Entre Les Murs / Sınıf (2008, Laurent Cantet), her şeyiyle bir ritüeli andıran tanışma sahnesiyle başlar. Bu tanışma özellikle okulda yeni göreve başlamış öğretmenler ile daha önce okulda görev yapan öğretmenler arasındaki karşılıksız diyaloglardan oluşur ve bu sohbet biraz da soğukluk yaratır. Birbirleriyle yıllardır çalışan öğretmenlerin davranışları ve resmi konuşmalarından bunu anlıyoruz. Bu yüzden sanki bir ayinsel tanışma faslı izliyormuş hissine kapılırız. Öğretmenlerimizin çoğu daha önce banliyöde görev yapmışlardır. (Ülkemizde zorunlu doğu görevine benzer sanırım). (Ayrıca Fransız banliyölerini anlatan 95 yapımı La Haine/ Protesto filmini izlemek bu film için bir ön hazırlık olabilir. Nasıl olsa ‘sınıf’tayız. ) Öğretmenlerin şimdiki görev yerlerine baktığımızda da ortam ve öğrenci açısından pek farklı olmadığını, farklı kültür ve ülkelerden gelen çocukların benzer kozmopolit yapının taşları olduğunu görebiliriz. Özellikle benzer tanışma ritüelini sınıf içerisinde de görmemiz ve bir öğrencinin kendisini tanıtırken ismini yazdığı kâğıdın altına Cezayir bayrağı çizmesi oldukça ilginçtir. Bu bize izleyeceğimiz filmin arka fonunu da yansıtmaktadır. Bir nevi kara koyun muamelesi yapılan, ötekileştirilen toplumların durumlarını da yansıtır. Film bu konuda bize bazı kopyalar vermekten de geri kalmaz. Başrolde bir Fransız öğretmeni olduğu için derslerimizde Fransızcadır. Haliyle yapılan vurgu biraz da Fransız milliyetçiliğine üzerinedir. Derste anlamı bilinmeyen kelimeler tahtaya yazılır, bir öğrenci kalkıp bilmediği kelime olarak ‘Arjantinli’ kelimesini söyledikten sonra öğretmenin şu sorusuyla karşılaşır. ‘Arjantin’de yaşayan insanlara ne denir?’. Cevabı oldukça basittir hatta soruya aynı öğrenci cevap verir. Arjantinli. Peki ya bilinmeyen kelime Fransalı- Fransız- olsaydı ne olurdu? Bilinmeyen kelimeyi değiştirdiğimizde ve açılımladığımızda karşımıza bilinmeyen bir kelimeden çok daha büyük bir sorun çıkar.
Filmin derdi aslında kelimelerden çok daha büyük, dersler öyle bir hale gelmeye başlar ki, ders olmaktan çıkar bir manifestoya, aforizmalara dönüşmeye başlar. Eleştirilen eğitim sisteminin tamamen dışına çıkar; özgür akılların, düşüncelerin filmi haline gelmeye başlar. Anlamı bilinmeyen kelimelere baktığımız da saçma sapan kelimelerin tahtaya yazıldığını görmekteyiz. Pekâlâ, öğrenciler bu basit kelimeleri bilmeyebilir ama bildikleri başka şeyler, daha önemli şeyler vardır. Öğretmenin cümle kurarken sürekli özne durumunda kullandığı ‘Bill’’ ismine karşı çıkar bir öğrenci. Sürekli bu ‘ soluk benizli’ ismi kullanmasını eleştirir. Neden Rachid, Ahmet ya da Aisatta isimlerini kullanmadığını biraz da kızgınlıkla dile getirir. Öğretmenin cevabı basittir. ‘Eğer hepinizin kökenleriyle ilgili isimleri yazarsam zamanımız yetmez.’’ Tabi ki sonunda öğrencilerin dediği olur ve Aisatta ismi yazılır. Burada dikkat edilen nokta öğrencilerin bir şey öğrenmiş olması ya da istediklerini yaptırabilme güçleri değil, eğitim sistemindeki çarpıklığın düzeltilmeye çalışılmasıdır. Bu da filmimizi ‘anarşist’ bir yapıya taşımaktadır. Eğer sistem düzeltilecekse yıkım olmalıdır kaos olmalıdır, değişim- devrim- olmalıdır. Bir kız öğrencinin öğretmenine dediği gibi ‘Siz de biraz değişin’’.
Öğretmenimiz değişime hazır değildir. Hatta bu değişimi reddetmekte ısrar etmektedir. Kendisi var olan düzeni korumayı amaçlamaktadır. ‘Aydınlanma hareketi’ni çocuklara öğretmek isteyen Tarih öğretmeniyle olan kısa diyaloglarını yazarsak sanırım aydınlatıcı olacaktır.
—Aydınlanma Hareketi” onlara ağır gelecektir.
—Peki ya Voltaire? O da mı ağır gelir?
—Voltaire”i anlamaları zor.
—Candide basit…
—Candide için henüz erken.
