Stendhal’de Romantik Estetik

Stendhal’in “Racine ve ” eserinin Paradigma Yayıncılık’tan çıkan çevirisine yazdığım önsözden…

Aşağıdaki satırlarda on dokuzuncu yüzyıl Fransız romancısı H.B. Stendhal’in 1823 tarihli “Racine et Shakespeare I” metninin ilk üç bölümünü ilk defa Türkçe’ye çevrilmiş olarak okuyacaksınız. Çeviriye geçmeden önce metnin tarihi önemi hakkında kısa bir giriş yapmak istiyorum.

Fransız tiyatrosu denilince ilk akla gelen iki dev isim Molière (Komedi) ve Racine (Trajedi), Fransız monarşisinin altın çağı olan XIV. Louis devrinde yaşamışlar ve edebiyatta aklı (raison)[1] yücelten aristokratik estetik anlayışın kanon metinlerini yaratmışlardır. Sonraki dönemlerde tiyatro daima onların gölgesinde kalmış ve klasik estetiğin (üç birlik kuralı[2], bienséance[3], vraisemblance[4]) egemenliğinden kurtulamamıştır. Klasik estetik ile kastettiğimiz, kökleri Yunan tragedyasına dayanan kemikleşmiş anlatı formlarının on yedinci yüzyıl Fransa’sındaki taklididir.

Racine trajedisi, orta çağ Avrupa’sına ait çok daha düzensiz ve kuralsız bir dramatik form olan romanesk türünden sıyrılıp René Descartes’ların, Blaise Pascal’ların yaşadığı bir döneme, Rönesans’ın akla önem veren modern çağına yaraşır bir biçimin en üstün uygulayıcısı olmuş ve aristokratik ağız tadına hitap eden, mısraların ince elenip sık dokunduğu rafine bir dil geliştirmiştir.

Biçimsel özelliklerin yanısıra içeriğe de ivedilikle değinecek olursak, XVII. Yüzyıl Fransız klasizminde trajediler insani duyguları yalnızca yapıya isyan eden karakterlerin kusurları, günahları biçiminde ele alırlar ve duygularına kapılıp giden karakterlerin yıkıma sürüklenme sürecini işlerler. Bu öykülerdeki temel eğilim akla isyan eden duyguların cezalandırılmasıdır. Orta çağ romanesklerinde yiğit şövalyeler, fantastik kahramanlıklar, masalsı aşklar ve çoğunlukla mutlu sonlar anlatılırken, klasizmde ne aşk ne kahramanlık ne de mutlu son söz konusudur. Muzaffer olan daima akıldır. Hâliyle, tutkuların gelişiminden alınan zevkten ziyade, onların kurallı ölçülü mısralarla ifade edilişindeki başarıdan duyulan hayranlık ön plana çıkar. Duygusal değil, akılsal bir haz söz konusudur.

Aynı anda birden fazla şey anlatmaya çalışmayan yalın bir olay örgüsü, karakterlerin kişisel çıkarları, duyguları ve tutkuları tarafından istikrarlı bir şekilde felakete doğru sürüklenir. – Jean Racine

Romanesk anlatıda Providence, yani tanrı inayeti fikri bulunur.[5] Aksiyon, son safhada ani bir şaşırtma yaparak mistik bir biçimde mutlu sona ulaşır. Corneille tiyatrosunda bu tür izlekler yakalamak mümkündür. Öte yandan, Racine tiyatrosunda, akıl dışı temayüller kökten reddedilerek kendi içinde kapalı bir dizge elde edilir. Cehennem Makinası[6] devreye sokulur ve tutkularının esiri olan karakterler kusursuz işleyen ilahi düzenin (Akıl Çağı’nın) aydınlığı altında ezilirler. Bu bakış açısı, eserlerini güneş kralın[7] himayesi altında üreten Racine’in, tragedyaya getirdiği en önemli niteliktir.

