İLESAM’ın, Mehmet Akif Ersoy Konusunda Yalçın Küçük’ün İddialarına Cevabı
İLESAM’IN, AKİF KONUSUNDA YALÇIN KÜÇÜK’ÜN İDDİALARINA CEVABI
PROF. DR. NURULLAH ÇETİN’in MEHMET AKİF KONUSUNDA, YALÇIN KÜÇÜK’E CEVAPLARI
YALÇIN KÜÇÜK’ÜN MEHMET ÂKİF ERSOY’A DAİR İFTİRALARI ÜZERİNE İLESAM YÖNETİM KURULU ÜYESİ PROF. DR. NURULLAH ÇETİN’LE MÜLAKAT
Yalçın Küçük, yakın zamanda Çöküş (Mızrak Yayınları, İstanbul 2024) adlı bir kitap yayınladı. Bu kitabında büyük ölçüde Mehmet Âkif hakkında akıl almaz iftiralarda bulunuyor. Bunlar elbette herkesin gülüp geçeceği saçmalıklar; ama meseleyi bilmeyenlerin kafası karışabilir. O yüzden biz Mehmet Âkif ve İstiklal Marşı gerçeğini bu vesileyle bir kez daha aydınlatmak istiyoruz. Bu iftiralar ve saçmalıklar karşısında İLESAM olarak sessiz kalamazdık. İlesam Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Nurullah ÇETİN’le Yrd. Doç. Dr. İbrahim TÜZER’in bu konuda yaptığı mülakatı dikkatlice okumanızı tavsiye ederiz.
İstiklal Marşı’nı Mehmet Âkif’in Yazmadığı
Yalçın Küçük kitabının değişik yerlerinde İstiklal Marşı’nı Mehmet Âkif’in yazmadığını, hiçbir yerde kendisine mal etmediğini, imzasını atmadığını, kendi malı olarak göstermediğini, bu marşı başkalarının yazdığını; ama Âkif’e mal edildiğini söylüyor. Bu minvaldeki bazı cümleleri şöyle:
“Mehmet Ragif, asıl adı “Ragif” idi, hiçbir yerde bu Marş’ı yazdığını söylememiştir. Yaşadığı sürece şiirleri arasına almadığını da biliyoruz. Ersoy, Marş’ta sadece bir paravandır.”[1]
“Ragif’i ve Marş’ı Ersoy da reddetmiştir, şiir okumaya düşkün Ersoy, hiç söylememiş ve taht-ı imzasına hiç almamıştır. Reddiyesi var.”[2] Yani Yalçın Küçük burada Akif, Marşın altına imza atmamıştır, Marşın kendi malı olduğunu reddetmiştir diyor.
“Çünkü bu ifadeyi anlamak çok zordur; sanat eserlerinde, şiir dâhil, bir ürünü “hediye etmek” ve bu nedenle de reddetmek imkânsızdır; emsalini bilmiyoruz. Âkif’in, hiçbir yerde, bu Marş’ı sahiplenmediğini biliyoruz. Bu sözün anlamı budur ve daha doğrusu anlamı yoktur. Ersoy yaşadığı sürece Marş’ı kabul etmemişti ve kendi adıyla yayınlamadığı kesindir; yaşadığı sürece, kendisine ait kitaplarda ve bu arada Safahat’ta yayınlamadığı herkesin bildiği bir sır durumundadır.
Hiçbir anıda veya kaynakta Âkif’in bu marşı okuduğunun işaretine de rastlamadım. Millet Meclisi’nde kabul edildiği anda da bütün ısrarlara rağmen Âkif’in, Marş’ı okumadığı kayıtlıdır. Bütün bunlar, İstiklâl Marşı’nın Âkif tarafından yazılmadığını düşünmemizi tahrik etmektedir.”[3]
Kitabın değişik sayfalarında da müteaddit defalar bu tezini tekrarlıyor ve İstiklal Marşı’nı Âkif’in yazmadığını; başkaları tarafından yazıldığını söylüyor. Sizce böyle bir şey olabilir mi?
Prof. Dr. Nurullah ÇETİN: Şimdiye kadar duyduğum en saçma iddiadır bu. Adının önünde “Prof. Dr.” unvanı bulunan birinin bu kadar sorumsuzca laf etmesi anlaşılır değil. İstiklal Marşı’nı başkalarından oluşan bir heyet değil, Mehmet Âkif’in kendisi yazmıştır. Yalçın Küçük’ün iddia ettiği gibi Marş’ı kendisinin yazdığını söylemediği iddiası da doğru değildir. Âkif’in bu marşın kendisine ait olduğunu gösteren pek çok delil vardır. Bunları kısaca şöyle özetleyebiliriz:
1. Marşla ilgili değişik şekillerde yaptığı açıklamaları, Marş’ı kendisinin yazdığını zaten ayan beyan ortaya koyar. Her şeyden önce Âkif, Taceddin Dergahı’nda yazdığı İstiklal Marşı metnini 21 Şubat 1337 Pazartesi günlü Kastamonu’da çıkan Açıksöz gazetesinde, kendi imzasıyla yayınladı. Açıksöz gazetesi İstiklal Marşı’nın kendi gazetelerinde yayınlanması üzerine şu notu koydular:
“Şair-i azam (en büyük şair) ve muhterem (saygıdeğer) Mehmet Âkif Beyefendi üstadımız “İstiklal Marşı” unvanlı bir bedîa-i nefiselerinin (eşsiz eserlerinin) ilk neşri (yayın) şerefini gazetemize lütuf buyurdular. Her mısrasında Türk ve İslam ruhunun ulvî (yüce) ve mübarek hisleri titreyen bu abide-i sanatı (sanat anıtını) kemal-i hürmet ve mübâhâtla (tam bir saygıyla ve övünçle) derc ederiz (gazetemize koyarız).”
