün hemen yanında, küçük bir bulut gördü. Küçücüktü, rüzgârda usulca uçuyor, değişik biçimlere giriyordu. Öfkelendi. Nasıl yaklaşabilirdi bu küstah bulut onun erişilmez gücünün bu kadar yakınına. Kocaman yumruğunu bulutun üstüne indirdi. Bulut rüzgâr olup dağıldı. Bulutlara saldıran dev, sevinç ve gururla geri döndüğünde bir başka bulutla karşılaştı. Kızdı. Tam ondan kurtulmuşken yine nereden gelmişti bu iğrenç beyazlık? Çılgınca bir düşmanlıkla saldırmaya başladı. Gücü tükenecekken bulutun yine usulca dağıldığını görüp rahatladı. Dinlenmek için çekileceği sırada başka beyazlıklarla karşılaştı. Köpürdü. Bulutlar çevresinde dönerken erişilmez düşmanlarıyla savaşarak yumruklarını ve tekmelerini savuruyordu. Kulağına buhar damlacıklarının her birinden gelen farklı sesler çalındı. Ne kalan yüreği, ne aklı onların zengin ezgilerinin güzelliğini duyup anlayamıyordu. İyice çileden çıktı. Yorgunluktan yere çökene dek umutsuz dövüşünü sürdürdü.
Mehmet Arat
mehmetarat@ymail.com
Yazarın diğer yazılarını okumak için tıklayınız.
Notlar:
- Mehmet Arat, Bir Taksim Polisiyesi,
http://sanatlog.com/sanat/bir-taksim-polisiyesi
- Mehmet Arat, Kadinlar Nerde,
http://www.sanatlog.com/sanat/kadinlar-nerde
- Mehmet Arat, Türkiye CNN’de,
http://blog.radikal.com.tr/kultur-ve-sanat/turkiye-cnnde-24247
- Mehmet Arat, Gezi yılının son günü,
http://blog.milliyet.com.tr/gezi-yilinin-son-gunu/Blog/?BlogNo=442827
- Aylin Yazan, Oy ve Ötesi: Bu kez sandık başı daha da kritik,
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/05/150512_oy_ve_otesi
- Oy ve Ötesi,
http://oyveotesi.org/hakkinda/biz-kimiz
- Partilerin net oy değişimi haritası,
http://oyveotesi.org/wp-content/uploads/2015/06/il-bazinda-T3-resmi-sonuc-fark-analizi.pdf
- Oy ve Ötesi Basın Bülteni,
http://oyveotesi.org/wp-content/uploads/2015/06/OYveOTESI_SEC%C4%B0M2015_DEGERLEND%C4%B0RMELER_10062015.pdf, 10.06.2015
- HDP mitingindeki patlama dünya basınında,
http://www.radikal.com.tr/dunya/hdp_mitingindeki_patlama_dunya_basininda-1374035, 06.06.2015
- Hüseyin Kaplan, İflah Olmaz Riyakârlığımız,
http://www.sanatlog.com/manset/iflah-olmaz-riyakarligimiz
Üniversitedeki hocam bana: insanların seni dikkate almasını istiyorsan soyutsal yazılardan, şiirlerden vazgeçmelisin derdi. Bence haklı da! Şu yukarıdakı yazının % 80 soyutsal ve nerdeyse konuyla ilgisi olmayan başkalarının düşünceleri. Konuyla ilgili olan kısım ise tam bir facia…
Hastayı iyileştirmek insani ama ölüyü diriltmek insan ötesi bir durumdur. Hangi mantık bunu bir sorun olarak çözülmesi gerektiği beklentisi taşır. Ben söyleyeyim: Aylin YAZAN.
Sandık başkanı olarak görev aldığımda 3 gün öncesinden tüm sandıkları kurar, oy verme işlemi için hazır hale getirirdik. Oy işlemi sırasında 1 memur ve her partiden 1 kişi olarak hazır bulunurdu. Sayımlarda, torbaların güvenli bir şekilde teslim edilmesine kadar olan süreç her isteyenin gözünün önünde yapılırdı. Özgün LEVENT adındaki kişinin bütün tespitleri yanlı davrandığı için gerçek dışı ben ve benim gibi saatlerce emek sarf ederek adil olmaya ve güvenli bir şekilde işlemi sonlandırmayı hedef edinen insanları da spekülasyonlarla itham ettiği için de ahlaksızca bulduğumu belirtmek isterim.