Racine tiyatrosunun bu iki temel niteliği, sonraki nesillere ikiyüzlülük olarak görülebilecek enteresan bir karşıtlığı da beraberinde getirmektedir:

Olay örgüsünün acımasız bir şiddet içermesi.

Böylesi gerilim dolu bir içeriğin aşırı süslü alexandrin mısralarla, şiddet içerikli hiçbir kelime kullanılmadan soylu bir şekilde ifade edilmesi.

Aslında Racine, tutkuların ve aşkın en büyük ressamı olarak da değerlendirilebilir fakat onun tutku ve aşk olarak tasavvur ettiği şey; şiddet, düşüncesizlik, kıskançlık ve cinayete kadar varan bir suç dürtüsünden ibarettir. Özetle, akıl tarafından onaylanması mümkün olmayan bir taşkınlık hâlidir. Aşk kavramına bu derece olumsuz bir anlam yüklemiş olması, tutkuların içeriğini işlemek yerine onların sebep ve sonuçlarına eğilmiş olması ve tüm bunları, okuyucuyu/seyirciyi dramatik aksiyona yabancılaştıracak kadar yüksek seviye bir dille yapmış olması, on dokuzuncu yüzyıl romantiklerinin ondan yüz çevirmesinde etkili olmuştur.

Estetik kuramlar bakımından tarihi bir belge niteliği taşıyan “Racine ve Shakespeare” metninin az sonra okuyacağınız tercümesinde Stendhal, Fransız Devrimi ile birlikte yok olmuş bir aristokrasinin ardından hâlâ aristokratik estetiği devam ettirmenin anlamsızlığı üzerinde durur. Fransız geleneğinin yapı taşlarından, soylu ahlakını şart koşan bienséance kuralını ve ölçülü uyaklı mısrayı köhnemiş bir estetik olarak tanımlar. Zaman ve mekan kurallarının, metnin romantik karakteri önündeki en büyük engeller olduklarını dile getirir ve tutkuların gelişiminin yeterince işlenmesine izin vermediklerinden yakınır. Hepsinden önemlisi ise artık Helen geleneğinden kurtulmak gerektiğini, aksi takdirde hiç durmadan kendini tekrar eden soluk taklitçiler olarak kalacaklarını ileri sürer.

Stendhal, Racine’i geçmişte kalmış aristokratik bir akıl ve savoir-faire[8] sözcüsü olarak nitelerken, Shakespeare’i insani duyguları güzel ya da çirkin tüm renkleriyle işleyen Dram formatının ve Romantik akımın ilk gerçek öncüsü ilan eder.

Hem trajediyi hem komediyi ayrı ayrı ele alan Stendhal, yazdığı metin boyunca, ikisinde de asıl zevk üreten öğelerin ne olduğunu araştırır. Trajedide insan ruhunu besleyen temel öğeyi, kusursuz ilüzyon anları diye tabir ettiği yoğun duygusal anlar olarak belirler ve bu lezzetin Racine trajedisinde, klasizmin katı kuralları yüzünden neredeyse hiç bulunmadığını, oysa çok daha serbest ve kıvrak bir kalemi olan Shakespeare’in trajedilerinde yoğun olarak tadına varılabildiğini örnekler vererek kanıtlar.

Komedide ise açıklık ve beklenmedik olmayı gülmenin iki olmazsa olmaz koşulu sayar ve Molière komedilerindeki gülme öğesinin bunları barındırmadığını, neşe temelli bir gülme olmaktan çok intikam duygusu içeren satirik bir gülme olduğunu belirtir. Aristokrasinin yıkılıp Burjuvanın öne çıktığı bu yeni toplum modelinde[9], can acıtma amacı taşıyan satirik güldürüye değil, neşe verici bir komediye ihtiyaç duyulduğunu ortaya koyar.