Ayrıca Sebilürreşad’da (XVIII / 468, s.305) da Âkif, İstiklal Marşı’nı yine kendi imzasıyla yayınladı. O nüshalara bakılabilir. Dolayısıyla Yalçın Küçük’ün “Mehmet Ragif, asıl adı “Ragif” idi, hiçbir yerde bu Marş’ı yazdığını söylememiştir.” lafı boş bir laftır.
Âkif, İstiklal Marşı’nı Safahat adlı şiir kitabına koymadı. Çünkü onu tamamen kahraman Türk ordusuna ve Türk milletine hediye etti. Marşın o günkü millî heyecanın bir ürünü olduğunu, milletin ortak millî direniş ve tam bağımsızlık mücadele azminin bir yansıması olduğunu, dolayısıyla o zamanın ve o ortamın havasında yazılan bir eser olduğunu belirtir. Marş, elbette olağanüstü bir dönemin ve şartların ürünüdür, Türk milletinin ruhuna tercüman olmuştur. Bu bakımdan millete aittir ama bu durumdan İstiklal Marşı’nın Âkif tarafından yazılmadığı sonucu çıkarılamaz. Âkif, İstiklal Marşı’yla ilgili olarak Mısır’dan Türkiye’ye dönüşünde 17 Haziran 1936’da şu açıklamayı yapıyor:
“İstiklal Marşı… O günler ne samimi, ne heyecanlı günlerdi. O şiir, milletin o günkü heyecanının bir ifadesidir. Bin bir fecâyi (facialar) karşısında bunalan ruhların, ıstıraplar içinde halas (kurtuluş) dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli bir hatırasıdır. O şiir bir daha yazılamaz.. Onu kimse yazamaz… Onu ben de yazamam… Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lazım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur.”[4]
Şimdi bu sözler son derece açık. Bunu herkes anlayabilir. Görülen o ki bir tek Yalçın Küçük anlamamış. Âkif, “bu marş millete karşı en kıymetli hediyem” derken onun yazmadığı manası çıkar mı acaba?
Yine bir yerde en yakın dostu, dava arkadaşı Eşref Edip şöyle diyor:
“Bir gün üstada sordum: -İstiklal Marşı’nı niçin Safahat’a koymadınız? -Onu millete hediye ettim dedi; artık o, milletindir. Benimle alakası kesilmiştir. Zaten o, milletin eseri, milletin malıdır. Ben yalnız gördüğümü yazdım.”[5]
Yalçın Küçük’e soralım, “hiçbir yerde bu Marş’ı yazdığını söylememiştir.” diyorsun. İşte kaynağıyla verdik. Sen bu kaynakları okumadan nasıl böyle saçma bir şey söyleyebiliyorsun? “Ben yalnız gördüğümü yazdım” diyor daha ne desin? Bu söz, İstiklal Marşı’nı Âkif’in yazdığına yeterli delil olmaz mı?
2. Edebiyatta üslup bilimi diye bir şey vardır. İsim bilim üzerinde çok duran Yalçın Küçük, biraz üslup bilimle ilgilenseydi böyle saçma bir laf etmezdi. Âkif’in diğer şiirleri iyi incelenirse onlarla aynı üsluba sahip olduğu rahatlıkla anlaşılır. Hem İstiklal Marşı hem Safahat’taki diğer bütün şiirler, sadece Âkif’in söyleyebileceği aynı üslupla yazılmış şiirlerdir. Aralarında tam bir söylem birliği vardır. Hem içerik bakımından anlam birliği hem de üslup birliği o kadar bellidir ki tartışmaya bile gerek yok.
Hem sonra Yalçın Küçük’ün “Hiçbir anıda veya kaynakta Âkif’in bu marşı okuduğunun işaretine de rastlamadım. Millet Meclisi’nde kabul edildiği anda da bütün ısrarlara rağmen Âkif’in, Marş’ı okumadığı kayıtlıdır. Bütün bunlar, istiklâl Marşı’nın Akif tarafından yazılmadığını düşünmemizi tahrik etmektedir.” Sözü de anlamsızdır.
Âkif, kendi şiirini başkaları karşısında okumaktan ve başkalarının da kendi şiirini huzurunda okumalarından sıkılan bir insandır. Bundan dolayı Âkif, hem kendi şiirini başkalarına okumaktan kaçınmış, hem de Mecliste İstiklal Marşı okunduğunda dışarı çıkmıştır. Bu durumu doğrulayacak bir alıntı aktaralım. Faruk Nafiz Çamlıbel, 1947’de yazdığı bir hatıra yazısında Âkif’in bu özelliğine değinir ve şöyle der:
“Safahat’ın 6.cildi “Asım”dan bahsediliyordu. Salonda “Asım”ı okuduklarına emin olduğum ancak Süleyman Nazif ile Mithat Cemal’di fakat hepsi birden “Asım”ın mükemmelliğinde ve Âkif’in dehasında müttefiktiler. Hamid “Asım”dan bir parça okunmasını istiyor, bütün davetliler de bu temenniye iştirak ediyor, fakat büyük şair şaheserinden utanıyor, okumuyordu. Nihayet bu vazife Âkif’in hayranlarına düştü.”[6]
İstiklal Marşı’nın “Türk” Kelimesine Yer Vermediği
Yrd. Doç. Dr. İbrahim TÜZER: Yalçın Küçük, yine kitabında şöyle bir cümle sarf ediyor: “Bu Marş’ta “Türk” sözcüğü yoktur. Türkiye Cumhuriyeti’nin güya kuruluş marşında “Türk” sözcüğünün geçmemesi utanç vericidir. Bunu çok daha önce göstermediğim için utanıyorum.”[7]
Buna ne diyorsunuz?
