SanatLog.com 1 Yaşında!
SanatLog’un Kısa Tarihi
SanatLog Nasıl Kuruldu?
Geçen sene bu zamanlar aldığım bir mail ile başladı her şey… Limk sitelerinin mucidi (TRT Radyo’daki röportajda da böyle söylemiştim değil mi?) Özer “Wrzl” Dölekoğlu idi mailin öbür ucundaki kişi. Aşağı yukarı iki yıldır, sinefil78.blogcu.com adresinde, Klasik & Kült Filmler üzerine sinema incelemeleri yazıyordum arkadaşlarımla birlikte ve kendisi orijinal bir iş olduğunu ve ilgilendiğini belirtti. Bu şu demek oluyordu: Yazar arkadaşlarım ile birlikte Limk sitelerine katılmamı öneriyor, her türlü teknik desteği de sağlayacağı sözünü veriyordu. Açıkçası çok mantıklı bir öneri idi bu ve hemen kabul ettim. İlk başta salt kült klasikleri yazmaya devam edip etmeyeceğimizi sordu; yoksa sanat üzerine genel bir site mi olmalıydık? İkinci şık daha cazip görünüyordu. Hemen karara vardık ve sitenin adını belirlemeye geldi sıra. “SanatLog” ismi de Özer’in önerisidir; doğrusu oldukça hoş bir isim.
Bu doğrultuda, yaklaşık iki hafta içerisinde sistemi kurdu Özer. Oldukça hoş bir tema ayarladı ve gerekli eklentileri montajlayıp her şeyi rayına soktu. Bana düşen ise yepyeni bir yazar topluluğu oluşturmak ve yeni yazarlar bulmaktı. Kolları sıvadığımı çok iyi anımsıyorum.
SanatLog kurulalı 6 ay bile olmamıştı ki haftada ortalama 7000 ziyaretçisi ile hızla gelişti ve olgunlaştı. Hemen o tarihlerde de 2009 Blog Ödülleri’nde, kültür-sanat kategorisinde Türkiye 3. olduk. Artık düzenli okuyucusu olan bir sanat sitesiydik, uzatmaya gerek yok… Yanı sıra Blogküme’nin teklifini de onayladık.
SanatLog 1 yıl içerisinde kadrosunu sürekli yeniledi; bu, esasen belirli ve sürekli kemikleşmiş bir yazar kadrosu olmadığını gösterir. Farklı dönemlerde farklı yazarlarca katkıda bulunulan bir sanat sitesiyiz, hepsi bu.
Ama özellikle teşekkür etmemiz gereken kişiler var:
Özer “Wrzl” Dölekoğlu… İlk başta teşekkürü hak eden kişidir, emekleri ortada. Sanata ve bizlere desteği için çok çok teşekkürler. Sağolsun…
Wherearethevelvets… sinefil78.blogcu.com’da birlikteydik, halen de birlikteyiz. Entelektüel yazıları SanatLog’un en çok okunan yazıları arasındadır. Teşekkür ediyorum O’na…
Melike Karagül… Artık yazamasa da çeşitli oluşumlarda siteyi sahiplenmiş ve tanıtımını yapmıştır. Sevgilerimi yolluyorum. Varolsun…
Kusagami… Çekik gözlü olmayan samuraydır. Sinemayı çok seven, nitelikli yazıları ile hep yanımızda olacak olan kişidir. Uzakdoğu arşivi övülesidir. Candır…
Calderon de la barca… Avrupa sinemasına hakim bir klasikseverdir. Zaman bulup fazla yazamasa da birikimi geniştir. Criterion delisidir. Dostumuzdur…
Operadaki Sessizlik… SanatLog için çeviri yapacaktı sözde, hiç vakti olmadı; fakat her zaman her konuda yardımı oldu. Halen bazı konularda danışıyorum kendisine. O şimdi asker…
Utku Atalay… Yaratıcı fotoğraf çalışmaları ile SanatLog’u renklendirmiştir. İleride daha çok katkısı olacak. Sağolsun…
Gamze Kuzu… Coşkulu ve güzel edebiyat yazıları ile aramızda. İngiliz edebiyatı okuyor şu an. Yine kayıplarda…
Emin Saydut… Yeni yazarlarımızdan. İlgi çekici, kışkırtıcı metinler kaleme alıyor. Uzun soluklu aramızda görmek istediğimiz kişidir…
Zekeriya S. Şen… Yeni kalemlerden. “World Music” uzmanı kısaca. SanatLog’a çok katkısı var. O da uzun süre aramızda olmasını istediğimiz bir yazardır.
