Zaman
akreple yelkovan arasına sıkışmış halde yüreğim…
ne kadar uzaklaşırlarsa uzaklaşsınlar birbirlerinden,
çaresiz yine aralarında bir yerdeyim…
Bir araba camından belkide bir dakikayı geçmeyen bakışlarım kadar değil anlattıkları, biliyorum. Durgun bir akşamüstü köprü üstlerinden geçen üç beş araba farı olsa da gördükleri -ki hissettikleri eminim o kadar az değil- heyecanla köpürüp o beyaz çalımlarını şöyle bir sunup tekrar bırakıyorlar kendilerini o kaçınılmaz huzura ya da kimbilir huzursuzluğa… Her hallerinden belli sitem dolu oldukları; ama nafile… Arada sırada tüm biçare hallerine rağmen sözde umursamaz bir edayla, her geçen arabaya haykırıyorlar şahlanarak:
“Geçin gidin, görmeyin bizi, umursamayın! Ama bilin ki dönüp dolaşıp geleceğiniz yer yine burası, yine bizim kıyımız…”
Ne de doğru söylemiş ‘dalgalar’… İşte, arada kalmışlığın sitemiyle neden zamandan kopmak ister insan? Neden hemen bir kıyıda dalgalar eşliğinde unutmak ister her şeyi? Belkide içlerine karışıp yok olmanın ümidi vardır kim bilir… Ama ne mümkün soyutlamak zamandan kendini. Tam tersine dalgaların yanına gittiğin an, bu sefer seni alt ettiğini bilmenin gururuyla iyice eritmeye başlar zaman seni… Bu yüzden dur! Pes etme hemen, ne yaparsan yap içindesin, yaşa bakalım, iliklerine kadar işlesin…
Bir an önce geçmesiyle sevgilinin tenine ulaşmanın hazzını yaşamada aracı olan da ‘O’, ayrılmamak için huzuru bulduğun o mis kokulu tenden, geçmesini istemediğin de ’O’…
Veya bir gün, diğeri olmaya bir adım kala yaşadığı an’da gizli ‘zaman’, bir kadının seslenişinde:
“Hiç duymadığım sözlerle, görmediğim bakışlarla
boyanmış duvarlarımın ortasından yolcu ediyorum seni
ne acele böyle…
kırmızı örtüm yok saydığım cehennem oluyor gidişinle
hızla eriyorum, kayboluyorum
tesellim yok, ağırlaşıyorum kendime
kapı kapanıyor ve ben
diğeri oluyorum.”
Sonunda çaresiz, hazin bir susuş…
Kim bilir, belkide ölümün egoist tutumunun aslında insanın en aciz fakat yine de her şeye rağmen en güçlü tarafını ortaya çıkarmada, ‘zamanı geri almak’ düşüncesinin imkânsız olduğunu bilmenin sinir bozucu fakat aslında huzur verici tarafının yattığını… Çünkü böylelikle ve belkide biraz keşkeyle insan artık başa saramayacağını bilerek her şeyi, ona göre davranmakta… Kısaca ayakta kalmakta…
Beklemenin öznelliğini, sadeliğini ve içtenliğini köşeye çekilip sessiz hissederken, usulca kıvrılıverir sitemle yüzüne bakıp ama yine de sarıp sarmalamak istediği ‘masum’ (!) zaman genç kızı yanına. Bir de üstüne arkadaş canlısı tavırları yok mu, çileden çıkarsa da nafile; çünkü her şey maalesef onun elinde…
Tabii genç kıza göre… Beklenilen ise zamanı başköşesine oturtmuş, rahat ettirmenin yollarını düşünürken takıldı gözlerime. ‘Aman yavaş ol lütfen, daha yavaş geç pes ettirmeden sevgiliyi; ama hep beklemesi gerektiğini, bundan başkasının mümkün olmadığını hissettirerek… Uzaklara gider eğer sen hızla geçersen, yorulur belki, ayrılmamalı benden…’