Prof. Dr. Nurullah ÇETİN: Yalçın Küçük utanmayı biliyorsa şu açıklamalarımızdan sonra biraz daha utansın. Anladığım kadarıyla Yalçın Küçük, Âkif’in Türkleri sevmediğinden veya Türkleri yok saydığından ya da Türk düşmanlığından dolayı İstiklal Marşı’nda “Türk” kelimesine yer vermediğini söylemek istiyor. Hiç böyle bir şey yoktur. Tam tersine Âkif, biyolojik anlamda, etnik aidiyet bağlamında baba tarafından Arnavut, anne tarafından Türk olsa da sosyolojik, kültürel ve hukuki anlamda kendisini tamamen Türk saymış, Türk milletine mensubiyet şuurunu pek çok Türk’ten daha ileri seviyede dillendirmiş münevver bir Türk aydınıdır.
Etnik aidiyet bağlamında verili kimliği olan Arnavutluğu hiç öne çıkarmadığı yani kavmiyetçilik yapmadığı gibi; sosyolojik ve kültürel aidiyet bağlamında da Türk milliyetçiliği yapmıştır. Anlaşılan Yalçın Küçük kavmiyetçilikle milliyetçilik kavramlarını anlamamış. Milliyetçilik, hangi etnik kökenden gelirse gelsin ortak kültürel, sosyolojik ve hukuki değerlerde buluşan insanların birliktelik şuurudur. Bu anlamda Âkif, kendisini Türk saymış ve Türk milletine mensubiyet şuuruyla hareket etmiş, Türk milleti için, Türk’ün kurtuluşu için çalışmıştır. Etnik anlamda kan bağı olan Arnavutçuluk hiç yapmamıştır. Yani kavmiyetçilik ve ırkçılık yapmamıştır. Hatta Türk milliyetçiliğini bırakıp da Arnavut ırkçılığı yapanları da şiddetle eleştirmiştir.
Âkif’in İstiklal Marşı’nda “Türk” kelimesine yer vermemesinin kötü niyetle, herhangi özel bir kasıtla ilgisi yoktur. O günkü heyecan, coşku havasında öylece kalbe doğmuş, büyük bir duygu atmosferi içinde yazılmış bir şiirdir. Âkif’in bile isteye, kasıtlı olarak “Türk” kelimesini kullanmamak gibi bir tavrı olamaz. Kaldı ki İstiklal Marşı’nda “Türk” kelimesi yoksa da Türk’ün manası, ruhu, ideali, kaygısı, kimliği, millî varlığı, her şeyi vardır. Marş zaten apaçık bellidir ki baştanbaşa Türk’ü anlatıyor. Zira bu açıdan bakarsak Yalçın Küçük hiç üzülmesin. Âkif “Türk” demiyor ama “Türk”ten beter bir kelime kullanıyor. Bize göre beter değil ama onun bakış açısıyla öyle diyoruz. Âkif, İstiklal Marşı’nda 2 mısrada şöyle diyor:
“Kahraman ırkıma bir gül… Ne bu şiddet bu celâl?”
“Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal!”
Ayrıca Âkif, “Nevruz’a hitaben yazdığı kıt’ada Türk milletinin asaletini ve büyüklüğünü yansıtırken, Türk çocuklarından da atalarının soylu karakterini taklit etmelerini ister ve şöyle der:
“Sözü sağlam, özü sağlam, adam ol, ırkına çek.” (s.509) der.
Şimdi burada Âkif’in “ırkım” dediği acaba Arnavut ırkı mı, yoksa Türk ırkı mıdır? Aklı başında olan herkes bununla kastedilenin Türk ırkı olduğunu bilir. Dolayısıyla Âkif, emperyalist Batılı Haçlı sürülerinin Türk ırkını yok etmek için üzerimize çullandığını; ama İslam’ın kahraman ordusu olan Türk ırkını kimsenin yok edemeyeceğini söylüyor. Âkif İstiklal Marşı’nda “Türk” kelimesine yer vermiyor demenin hiçbir manası yoktur. O, açıkça görüldüğü gibi Türk ırkını kendi ırkı biliyor, sahipleniyor, hiçbir komplekse kapılmadan kendi ırkı olarak gördüğü Türk ırkını sonuna kadar savunuyor.
Ayrıca Âkif’in, “Türk” kelimesini kullanma konusunda bir kompleksi de yoktur. Yani şimdiki bazı Âkif sever görünen politikacı ve yazarlar gibi “Türkiyelilik”ten falan değil; doğrudan doğruya Türklükten bahseder ve Türk olduğunu göğsünü gere gere söyler. “Türküm” demekten gocunmaz yani. “Türküm” demekten kaçınan, İslamcı geçinen, etnik ırkçılık yapan bazı kişilerin Âkif’ten alacakları daha çok dersler vardır.