—Zadig…?
—Evet, ama yine de ağır gelecektir.
Görüleceği üzere Tarih öğretmeninin bütün çabaları, Fransız öğretmenimizi ikna etmek için yetmez. Hâlbuki öğrencilerin derslerdeki duruş ve konuşmalarından bunun çok ötesinde olduklarını anlıyoruz. Acaba bunu sembolik anlamda Fransız devrimiyle karşılaştırabilir miyiz? Değişime direnen sistem (aynı zamanda yıkılması gereken) öğretmendir ve bu sistemi yıkmaya çalışan (aynı zamanda yıkacak olan) öğrencilerdir. Bu iki kutup arasındaki gerilim her daim var olmuştur ve ihtiyacı olan tek şey herkesin bildiği gibi bir tür ‘kıvılcım’dır. Öğrencilerin de sorunlu bir dönem (ergenlik) içerisinde olmaları da bunu açıklıyor. Aslında var olan kıvılcım pek fazla uzakta değildir. Bir tenefüs arasında başka bir öğretmenin, öğretmenler odasında sinirli bir şekilde öğrencileri aşağılaması, onları hor görmesi ve nerdeyse onları birer hayvan olarak tanımlaması belki de bu konuda diğer öğretmenlerin bir takım fikirlerini değiştirmelerine neden olabilmektedir. Burada da doğrudan bir devrim olmasa da dolaylı olarak oluşan ve Fransızca öğretmenimizin onların daha çok içsel yapılarını incelemeye koyulması ilginçtir.
Derslerde bizde derse gireriz ancak bu dersler genelde gerilim üzerine kuruludur tenefüs olduğu zaman biz de rahatlarız. Filmin amacı da bu zaten. Türk sinemasında yer edinmiş Hababam sınıfı’nı ele alalım bu açıdan. Benzer şekilde derslerde ders işlenmez ister istemez öğretmenler kendilerini farklı bir ortamda farklı bir şekilde bulurlardı. Aslında Sınıf’ta da aynı şeyleri görürüz. Tek farklı yönü mizahi ya da eğlendirmeye dayalı olmasından çok dersin ‘ders’ olmaktan çıkıp bir tür suçlama, düşünüş tarzını eleştirme, öğretmen-öğrenci arasındaki gerilimin artması üzerinedir. Öğrenciler burada öğretmenlerine ‘erkeklerden hoşlanıyor musunuz’ ya da ‘bize karşı çok çirkin kelimeler kullanıyorsunuz’’ şeklinde sorular sormaktan geri durmazlar. Ancak bu karşılıklı gerilim belli bir süreden sonra birbirini tanımaya ve kişiliğe değer verme şeklinde olarak fışkıracaktır. Bunu özellikle utanma üzerine yapılan konuşmalarda görebiliriz. Neden veya neyden utandıkları sorulduğunda öğrencilerin cevaplarının daha çok kendi ırk ve deri renklerinden dolayı ya da kültürel farklılıktan oluşan kaygıları dile getirdiklerini görmekteyiz. ‘Sınıf ‘ Fransa’nın alegorisine dönüşür bu derste.
Aslında film söylemek istediklerini sonradan söylemeye başlıyor, ilk bakışta bakıldığı zaman ilkin devrimci altyapısıyla başlayan film sanki bunu kabullenmiş vaziyette ilerlemeye konusunu daha da özel bir duruma çeviriyor. Bir anlamda bunun handikap olup olmadığını söylemek zor. Çünkü sonrasında bahsedilen birçok şey her ülkede her okulda yaşanan tür olayları kapsıyor. Veli toplantıları, öğrencilerin kendilerini tanımaya başlaması, öğretmenin ‘iyileşmesi’ ve öğrencileri takdir etmesi oldukça klişe bir özellik kazandırıyor. Hababam Sınıfı’ ndaki veli toplantılarını, öğrenci sorularını hatırlayacak olursak konu bütünlüğünü de kavramış oluruz. Bana göre film bu açıdan bakıldığında söylemek istediğinin altından kalkamayacak olduğunu anlayıp yön değiştiriyor ve bu şekilde kendini sıradanlaştırıyor. Uyumsuz öğrenciler, ergenlik sorunları olanlar, arkadaşlar arası dedikodular çekişmeler vs. filmin yönünü daha da özelleştiriyor. Hatta sınıf temsilcilerinin öğretmenlerin toplantısında bulunması ve burada özel olarak konuşulan birçok durumun dışarıya taşınması beraberinde birçok sorunun patlak vermesine neden oluyor. Bu tip diyalogların ve rahatsızlıkların seyirciyi öğretmenin tarafına çektiğini ayrıca belirtelim. Truffaut’un bu konudaki devrimci filmi Les Quatre Cents Coups/ 400 Darbe filmini bir sınır olarak kabul edersek şimdiki Fransız eğitim sistemi ve öğrenci kapışmalarının ne yönde değiştiğini görebiliriz…