Stendhal’in “Racine ve Shakespeare” metni günümüz estetik teorilerine belki çok büyük bir katkıda bulunmaz ancak on yedinci yüzyılın klasik estetiğinden, on dokuzuncu yüzyılın romantik estetiğine geçişi kavramak bakımından dikkate değer bir tarihi öneme sahiptir. Kaldı ki, konuya, birçoklarının yaptığı üzere akademik bir bakış açısıyla değil, öykü anlatıcılığı ekseninde yaklaşır. Onun metnini ayrıcalıklı kılan ve sıradan bir estetik teorisinin ötesine geçmesini sağlayan şey, bir öykü anlatıcısı olarak seyirciye/okuyucuya daha fazla zevk verebilmenin yollarını araştırmasıdır. Bir bakıma metnin tamamı, “Edebi zevki arttırmanın yolu nedir?” sorusuna verilmiş bir yanıt olarak görülebilir.

Metinde anlatılanları tarafsız bir yaklaşımla değerlendirebilmek için burada şunu da eklemeyi gerekli buluyorum: Romantikler tarafından düşman ilan edilen Molière ve Racine, kendi dönemlerinde (Fransa’da), kurallara karşı çıkmasalar bile kuralları aşabilmiş olan yegâne sanatkârlardır. Kendi eserleri dışında hiçbir şeyden memnun olmayan ozanlarla, üretilen metinlere haşin eleştiriler yönelten kuralcı akademisyenlerle ve her şeye hor görüyle bakan memnun etmesi zor aristokratlarla çevrelenmiş olmalarına rağmen kuralları, seyirciye mümkün olan en büyük hazzı verecek kadar esnetebilmeyi başarmışlardır.

Racine, Bérénice’e yazdığı önsözde şöyle der: [10] “(tragedyamın) kendilerini sıkmış olmasından mı yakındıklarını sordum. Hepsinin de hiç mi hiç sıkılmadıklarını, hatta birçok bakımdan etkilendiklerini, gene hazla izleyebileceklerini söylediler. Daha ne istiyorlar ki? Dilerim, kendilerini etkileyen, kendilerine haz veren bir oyunun kesinlikle kurallara karşı olabileceğini düşünmeyecek kadar değer verirler kendilerine. Başlıca kural beğenilmek ve etkilemektir; tüm ötekiler bu birincisine ulaşmak için konulmuştur.”

Jean Racine’in, “Başlıca amaç zevk vermek ve duygulandırmaktır.” (La principale règle est de plaire et de toucher.) sözü, aslında bizzat Stendhal’in bu metinde savunduğu fikre denk düşer. De la littérature[11], eserinde Madame de Stael, Akdeniz havzasının akılcı güneyli edebiyatı yerine, kuzeyin hayal gücüne önem veren karanlık ve fırtınalı edebiyatına yönelmek gerektiğini, orta çağın fantastik imgelemine geri dönmek gerektiğini çünkü yaklaşmakta olan romantik dönemin böylesi duygu yoğunluklu bir edebiyata ihtiyaç duyduğunu söyler. Stendhal ise akılcı-duygusal edebiyat çatışmasına hiç değinmeden mevzuya tümüyle haz kavramı ekseninde yaklaşır. Önemli olan tek şey, seyirciye mümkün olan en büyük hazzı verebilmektir ve bunun yolu da mevcut dönemin değer yargılarına hitap edecek şekilde yazmaktır. Racine’i anti-romantik ilan etmesinin sebebi, akılcılığı değil, aristokratik bir topluma zevk vermeyi amaçlayan eserler üretmesinden dolayıdır. Öte yandan, Shakespeare, tıpkı XIX. Yüzyıl Fransa’sı gibi şiddetli iç karışıklıklar yaşayan bir İngiliz toplumuna zevk vermek üzere yazmıştı. Shakespeare, Racine’den daha mı az akılcıydı? Tam aksine, Shakespeare metinleri de en az Racine’inkiler kadar öykü yapısında kusursuzluğu yakalamaya çalışıyordu fakat Shakespeare’in metinleriyle haz vermek zorunda olduğu toplumun yapısı, değer yargıları ve zevkleri ötekinden çok farklıydı. Bundan dolayı, trajik hataların sebep ve sonuçlarından ziyade o hataların işlenmesine sebep olan tutkuların doğasını kaleme alıyordu. Onun asıl üstünlüğü biçimde değil, insan ruhuna dair sahip olduğu güçlü kavrayıştaydı.