“Ordunun Duası” şiirinde Âkif, aynen şöyle diyor:
“Türk eriyiz, silsilemiz kahraman… Müslümanız, Hakka tapan Müslüman.”[8]
Ayrıca Âkif’in, Türk milletine mensup olmaktan, kendisini Türk hissetmekten hiçbir şikâyeti olmadığı gibi memnundur da. “İstibdad” adlı şiirinde şu mısralara yer veriyor:
“O birkaç hayme halkından cihangirane bir devlet
Çıkarmış, bir zaman dünyayı lerzân eylemiş millet;
Zaman gelsin de görsün böyle dünyalar kadar zillet,
Otuz üç yıl devam etsin, başından gitmesin nekbet…
Bu bir ibrettir amma olmayaydık böyle biz ibret!
Semâ-peymâ iken râyâtımız tuttun zelîl ettin;
Mefâhir bekleyen abâdan evlâdı hacil ettin;
Ne âlî kavm idik; hayfâ ki sen geldin sefîl ettin;”[9]
Âkif bir başka şiirinde de şöyle diyor:
“Yurdu baştanbaşa viraneye dönmüş Türk’ün;
Dünkü şen, şâtır ocaklar yatıyor yerde bugün.”[10]
“Sıtmadan boynu bükülmüş de o dimdik Türk’ün,
Düşünüp durmada öksüz gibi küskün küskün.”[11]
“Değişik sanki o arslan gibi ırkın torunu!
Bense İslam’ın o gürbüz, o civan unsurunu,”[12]
“Hocazâdem, ne sülükmüş o meğer, vay canına!
Diş bilermiş senelerden beri Türk’ün kanına”[13]
“Kimse evlâdını cahil komak ister mi ayol?
Bize lazım iki şey var: Biri mektep, biri yol.
Neye Türk’ün canı yangın, neye millet geridir
Anladık biz bunu az çok senelerden beridir.”[14]
İstiklal Marşı’nın Federasyon Marşı Olduğu
Yrd. Doç. Dr. İbrahim TÜZER: Yalçın Küçük, İstiklal Marşı’nın bir Türk marşı değil de İslamcı, Kürtçü, Yahudi ittifakını yansıtan bir marş olduğunu iddia ediyor. Şöyle diyor:
“Bu analizde “Türk” anahtar sözcük oluyor ve yokluğu ise yol gösteriyor. Âkif Manzumesinde “Türk” sözcüğünün olmaması bir mesajdır ve bir politikadır. Peki bir federasyon marşı mı, şimdilik aşırı bir sorudur ve bu aşamada yeni bir ittifak arayışını arıyoruz.”[15]
“Karar verilmişti; Mustafa Kemal mecliste riyaseti Adnan Adıvar’a bıraktı ve bu “oldu-bitti” işi seyretmekle yetindi. Bu bize, “İslamcı” şair, Mehmet Âkif’in adıyla, İslamî ve yer yer Kürdist ve Tevratik çağrışımları içeren bir metin üzerine bir ön kabul olduğunu anlatmaktadır.”[16]
Bunlara ne diyorsunuz?
Prof. Dr. Nurullah ÇETİN: İstiklal Marşı’nın Türklükle ilgisini yukarıda açıladık. Yalçın Küçük, burada anlaşılan İstiklal Marşı’nın Kürtçülük ve Yahudilikle de ilgisi olduğunu söylemeye çalışıyor. Bu da çok saçma bir iddia.
Âkif, bir vaazında Kürtçülükle ilgili olarak diğer meseleler gibi Kürtçülük meselesinin de düşman parmağıyla çıkarılmış, bizim kanımızı iliğimizi kurutan bir iç meselemiz olduğunu belirtir ve şöyle der:
“Ey cemaat-i Müslimîn! Gözünüzü açınız, ibret alınız. Bizim hani senelerden beri kanımızı, iliğimizi kurutan dahilî meseleler yok mu, Havran meselesi, Yemen meselesi, Şam meselesi, Kürdistan meselesi, Arnavutluk meselesi… Bunların hepsi düşman parmağıyla çıkarılmış meselelerdir. Onlar böyle olduğu gibi bugünkü Adapazarı, Düzce, Yozgat, Bozkır, Biga, Gönen, Konya isyanları da hep o melun düşmanın işidir. Artık kime hizmet ettiğimizi, kimin hesabına birbirimizin gırtlağına sarıldığımızı anlamak zamanı zannediyorum ki gelmiştir. Allah rızası için olsun aklımızı başımıza toplayalım. Çünki böyle düşman hesabına çalışarak elimizde kalan şu bir avuç toprağı da verecek olursak çekilip gitmek için arka tarafta bir karış yerimiz yoktur. Şimdiye kadar düşmana kaptırdığımız koca koca memleketlerin halkı hicret edecek yer bulabilmişlerdi. Neûzubillah biz öyle bir akıbete mahkum olursak başımızı sokacak bir delik bulamayız. Zaten düşmanlarımızın tertip ettikleri sulh şerâiti bizim için dünya yüzünde hakk-ı hayat, imkân-ı hayat bırakmıyor.”[17]
Yahudilik konusuna gelince Âkif Yahudiler için bir şiirinde şöyle der:
“Bir çıfıt sillesi kaç yıldır öter beynimde:”[18]
Yalçın Küçük bilmiyorsa öğretelim, ”Çıfıt”, Yahudiler için kullanılan bir hakaret kelimesidir. Çıfıt, “hileci ve düzenbaz” demektir ve Yahudiler için kullanılır. Yahudiler için böyle ağır konuşan bir adam, nasıl olur da Tevratik bilmem neyik bir Marş yazar?