Moderatörler: Persona ve Azaplanca… SanatLog’daki yorumları modere eden bu iki dost, hep yanımızda. Ayrı ayrı teşekkür ediyorum…
Diğer konuk-yazarlarımıza da teşekkürü bir borç bilirim. Hepsine selamlarımı, sevgilerimi iletiyorum. Yazmasalar da birçoğunun SanatLog’u takip ettiğini adım gibi biliyorum. Arada ortaya çıkıyorlar zaten… Sanal ortamda her vakit sağlıklı bir iletişim kurulamadığı için bazı yazarlarla görüşemiyorsak da sorun değil, yazı ve sanat ortak bir paydadır ne de olsa.
Siz okuyuculara (SanatLog’a link veren site/blog sahiplerine de) ayrıca teşekkür ediyorum. Biliyorum, yorum yazmıyor, okuyup kaçıyorsunuz; ama ziyanı yok. Sizleri seviyoruz… “Tek teselli yazı” demişti Orhan Pamuk “Kara Kitap” romanında. Bizim için tek teselli önce yazı, sonra okuyucudur mamafih…
Son bir söz: SanatLog.com yeni yazarlarla, röportajlarla, özgün yazı ve haberleri ile yoluna devam edecek…
SanatLog Sayfaları:
SanatLog “Facebook Hayran” Sayfası
SanatLog “Facebook Grup” Sayfası
SanatLog “Blogküme” Sayfası
SanatLog “Bloxoo” Sayfası
SanatLog “Twitter” Sayfası
SanatLog “Siteler Hakkında” Sayfası
SanatLog “Blogged” Sayfası
İletişim:
hakan@sanatlog.com
Yazan: sinefil78 (Hakan Bilge)
hakan@sanatlog.com
SanatLog Yazarlarının “En”leri - “En İyi 10 Film” Listeleri
31 Ağustos 2024 Yazan: admin
Kategori: Film Listeleri & En İyi Filmler, Klasik Filmler, Kült Filmler, Manşet, Modern Klasikler, Sanat, Sinema, Türk Sineması, Yakın Dönem & Günümüz Sineması
Aşağıda, SanatLog yazarlarının kişisel listeleri yer alıyor. Listeler sinema kültürüne dolaysız ve sağlam bir katkıda bulunmasalar dahi, ülkemizde liste meraklısı sinemaseverlerin bir hayli çok olduğunu da biliyoruz. Aynı zamanda, Batı Avrupa ülkelerinde ve Amerika Birleşik Devletleri’nde de sinema yazarları ve eleştirmenleri her yıl veya belirli zamanlarda muhtelif film listeleri hazırlayarak sinema dünyasında bir hareketlilik sağlamaya çalışıyorlar. Dünya çapında geniş ilgi gören ve İngiltere’de yayımlanan sinema dergisi Sight and Sound da sinema eleştirmenleri ve film yönetmenlerine başvurarak liste hazırlama faaliyetini halen sürdürüyor. Evet, altı üstü bir film listesi, deyip geçilebilir; fakat film listeleri kimi açılardan sinemaseverlere, dolaylı da olsa katkıda bulunabilir. Bu nedenle, bir başlangıç olarak “En İyi 10 Film” listeleri hazırladık. Zamanla başka listeleri de SanatLog sütunlarından okuyucularımızla paylaşacağız.Yeniden buluşmak üzere. SanatLog
_________________________________________________________
Sinema yazarlarının, eleştirmenlerinin, hatta yönetmenlerin bile kimi zaman yaptığı, yapmaya çalıştığı en iyi filmlerden oluşan listelerle kimi zaman karşı karşıya kalırız; ancak hiçbir liste tam anlamıyla vazifesini görmez, ki çünkü oldukça kişisel verilere ve yaşantılar üzerine olmalarından kaynaklanır. Bir anlamda sinemanın çok sesliliğini de yansıtan bu film listelerine biz de birkaç nota ekleyelim.
Şahsım adına bu listeyi yaparken oldukça zorlandığımı itiraf etmeliyim (Ne klişe cümle ama?). Ancak kendi yaşantılarım, değer verdiğim yargılar ve bir filmde aradıklarım düşünülünce listeyi yapmak biraz daha kolaylaşıyor, ki genelde herkesin bu konuda fikir ve zikir ayrılıkları yaşaması mümkündür. Bu da karşımıza temel iki problemi çıkarmaktadır. Teknik olarak sinemaya katkıda bulunan filmleri mi alacağız, yoksa ele aldıkları konu açısından zengin bir materyal sunan filmleri mi? Yoksa her ikisiyle derdi olan filmleri mi? Bu sorular beraberlerinde birçok tartışmayı da getirecektir.