Bir gün, muhabbetin en koyu yerinde dostunun ‘çok geç artık’ sözleriyle irkiliverirsin. Birden yüzüne vurur sanki tüm gerçekler. O kadar da geç değildir aslında. Her an, bir başlangıç sayılabilir. O söz içindeki tüm yaşanmışlıkları bir köşede bırakıp bir gün tekrar ‘çok geç artık’ sözünü söyleyebileceği, yeni başlangıçlar yapabilir insan… Ve sonra yine başlar ve sonra yine çok geç der. Ama bilmelidir ki bu birikimlerdir zaten hayatı oluşturan…
Bazen bir saç telinde gizlidir aslında zaman… Aynaya bakıp da ak bir telle karşılaştıktan sonra söylenen birkaç sözün anlattığı gibi:
“Acımı gördüm bugün… Geçmişimi, heyecanlarımı, emeğimi, geleceğimi, onu, onları, kederlerimi, suskunluklarımı, sevgimi gördüm bu gün… Beyazımı gördüm… Bir tel beyaz… Saça düşmüş tüm duyguların temsilcisi… Bir tel beyaz…”
Arada kalmışlıklara, yok saymalara rağmen içinden çıkamamaların anlatımında zorlanırken işte hissedilen şey kadar zor ‘zaman’ı paylaşmak, anlatmak…
Şöyle bir geri çekilip tüm bunlardan, sorulardan soyutlayıp da kendimi söyleyeceğim tek şey ise:
“Akıp gittiğini, tek bir lahzasına dahi sahip olamadığımızı sandığımız zaman değil aslında, ‘biziz’.”
Yazan: Ebru
persona on Cum, 17th Nis 2024 4:28 pm
Güzel bir metin, eline sağlık Ebru.
ebru on Cum, 17th Nis 2024 4:47 pm
teşekkür ederim…
deniz yıldızel on Cum, 17th Nis 2024 4:50 pm
Duru, akıcı bir anlatım…
Teşekkürler.
melikekaragul on Cum, 17th Nis 2024 5:50 pm
Kalemine sağlık Ebru, hoş bir yazı
kırmızı kanlı kadın on Cts, 18th Nis 2024 6:19 pm
ebrucuğum, kalemini çok beğendim.
Editör (sinefil78) on Cts, 18th Nis 2024 8:30 pm
Bunca zaman yazdığını bilmemem ne tuhaf… İlginç ve hoş bir sürpriz oldu benim için. Zamanla çok daha iyi şeyler yazacağına eminim. Kalemine sağlık! Ve…
SanatLog’a hoş geldin Ebrucuğum…
ebru on Cts, 18th Nis 2024 9:45 pm
zaman’sız bir ölümün, haykırmaktan yorulmuş, sesi soloğu kesilmiş kelimelerimi, yani aslında kısaca ‘ben’i ortaya çıkarmada aracı olacağını kim bilebilirdi ki?
zaman’sız bir ölümle, tam zamanında doğru yerde doğdum ben…
yorumları için herkese teşekkür ederim…
operadaki sessizlik on Paz, 19th Nis 2024 12:36 am
Hoşgeldin Ebru…
Benim için de sürpriz oldu ve hemen sinefil78′e haber uçurdum Sonuç iyi, çok iyi. Sınavlarını atlattıktan sonra yazmaya ve SanatLog’a daha fazla vakit ayırabileceğini umuyorum. Bizi farklı çeşitli öykülerin beklediğini seziyorum. “Zaman”ı katettiğin bu öykü için de teşekkür ediyorum. İyi ki varsın…
kırmızı kanlı kadın on Pts, 20th Nis 2024 3:36 pm
Merhaba Ebrucuğum, yazınızı inanılmaz derecede çok beğendim. İnanın, yazdığınızı okuyunca yalnız olmadığımı hissettim. Nerelerdeydiniz bu kadar zamandır?
Çok teşekkür ederim.
emre_berk on Pts, 27th Tem 2024 2:54 pm
karamsarlığın yanısıra geç farkedilmişliklerin keşkeye yakın yansıması gibi; kalemine sağlık ebru; kısa zamandır takip etmeme rağmen benim için de sürpriz bir çıkıştı bu…