İstiklal Marşı’nın “Korkma” Kelimesiyle Başlaması
Yrd. Doç. Dr. İbrahim TÜZER: Yalçın Küçük, Marşın “korkma” sözüyle başlaması konusunda şunları söylüyor:
“Marşa döndüğümüzde Mehmet Ragif’in adına yazılı bu marşın anlaşılması en zor yanlarından birisi, ”korkma” sözüyle başlamasıdır; tabii bu hitapta korku esastır. Korkulduğu varsayımı var; ”korkma” sözüyle başlıyoruz. Dolayısıyla her açıklama teşebbüsünde neden “korkma” bunun izahını bulmak durumundayız.”[19]
Nedir bunun izahı?
Prof. Dr. Nurullah ÇETİN: Bunun izahı gayet açık.
İstiklal Marşımız, “korkma!“ diye başlar. Olumsuz bir ifadeyle başlaması, bazıları için garip gelmiş olabilir. Birileri bunu eleştirmişlerdir. Mesela Yalçın Küçük’ten önce Suphi Nuri İleri bu durumu şöyle eleştirdi:
“Bu marş her cihetten fenadır. İstiklalci Türklerin hislerine tercüman olmamıştır. “Korkma” diye başlayan bir marş, Türklerin hakiki ve öz duygu ve heyecanlarının tercümanı olmaz. Türk korkmaz, istiklal ve inkılap için savaşan Türklerin yüksek ve asil hislerini ve seciyelerini bilseydi hiçbir vakit şu sinire dokunan “korkma” kelimesiyle marşına başlamazdı.”[20]
Âkif’in marşına olumsuz bir ifade olan “korkma” diye başlaması, İslam kültüründen yansımalar, izler taşır. Zira İslam da temel ilkesi olan kelime-i şehadete yani “eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resulühü” cümlesi, olumsuz bir ifade olan “lâ” ile başlar. “lâ”, “hayır, yok, değildir” anlamına gelir. Yani “hiçbir tanrı yoktur, ancak Allah vardır” ifadesiyle başlar. İslam, önce olumsuz durumu, olmaması gereken bir şeyi ortaya koyar, sonra olumlu değeri verir.Âkif de önce olumsuz durum olan korkuyu olumsuzlar, korku yok, korkma der, korkunun olmaması gerektiğini söyler, sonra olumlu değerleri verir.
Ayrıca bu mısralarda geçen metinlerarası ilişkilere ve şiirin tarihsel, kültürel kaynaklarına da bir bakalım:
Marşın;
*“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;”
şeklindeki ilk mısraı, Hz. Muhammed’in Hz. Ebubekir’le birlikte 622 yılında Mekke’den Medine’ye hicret ederken aralarında geçen bir konuşmaya telmihte bulunmaktadır. Hadise şöyle olmuştur:
Mekkeli kâfir Kureyşlilerin baskısından bunalan Hz. Muhammed, Hz. Ebubekir’le birlikte Mekke’den Medine’ye hicret etmeye karar verirler ve gizlice çıkıp yolda Sevr Mağarası’nda konaklarlar. Bu arada Müşrikler onların peşine düşmüşlerdir. Kâfirler, Hz. Muhammed’i veya Hz. Ebubekir’i bulup getirene veya öldürene 100 deve verme vaadinde bulunurlar.
Bunu duyan canavar ruhlu bir kısım Mekkeli müşrikler, hemen yola koyulup Sevr Mağarası’nın önüne kadar gelirler. İçerden Hz. Muhammed’le Hz. Ebubekir onların geldiğini görürler. Fakat müşrikler onları görmezler. Bu durumda Hz. Ebubekir çok korkar, telaşlanır ve üzülür. Hz. Muhammed onu yatıştırmak üzere: “Korkma! Üzülme. Allah bizimle beraberdir.” diye teselli verir.
Bu hadiseye Kur’an-ı Kerim’de şöyle değinilir: “Eğer siz ona yardım etmezseniz Allah ona yardım eder. Hani o kâfirler, onu (Mekke’den) çıkardıkları vakit iki kişiden biri iken ikisi mağarada bulundukları sırada arkadaşına: “Korkma, üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir.” diyordu. Allah ona sekînet (sükunet, kalp huzuru) indirdi ve onu, görmediğiniz ordularla güçlendirdi ve kâfirlerin sözünü alçalttı. En yüksek olan ancak Allah’ın kelimesi (Tevhid: Lâilâhe illallah) dir ve Allah azîzdir, hakîmdir.”[21]
Mehmet Âkif de bu hadiseye telmihte bulunarak; kâfirlerin Sevr Mağarası’nı kuşattığı gibi Müslüman Türk milletinin de 1918’den itibaren Anadolu’da İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Amerika’dan oluşan emperyalist Batılı devletler tarafından kuşatıldığı sırada, Türk’ün yok olması demek olan Sevr anlaşmasıyla kıskıvrak kuşatıldığı sırada peygamberimizin Hz. Ebubekir’e söylediği gibi Âkif de; “Ey Türk milleti korkma! Allah bizimle beraberdir” mealinde teselli veriyor, Türk milletinin imanını güçlendiriyordu.