İlkay Atay

2 Kasım 2024

ilkayatay87@gmail.com

Yazarın diğer yazılarını okumak için tıklayınız.

STENDHAL’in ÖNSÖZÜ

Hiçbir şey bize 1670’lere doğru Racine ve Molière piyeslerini yorumlamış olan, binlerce ekü değerinde nakışlı kostümler giyen ve kocaman kara peruklar takan markiler[12] kadar uzak değildir.

Bu büyük yazarlar o dönemdeki aristokratların estetik zevklerine hitap etmeye çabalamış, onların himayesinde çalışmışlardı.

Bundan böyle, trajedilerin, biz genç eleştirmenlerin, muhterem 1823 yılının istekli ve azimli gençleri olan bizlerin zevkine hitap etmesi gerektiğini öne sürüyorum. Nesir ile yazılmış bir trajediyi gerekli görüyorum. Günümüzde, hâlâ alexandrin[13] mısra kullanmak budalalıktan başka bir şey değildir.

Charles VI, Charles VII ve soylu François I devrindeki estetik anlayışı, derin ve kalıcı çıkarların gözetildiği ulusal trajediler yazmak için bereketli kaynaklar olabilir ama pistolet[14] sözcüğünün bile trajik mısraya girmesi reddedilirken, Philip de Comines tarafından anlatılan kanlı felaketler ya da Jean de Troyes’un yüz kızartıcı yaşam öyküsü nasıl resmedilebilir?

Günümüzde Fransa’daki dramatik şiir[15], meşhur David’in 1780’lerdeki resim sanatında keşfettiği aksaklıkla aynı konumdadır.[16] Bu cüretkâr dehânın ilk çalışmaları Lagrénée’lerin, Fragonard’ların, Vanloo’ların o geçmişten kalma keyifsiz ve yavan üslubundaydı[17]. Büyük beğeni toplayan üç dört kadar tablo yapmıştı.

En sonunda fark etti ki, onu asıl ölümsüzleştirmiş olan da budur, geleneksel Fransız ekolünün budalaca tarzı, aksiyona[18] susuzluk geliştirmeye başlamış olan enerji dolu bir halkın hırçın ağız tadına temas edemiyordu. Mösyö David resim sanatına, Le Brun ve Mignard’lardan kalma çizgilerden kurtulup Brütüs ve Horace’ı resimlemeye cüret etmeyi öğretmiştir.

O olmasaydı, XIV. Louis devrinin arızalı gidişatını devam ettirecek ve ebediyen soluk taklitçilerden ibaret kalacaktık.

Her şey şiirde de benzer bir devrimin arifesinde olduğumuza işaret etmektedir. Romantik tarzın savunucusu olan biz ötekiler, zafer gününe dek, saldırı ve yaralanmalara maruz kalacağız. Nihayet o büyük gün geldiğindeyse Fransız gençliği uyanacak ve bunca zaman böylesi büyük budalaları böylesi büyük bir ciddiyetle alkışlamış olduğuna şaşıracak.

Yetenekten ziyade çalışkanlık sayesinde yazılmış olan, aşağıdaki iki makale[19], fark edeceğiniz üzere, Paris Monthly Review’ün 9. ve 12. sayılarında yer almıştır.

Yazar, her türlü edebiyat züppeliğinden uzak bir biçimde, belagat ve söz sanatları kullanmadan yalnızca gördüğü hakikati dile getirmiştir.