Filmleri özellikle varoluşsal, hümanizma, transandantal, psikanalitik etkilerine ve kendilerinden sonraki dönemlere ışık vermeleri açısından ele aldığımı belirtmeliyim.
1- Shichinin no samurai (1954) - Akira Kurosawa
Kurosawa’nın başyapıtı olan Shichinin no samurai adeta cehennemvari bir ortamda geçer, kuralcı ve idealizm üzerine kurulmuş samuray kültürüne karşı, gerçek anlamda hümanist ve insan onuru üzerine kurulmuş bir samuray kültürü ortaya çıkarır. Köylüler bile samuray kahramanlarımızın davranışlarına bir anlam veremezler çünkü alışılageldik samuraylardan epey farklı olan bu kahraman karakterler onları, düzen ve otoritenin olmadığı bir dünyadan korur ve gözetirler. Onlara emeklerine nasıl sahip çıkılacağını ve bunun uğruna ölmeye değer bir vazife olduğunu göstermek için kendileri de birçok fedakârlıkta bulunurlar. Haliyle insanın dış dünyada yaşamadığını sandığı bu insanların mücadelesi zaferle yoğrulmuş bir tat bırakmaktadır. Çoklu kamera kullanımı, yavaşlatılmış sahne çekimlerindeki dramaturji ve 207 dakika boyunca bizleri mıhlayan destansı bir film.
2- Il buono, il brutto, il cattivo. (1966) - Sergio Leone
Once Upon time in the West birçok otorite tarafından en iyi 100 film listelerine alınırken, bu film biraz da üvey çocuk muamelesi görmektedir. Leone’nin sanatının doruk noktasına çıktığı film Bir Zamanlar Batıda olmasına rağmen, bu filmdeki ahlaksal kavramlar ortasında, ismi olmayan karakterlerin dehşet ve ölüm saçması, bunu spagettiye bulayıp kanunsuz bir dünya yaratması, bunun üstüne Amerikan iç savaşını arka zemine yerleştirmesi romantik bir İtalyalının gözünden, samuray jargonunu kullanarak Meksika tarzı üçlü düello eşliğinde, Morricone ezgili bir şiddet operasına dönüşmesi şüphesiz bu listeye girmesi için benim için yeterli bir sebep teşkil ediyor. Uzun bir cümleye sığmayacak kadar uzun bir film ve para’nın etrafında dolanan üç anti kahraman…
3- Oldboy (2003) - Chan-Wook Park
Sinema tarihi böyle bir intikam görmedi, şu ana kadar yapılan filmlerde dolaylı yoldan yapılan ensest çağrışımlar bu filmde vücut buldu. Yönetmenin fütüristik çalışması, insanoğlunun en derin arzularına iniyor, bunu aynı şekilde en ilkel arzuları kullanarak -intikam- yapıyor. Güney Kore sinemasını nerdeyse imgesel olarak tanıtan film aynı şekilde ülke sinemasının şahlanmasını da sağlıyor. Oldboy sıradan bir intikam filmi değil, aynı zamanda olağanüstü görselliğiyle bir yasak aşk silsilesini kullanan psikanalist yaklaşımıyla ister teizm ister politeizm olsun insanın ilk günahına temas ediyor.
Her repliği nerdeyse aforizma niteliği taşıyan film, bir ahtapotun canlı bir şekilde nasıl yeneceğini de öğretiyor.
4- 2024: A Space Odyssey (1968) - Stanley Kubrick
Seçtiğim filmlere baktığım zaman nerdeyse alternatif bir 10 listesi oluşturacak yönetmenlere değinmişim. Bu film yerine A Clockwork Orange ya da Dr. Strangelove da olabilirdi. Ancak 2024’i seçmemin nedeni bilim kurgu dünyasına adeta ilham veren, felsefeyle yoğrulmuş ve insanın köklerine (Oldboy’un psikanalitik köklerle benzer aslında) antropolojik bir bakış açısından bakmasıdır. Aslında insanlık tarihini 2 sahneyle özetleyebilen kaç film biliyorsunuz ki? Bu sahne bile bu listeye alınmasındaki en temel gerekçelerden biri olabilir. Ama değişim ve halen iki ayak üzerinde yürümeye çalışan çarpık medeniyetin döngüsel olarak anlatımına, Also sprach zarathustra (Böyle Buyurdu Zerdüşt) eşliğinde bir giriş yapılıyorsa bilin ki köklerimize sadece Darwinist bir evrim olarak değil, aynı zamanda ahlaki bir evrim gözüyle de bakılıyor. ‘’Hal’’ böyle olunca insanın gelecek üzerine kaygıları ve uzayı istila etmesi durumunda karşısına çıkacak yapay-zekâları endişe etmeden duramıyor.