Sevr anlaşması, I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti ile İtilaf devletleri arasında Paris’in Sevr banliyösünde 10 Ağustos 1920’de imzalanan bir anlaşmadır. Buna göre ülke paramparça ediliyor, İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Ermenistan, ülkeyi bölge bölge parselliyorlar, Kürdistan diye bir devlet kurduruyorlar, Türklere de Orta Anadolu’da küçücük bir bölge bırakılıyor. İşte Millî Mücadelemizi bu Sevr anlayışına karşı, Sevr’e mahkum olmamak, Sevr mağarasında sıkışıp kalmamak için verdik.
Burada ilginç bir benzerlik var. Peygamberimizi kuşatan, hapseden, kıstıran, dar bir mekana mahkum eden mağaranın adının “Sevr” olmasıyla, Türk milletini Orta Anadolu’da mağaraya benzeyen küçük bir alana hapsetmeyi ve orada yok olup gitmesini amaçlayan, kıskıvrak kuşatan, hapseden Sevr anlaşması’nın adlarının da aynı olmasını nasıl izah etmeli? “Sevr” banliyösü, Paris’in dışında küçük bir yerleşim yeridir. “Sevr” mağarası da Mekke’nin dışında Sevr dağında küçücük bir yerleşim yeri olarak kabul edebileceğimiz bir mağaradır.
Kureyşli kâfirler, başta Hz. Muhammed olmak üzere Müslümanları yok etmek, öldürmek için peşlerine düştüler. Haçlı sürüsü olan kâfir İtilaf Devletleri de Müslüman Türkleri öldürüp yok etmek için üstümüze çullandılar.
Kureyşli kâfirler, değişik kabilelerden seçtikleri en kuvvetli bir çete ile Müslümanların peşine düştüler. Batılı kâfir devletler de İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan kabilelerinden seçtikleri kuvvetli bir orduyla üzerimize çullandılar.
Kureyşli kâfirler, Hz. Muhammed’i bir gece evinde basarak imha etmek istediler. Hz. Muhammed, bunu Allah’tan haber alınca Medine’ye hicret için gizlice yola çıktı ama kâfirler peşinden geldiler.
Avrupalı kâfirler de Müslüman Türk’ü yok etmek için evini, yurdunu, vatanını bastılar. Müslüman Türk de İstanbul’dan Anadolu’ya gizlice; mesela Özbekler Tekkesi aracılığıyla olduğu gibi Kuva-yı Milliyye hicretine çıktı ama kâfir Avrupalılar, Anadolu içlerine kadar peşimizden geldiler. Kureyşli kâfirler, Hz. Muhammed’i ölü veya diri olarak getiren kiralık katil çetesine ödül olarak 100 deve vereceklerini vaad ettiler.
Avrupalı kâfir devletler de kiralık katil olarak tuttukları Yunan ordusuna Türkleri yok etmeleri karşılığında ödül olarak Batı Anadolu bölgesini Yunanistan’a vereceklerini vaad ettiler. Hicret sırasında Hz. Ebubekir korktu ama Hz. Muhammed peygamber olarak ona “korkma” dedi. Millî Mücadele sürecimizde Hz. Ebubekir’in karşılığı Türk milletidir. Türk milleti de en azından bir kısmı düşmanlardan korkmuştur ama peygamberin varisi bir alim olarak Mehmet Âkif, bu millete “korkma!” demiştir.
Daha bunlar gibi pek çok benzerlikler vardır. Âkif işte bu kültürden geldiği için Millî Mücadele sürecimizi İslam tarihinden benzer olaylarla irtibatlandırma yoluna gitmiştir.
Âkif, millî Mücadele sürecinde verdiği vaazlarda ve yaptığı konuşmalarda Türk milletine Sevr anlaşmasının felaketlerini uzun uzun anlatmıştır. Nitekim 24 Aralık 1920’de Kastamonu’dan Ankara’ya dönüşlerinde Âkif, Eşref Edip’le birlikte Mustafa Kemal Paşa’nın daveti üzerine İstasyonda bir saat kadar görüşmüşler ve Mustafa Kemal Paşa Âkif’e hitaben şöyle demiştir:
“Kastamonu’daki vatanperverane mesainizden (çalışmalarınızdan) çok memnun oldum. Sevr Muahedesinin (anlaşmasının) memleket için ne kadar feci bir idam hükmü olduğunu Sebilürreşat kadar hiçbir gazete memlekete neşredemedi (yayamadı). Manevî cephemizin kuvvetlenmesinde Sebilürreşad’ın büyük hizmeti oldu. İkinize de bilhassa teşekkür ederim.”
Mustafa Kemal Paşa’nın daha sonra “görüştüğümüze çok memnun oldum, inşallah beraber çalışırız” demesi üzerine Âkif ve Eşref Edip, “Tabii beraber çalışmak için geldik” demişlerdir.[22]
Marşın ilk kelimesi olan “korkma!” sözü, Denizli müftüsü Ahmet Hulusi Efendi’nin, İzmir’in 15 Mayıs 1919 günü Yunanlılar tarafından işgal edilince aynı gün verdiği bir fetvada da geçer. Hulusi Efendi fetvasında şöyle der:
“Korkmayınız!’… Meyus (ümitsiz) olmayınız!… Bu livâ-yı hamd (Hz. Muhammed’in bayrağı) altında toplanınız ve mücadeleye hazırlanınız. Müftünüz olarak cihâd-ı mukaddes (kutsal cihat) fetvasını ilan ve tebliğ ediyorum”.[23]
Mehmet Âkif, İstiklal Marşı’nı yazmadan önce muhakkak ki bu fetvadan da haberdardı ve ondan da etkilendi.