Ömrü boyunca başka mesleklerle uğraşmış ve edebiyat konuşmak için gerekli hiçbir unvan taşımayan bu yazarın fikirleri, yazarın kendine rağmen arada bir sivri tezahürler kuşanırsa bu, okuyucuya duyduğu saygı sebebiyle anlatmak istediklerini az ve öz bir şekilde dile getirme arzusundan dolayıdır.

Yazar, yalnızca makul oranda bir kuşkudan başka bir şeye başvurmaksızın bu zarif formların dokunulmaz mekanizmasına dair gözlemlerinden bahsetseydi, ki bunlar kamuoyuna bağımlı insanların hayranlık duyduğu her şeye hayran olmama kötülüğünü icra edenlerin hoşlanacağı türden gözlemlerdir, kuşkusuz ki alçak gönüllüğünün menfaatini de gözetmiş olurdu ama yazar çok daha fazlasını söyleyecek olduğundan dolayı, hem de çok kısa bir zaman diliminde, bunları hızlı bir şekilde söylemesi gerekecek, bilhassa çok sayıda edebi ıvır zıvırın arasından sıyrılmak söz konusuyken.

Stendhal.

[1] Bkz. Rasyonalizm.

[2] Öykü yalnızca konunun gerektirdiği olaylara odaklanmalı, tek bir mekanda geçmeli ve yirmi dört saatlik bir zaman dilimiyle sınırlanmalı.

[3] Ahlakı bozacak öğelerden kaçınma gerekliliği.

[4] Gerçeğe uygunluk.

[5] Deus Ex Machina.

[6] La Machine Infernale: Racine trajedisine acımasız karakterini veren anlatı aracı (narrative device). Aklın düzenine aykırı hareket eden karakterleri iyi-kötü ayrımı yapmadan felakete sürükleyen uğursuz yazgı.

[7] Güneş Kral: On dördüncü Louis, Fransa’da mutlak monarşi dönemi.

[8] Yapılması gerekeni üst düzeyde yapabilme becerisi.

[9] On dokuzuncu yüzyılda.

[10] Bu paragraf alıntıdır: Eleştiri Kuramları, Tahsin Yücel, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, üçüncü baskı, 2024.

[11] De la littérature considérée dans ses rapports avec les institutions sociales.

[12] XIV. Louis dönemindeki aristokratik ağız tadının, Fransız Devrimi sonrasında yaşayan romantik bir nesil için yabancı olduğu ima ediliyor.

[13] İki adet altı hecelik yarım dizeden oluşan, toplam on iki hecelik mısra.

[14] Pistolet, yani silah kelimesinin mısraya girmemesiyle kastedilen klasik trajedideki Bienséance kuralıdır. Bu kurala göre, yalnızca soylu ve yüce bir ruh haline hitap eden kelimeler tercih edilmeli, düşük bir ruhun göstergesi olduğuna inanılan türden kelimeler, bilhassa çirkin, kaba ifadeler ve cinsel ya da şiddet içerikli ifadeler metnin dışında bırakılmalıdır.

[15] Metin boyunca sıklıkla geçecek olan şiir ve şair ifadeleri, Stendhal tarafından çoğunlukla trajedi ve trajedi yazarı anlamında kullanılmaktadır.

[16] Jacques-Louis David. Neo-klasik tarzdan bahsediliyor. Helen geleneğinden kopulamamış olduğu ima ediliyor.

[17] Louis-Jean-François Lagrenée. Jean-Honoré Fragonard. Charles-André van Loo. Rokoko tarzı Fransız ressamlar.

[18] Aksiyon ifadesi, metnin devamında çoğunlukla olay örgüsü anlamında kullanılacak olsa da, burada devrime susamış insanlar anlamında kullanılıyor.

[19] İlk iki bölüm.

PAYLAŞ