5- Tôkyô monogatari (1953) - Yasujiro Ozu
Minimal sinemanın virtüözünden, Japon toplumuna adanmış muhteşem bir ağıt (muhteşem ve ağıt?). Hareket etmeyen ve ‘tatami’ (Japon minderi) üzerine yerleştirilerek gerçek anlamda bir Japon bakışı elde etmeye çalışan film, kendisine şimdinin ve geleceğin Japon kültürünün nasıl bir endişe içerisinde olacağını gösteriyor. 2. dünya savaşından sonra (filmin 1950 yapımı olması da çok ilginç) meydana gelen hızlı değişim ve gelişim beraberinde sancılı bir süreci getirecektir. Bu değişim o kadar hızlı ilerler ki kuşaklararası boşluklara ve haliyle geleneksel kültüre yabancılaşmış bir nesiller ordusu ortaya çıkarır. Buna ayrıca toplumdaki korku ve endişelerin artması, ana-babaya saygı, kuşak çatışmaları, yaşam-ölüm vefa-sadakat gibi kavramlarda zerk edilir. İnsanın içini burkan yaşlı anne ve babanın uyumsuzluğu değil aslında, aile yapısındaki çözülme ve uyumsuz bir şekilde evrimleşen toplumdur biraz da.
Nasıl ki Kurosawa’nın, Shichinin no samurai ile yapmış olduğu Jidai-geki sinemasının bütün formüllerini içeriyorsa, aynı şekilde Tokyo Monogatari’de Gendai-geki sinemasının bütün geleneksel söylemlerini içermektedir.
6- Vertigo (1956) - Alfred Hitchcock
Hitchcock’un altın çağı olarak da bilinen 1950–1960 arası dönemden istediğiniz filmi ele alıp listenize yerleştirin, kimse ses etmeyecektir. Bu, filmlerdeki gerilim veya korku unsurundan ziyade çok katmanlı psikanaliz çözümlemeleri, homofobik, androjenik, homoseksüelite, psikanalitik karmaşalar, ahlak devinimleri ve benzersiz bir şekilde özne-nesne ilişkisine dayanmaları ortak özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Bunların şaşırtıcı tarafı birçok eserin farklı kitaplardan uyarlanmış olmaları ve filmlerin bu eserlerin ünlerini geride bırakmalarıdır. Ancak Vertigo’nun sunduğu alan bu açıdan bakıldığında diğer filmlere nazaran daha geniş bir bakış açısı sunmasıdır. Filmin yapısı aslında sinema tarihindeki erkek-kadın ilişkilerinin özüne inmiş ve bu açıdan bir arketip oluşturmuştur.
7- Det sjunde inseglet (1957) - Ingmar Bergman
İnsan nedir? Varoluşu neye dayanır? Film orta çağda geçen haçlı seferinden dönen ve yaşamı sorgulayan bir şövalyenin sorularını yanıtlamaya çalışıyor. Ama benzer şekilde bazı cevaplara da ulaşmasına rağmen sorgulamaya devam ediyor. Kimileri için tanrının varoluşu ya da varolmayışı, ontolojik açıdan bir değer taşısa da dikkati çeken şey bu filmde ölüm ile satranç oynayan şövalyenin tanrının var olduğunu bilmesine rağmen sorgulamaya devam etmek için ölümden zaman istemesidir. Bergman’ın çocukluğundaki dini yetiştiriliş tarzı ve Rus edebiyatındaki (özellikle Dostoyevski) kasvetli anlatım filmin her karesine sinmiş durumda. Varoluşu aşkın ve sevginin içerisinde bulan Rus romanlarındaki karakterlere Bergman neşeyi de eklemeyi ihmal etmiyor. İnsanın sirküler ve kümülatif sorularına birkaç soru daha ekliyor.
8- Modern Times (1936) - Charlie Chaplin
1936 senesi ve halen zamana, teknolojiye, sese direnen bir sinema ortaya çıkarmaya çalışan Şarlo’nun ‘Asri Zamanlar’ı halen güncelliğini tazeliğini ve evrensel mesajını korumaktadır. İnsanın en büyük derdi yine kendi yaratmış olduğu makinelerdir, fabrika patronlarıdır, kör adalettir. Makineler arasında sıkışmışlık, insanlar arasındaki sıkışmışlıktan ve sınıf ayrımından farksızdır. Adaletin görmeyen ve dengesi bozulmuş terazisini değiştirmeye çalışmıyor Şarlo, sadece parmağını (bastonunu) bu meselelere dokunduruyor ve çarenin yine insanın içinde olduğunu göstermeye çalışıyor. Bu açıdan bakıldığı zaman Lang’ın Metropolis’i ütopik olarak bir son hazırlarken, Şarlo’nun Asri Zamanlar’ı daha gerçekçi bir raddeye ulaşıyor, haliyle Modernizm ya da Fordizm eleştirisinden çok daha öteye taşınıyor meseleler.