Yine bu “korkma!” sözü, o dönemde kuvvetli bir İslam imanına sahip olan bütün Türklerin içlerinde besledikleri ve kardeşlerine söyledikleri ortak bir söz gibiydi. Düşman ne kadar güçlü olursa olsun korkmamaları gerektiğini söylüyorlardı. Nitekim Hasan Basri Çantay da bir yazısında aynı şekilde “korkma!” demişti:
“Ey imanlı kardeş! Çok şükür ufk-ı İslâm’da (Müslümanların ufkunda) rehâ ve halâs (kurtuluş) güneşi doğmaya başladı. Dünyanın her tarafında esarete düşen müslümanlar harekete geldi. Ehl-i Salib’in (Haçlıların) yaman kastı artık anlaşıldı. Bütün İslam âlemi hakk-ı hayatını (yaşama hakkını) müdafaaya, kelimetullahı i’lâya (Allah’ın davasını yüceltmeye) karar verdi. Bugün her vakitten fazla ümitlisin, fakat sabr u sebat et, yılma, usanma, korkma, haydi hamaset (kahramanlık, yiğitlik) meydanına. Allahuekber! (Allah en büyüktür) “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, bize cesaret ver ki tutunalım. Kâfir kavme karşı bize yardım et, dediler.”[24]
İstiklal Marşı’ndaki “Ulusun” Kelimesinin Manası
Yrd. Doç. Dr. İbrahim TÜZER: Yalçın Küçük, İstiklal Marşı’nda geçen “Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar” mısraında geçen “ulusun” kelimesinin manasını değişik şekilde yorumluyor. Şöyle diyor:
“Profesör Kaplan, bu “korkma” hitabını, bir de “ulusun” sözcüğünden sonra kullanıyor; güzel, ancak bizler buradaki “ulu” sözcüğünü hep “yüce”, İbrani’de “ram” olarak anlıyorduk, ki “avram”, yüce baba ve “yüce Tanrı” anlamındadır, hep biliyoruz. Ezan Türkçeye çevrilince de, “Allahu Ekber” yerine “Tanrı uludur” diyorduk. Ancak Nalbandoğlu’nun kitabında kalan ve değeri, şimdiye kadar, pek bilinmeyen bu yüksek değerlendirmede, edebiyat profesörü İslamist Kaplan, buradaki “ulusun” sözcüğünün, “ulumak” fiilinden, “bırakınız ulusunlar” anlamına geldiğini, bize, tedris eylemektedir. Anlaşılması zordur; /ulusun, korkma… nasıl böyle bir imanı boğar/medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar/, işte burada, medeniyet, köpekler misli ulumaktadır ve bundan korkmak için de bir neden bulunmamaktadır. Yine de bu İslamist Kaplan’ın zekâsından korkmak zorundayız.”[25]
İslamist Kaplan mı Yalçın Küçük mü haklı?
Prof. Dr. Nurullah ÇETİN: Yalçın Küçük, hep bilmediği işlere bulaşıyor ki battıkça batıyor. Arapça bilmiyor, Osmanlı Türkçesi bilmiyor, ondan sonra bilmediği bu hususlarla ilgili olarak ahkâm kesiyor.
İstiklal Marşı’nda geçen “ulusun” kelimesinin asıl Arap harfleriyle yazılışında bu kelimenin sonu “nun” harfiyle biter. Bu kelimenin sonu, “kef” harfiyle biterse “sen ulusun, büyüksün” manasına gelir. “Nun” harfiyle bitince de “o ulusun, bağırsın, köpekler gibi ses çıkarsın” manasına gelir. Yalçın Küçük, İstiklal Marşı’nın asıl metni olan Arap harfli metne baksın, Osmanlı Türkçesi öğrensin, bilmiyorsa bilene sorsun. Ondan sonra Mehmet Kaplan gibi bir dahi Türk aydınının zekâsıyla alay etmeye kalkmasın. Sonra ayazda kalır, alay edilen kendisi olur, ondan sonra da insan içine çıkamaz. Yazık. Bu cesareti nereden alıyor bu adamlar, anlaşılır gibi değil.
Anadolu’da Şehitlerimizin Olmaması
Yrd. Doç. Dr. İbrahim TÜZER: Yalçın Küçük, ayrıca Anadolu toprakları altında şehitlerimizin olmadığını; dolayısıyla İstiklal Marşı’nın altıncı kıt’asında “Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı” mısraındakine benzer yaklaşımların yanlış olduğunu söylüyor. Şöyle diyor:
“İslamist Kaplan bir yerde de şunları kaleme almaktadır: “Altıncı parçada müdafaa edilen ’toprak’ değerlendiriliyor. O, bir arazi parçası değil, altında binlerce kefensiz şehidin yattığı kutsal bir yerdir. Biz o şehidlerin torunlarıyız. O, bizim için yeryüzünden daha değerlidir.” Profesör, böylece, Âkif’in manzumesinde neden “toprak” sözcüğüne yer verildiğini açıklamış olmaktadır. Pek güzel, yalnız çok küçük veya çok büyük bir yanlışlık var; biz bu savaşı, Musul ilavesiyle, bugünkü Türkiye için veriyorduk, Misak-ı Millî bunu söylemektedir. Savaş için teşkilatlanma da burada, Anadolu’da, yapılıyordu; bu topraklarda ise bizim şehidimiz yoktur. Bu topraklar, Türkler’in Anadolu’ya geçmesinden beri hep Türkler’de kalmıştı; Marş’ın yazıldığı Ankara’da ve Tacettin Dergâh’ında, toprak altında şehitten söz edemiyoruz. Kısaca, eğer kastedilen “toprak” bu ise, altında “binlerce kefensiz yatanı” yoktur.”[26]
Öyle midir?
