Ayıp
Yirmi birinci yüzyılda İstanbul’un göbeğinde çok ayıp şeyler oluyor şu sıralar. Şahit olduğum şeyler o kadar ayıp ki yazma ihtiyacı hissettim. İstanbul’da doğmuş, büyümüş, İstanbul’da iyi bir bölüm okuyan yirmili yaşlarında genç kızlar, kızlar tuvaletinde bile usulca yaklaşarak sessizce “pardon pediniz var mı?” diye sorma gereği duyuyorlar. Ya da en yakın arkadaşın seslice “GAMZEEE “diye çağırıp “şey acaba…” diye cümleye devam ediyor. Çünkü ped çok ayıp bir kelime, o tuvalete giren herkes onu kullanıyor ama o kelimeyi söylemek çok ayıp geliyor. Peki neden? Yine mi ataerkil toplum, yine mi kadının sosyal yapıdaki konumu? Aslında bu örnekten yola çıkarsak daha birçok örnek verebilirim ama bana en garip gelen durum bu olmuştu. Bundan doğal başka ne olabilir ki? Bunu söyleyen-söyleten zihniyet ne olabilir acaba?
Gizleyemem. Ben de birey olarak kendimi aşmış biri değilim, bunu yapamadım çünkü toplumu değiştirmeden kendimi değiştirmeye çalışırsam Shakespeare’in oyunlarındaki kahramanlara dönerim diye korkuyorum. Belki ben değişsem toplum değişir, bizler değil miyiz gelecek nesil işte o hesap. Ama olmuyor, yapamıyorum, yapamıyoruz. Bunu başarabilen başarılı kesimi de pek göremiyorum. Birisi çıkıyor, bekâret hiç önemli değildir hesabı yazılar yazıyor; depresif, psikolojik bunalımı anlatan yazılar…ve bunu yazan da bir kadın olunca işte ona çok gülüyorum. Dili önemli değil diyor, yazısında bunlara yer veriyor belki ama bilmiyor ki ürettiği şey aslında düşündükleriyle tamamen zıt. Ünlülerin yaşantılarına bakalım; hepsi ne güzel, kendini aşmış insanlar belki ama olmuyor işte; kimse onlara iyi gözle bakamıyor. Kendi özel hayatları bile özel değil, kumar, şöhret, reklam…
Daha neler var neler anlaşılamayan, ayıplanan. Hâlâ kadın-bayan-kız tartışması, bekâret için cinayetler, iki karşıt cins yan yana dahi dursa kadınların, erkeklerin ayıplar bakışları ve hatta kadının, kendi cinsine erkekle yan yana durduğu için kötü gözle bakması, ayıplaması….ve birçok şey.
İçinden çıkılmaz bir konu gibi görünüyor. Eline kalemi alan, mikrofonu alan bildiği, ona doğru gelen şeyleri aktarmaya çalışıyor. Kime sorsanız onun düşüncesi doğru, çok tutucu biri için günah kavramı başrol, orta karar için aile, diğerleri için ayıp ne ki? Geriye bizim gibi kafası karışmış “ayıp” kavramını bilemeyen-işine geldiği gibi kullanan, uygulayan genç nesil kalıyor. Artık böyle boş şeylerle kafamızı yormasak da istediğimiz gibi yaşayabilsek mesela? İlla aile yanından ayrılıp mı istediğimiz gibi yaşayabileceğiz, yoksa diplomamızı elimize alınca mı, yok yok yoksa yasalar, aileler, toplum bize izin verince-evlenince mi? Ayıp yorganın altında kalsa olmaz mı?
GamzE@sanatlog.com
Nâzım Hikmet - Seviyorum Seni
Seviyorum seni ekmeği tuza batırıp yer gibi
geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,
ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz,
telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,
seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi
İstanbul’da yumuşacık kararırken ortalık,
içimde kımıldanan bir şeyler gibi,
seviyorum seni. ‘Yaşıyoruz çok şükür’ der gibi.
Nâzım Hikmet
17’nin Ötesi Erdal Eren Davası
Aralık 10, 2024 by admin
Filed under Belgeseller, Duyurular, Sanat, Sinema, Türk Sineması, Yakın Dönem & Günümüz Sineması
12 Eylül 1980 darbesinin ardından 13 Aralık 1980’de idam edilen Erdal Eren’in yaşamı beyaz perdede…
Yönetmenliğini ve senaristliğini Memik Horuz’un yaptığı belgesel, Erdal Eren’i bir ölüm ve dayanışma zincirinin ortasındaki halka olarak ele alıyor ve anne-oğul, kardeş ve arkadaşlık ilişkilerinin üzerinde durarak bu halkayı yansıtıyor.
Belgesel filmin ilk gösterimi 12 Aralık 2024 Pazar günü saat 15:00’da Cevahir Hotel Kongre Merkezi’nde yapılacak.
SanatLog Haber