Prof. Dr. Nurullah ÇETİN: Sayın Yalçın Küçük’ün söylediği gibi yanlışlık falan yok. Önce İstiklal Marşı’nın burada sözü edilen ilgili kıtasını alalım:
“Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.”
Burada Âkif, Türk milletinin bastığı, yaşadığı, vatan olarak bellediği her yerden bahsediyor. Bu cennet vatanın içine mesela Muş, Malazgirt, İstanbul giriyor mu girmiyor mu? Oralar Türk toprağı, Türk vatanı değil de gavur vatanı mı?
Malazgirt Meydan muharebesinde şehit olan atalarımız gavur toprağında mı yatıyor, yoksa kendi vatanımızda mı? Orası Anadolu olmuyor mu? 13. Yüzyılda Anadolu içlerine kadar yayılan Moğol istilasına karşı koyan ve vatanlarını korumak için savaşan Türkler Anadolu topraklarında yatmıyor mu? Yine değişik zamanlarda gelen Haçlı sürülerine karşı savaşıp şehit düşen atalarımız Anadolu topraklarında yatmıyor mu? İstanbul’un fethinde şehit olan atalarımız Türk vatanında mı yatıyor yoksa gavur toprağında mı? Daha neyi sayalım? Çanakkale savaşlarında şehit olan 60.000 civarındaki vatan evladı nerede yatıyor acaba? İstiklal Marşı’nın yazıldığı Şubat 1921’e kadar Anadolu’da biz şehitler vermedik mi? Mütareke döneminde, mesela 15 Mayıs 1919’da Yunan ordusu İzmir’e ayak bastığından itibaren şehit vermedik mi? Yalçın Küçük, ilkokul çocuklarının bile bildiği şeyleri ya bilmezden geliyor ya da başka şey biliyor.
[1] Yalçın Küçük, Çöküş, Mızrak Yayınları, İstanbul 2024, s.12
[2] Yalçın Küçük, Çöküş, Mızrak Yayınları, İstanbul 2024, s.44
[3] Yalçın Küçük, Çöküş, Mızrak Yayınları, İstanbul 2024, s.96
[4] Eşref Edip, Mehmet Akif, Hayatı Eserleri ve Yetmiş Muharririn Yazıları, hzl. Fahrettin Gün, Beyan Yayınları, İstanbul 2024, s.135
[5] Eşref Edip, Mehmet Akif, Hayatı Eserleri ve Yetmiş Muharririn Yazıları, hzl. Fahrettin Gün, Beyan Yayınları, İstanbul 2024, s.222
[6] Faruk Nafiz Çamlıbel, “Abdülhak Hâmid’i Nasıl Tanıdım”, Yedigün, S.448, 1947
[7] Yalçın Küçük, Çöküş, Mızrak Yayınları, İstanbul 2024, s.12
[8] Safahat, İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul 1977, s.555
[9] Safahat, İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul 1977, s.85
[10] Safahat, İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul 1977, s.379
[11] Safahat, İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul 1977, s.380
[12] Safahat, İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul 1977, s.381
[13] Safahat, İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul 1977, s.390
[14] Safahat, İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul 1977, s.396
[15] Yalçın Küçük, Çöküş, Mızrak Yayınları, İstanbul 2024, s.54
[16] Yalçın Küçük, Çöküş, Mızrak Yayınları, İstanbul 2024, s.56
[17] Sebilürreşad, 25 Teşrin-i Sani 1336-15 Rebiülevvel 1339, C .11, S.464, s.249-259; Abdülkerim Abdülkadiroğlu – Nuran Abdülkadiroğlu, Mehmed Âkif’in Kur’an-ı Kerim’i Tefsiri, Mev’ıza ve Hutbeleri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1991
[18] Safahat, İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul 1977, s.409
[19] Yalçın Küçük, Çöküş, Mızrak Yayınları, İstanbul 2024, s.62
[20] Yeni Adam, 25 Mart 1937, S.169, s.10-11
[21] Tevbe suresi, Ayet Nu: 40
[22] (Yeni) Sebilürreşat, Ekim 1957, C .II, S.254, s.58-59
[23] www.pamukkale.gov.tr
[24] Nasuhî Dede (Hasan Basri Çantay,” Ey Müslümanlar! Esir Kardeşlerinizi Düşününüz”, Sebilürreşad, C.19, S.472, Mart 1921, s.31-34
[25] Yalçın Küçük, Çöküş, Mızrak Yayınları, İstanbul 2024, s.62-63
[26] Yalçın Küçük, Çöküş, Mızrak Yayınları, İstanbul 2024, s.63
www.ilesam.org.tr
http://www.ilesam.org.tr/sdetay.asp?did=159
Yorumlar
Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz...
Yorumunuzda avatar çıkması için gravatara üye olmalısınız!
Additional comments powered by BackType