9- Trois couleurs: Bleu (1993)
Trzy kolory: Bialy (1994)
Trois couleurs: Rouge (1994)
İnsanoğlunun temel elementleri nasıl birbirinden bağımsız düşünülmez ise Kieslowski’nin ‘’üç rengi’’de birbirinden bağımsız düşünülemez. Fransız bayrağındaki renklerin anlamından yola çıkarak insanı tinsel açıdan masaya yatıran filmler, aynı zamanda bu tinselliğin bedensel, toplumsal ve ahlaksal konumuna dikkat çekiyor. Adalet, eşitlik, özgürlük kavramlarını nasıl olması gerektiğinden çok bu kavramların sınırları nelerdir? Sorusunu yönlendiriyor. Ve insanı içinden çıkılmaz bir Girit labirentinin ortasına koyuyor. Ve ipin ucunu da kadın karakterlerinin eline veriyor.
10- Pather Panchali (1955) - Satyajit Ray
Bengalli (şimdiki Bangladeş) yönetmen Satyajit Ray’in hem kendisinin hem de apu üçlemesinin ilk filmi olan Yol Türküsü’nün nerdeyse her karesinden bir hümanizm fışkırmaktadır. Akira Kurosawa’nın Ray hakkındaki düşüncelerine değinecek olursak:
‘’Bir Satyajit Ray filmi izlememiş olmak bu dünyaya gelip de, ay ve güneşi görmemekle eşdeğerdir.’’
Film büyük bir yaşam ve ölüm üzerine söylenmiş bir manifesto niteliği taşıyor. Apu’nun dünyası bizim dünyadan farksız değildir. Yaşam kadar ölüm de vardır ve ölüm kavramı bir kabullenişlik bir yaşam yansımasıdır. Tıpkı Apu ve ailesinin yaşadığı köyün etrafındaki göl gibi. Yaşam her zaman buradan yansır ve o güzelim trenler hep bir şeyler taşır. Bu film aynı zamanda ‘’Bakın bizlerde bu dünya da yaşıyoruz bizler de aynı havayı teneffüs ediyoruz’’ diye bağırmaktadır. Mahşeri bir ortamda böylesine bir yaşamın varolmasını yadsımamız (kimi zaman şaşırmamız), şimdiki dünyanın bir tür ötekileştirme politikasından başka bir şey değildir.
Üzülerek belirtmeliyim ki kimi filmleri elemek zorunda olmak ya da ‘liste’lememek bir ötekileştirmek değildir. Bu nedenle listeye almak istediğim ama alamadığım birkaç filmi de liste olarak eklemek istiyorum:
Ran, A Clockwork Orange, Chunking Express, Les Enfants Du Paradis, Psycho, Otto e Mezzo, Ugetsu Monogotari, Stalker…
_______________________________________________________
Her liste kusurlu olduğuna göre aşağıdaki listenin de kusursuz olma gibi bir iddiası yok. Konu kişisel olunca elbet, bu filmleri seçmemin belirgin bir nedeni olduğunu söyleyebilirim. Yıllar geçti, binlerce film izledim ben de sizin gibi; fakat “sevdiğim filmler” sıralamasında çok önemli değişiklikler olmadı bugüne değin. Çok ufak değişiklikler veya ışığına kapıldığım başka filmler… Öyle çok uzun açıklaması yok.
Alfabetik Olarak:
1} 2024: A Space Odyssey (1968, 2024: Uzay Macerası) - Stanley Kubrick
[Uygarlık tarihinin; kısacası insanın kökeninin, özel mülkiyetin, teknolojik ve bilimsel ilerlemenin sinemasal izdüşümü...]
2} Bronenosets Potyomkin (1925, Potemkin Zırhlısı) - Sergei Eisenstein
[Sessiz Sinema döneminin öncü filmlerinden… Tarihsel olarak yükselen bir sınıfın, preletaryanın despotik Çarlık rejimine karşı kustuğu öfke…]
3} Cet obscur objet du désir (1977, Arzunun O Belirsiz Nesnesi) - Luis Bunuel
[Arzunun nesnesi ulaşılmaz, karanlık ya da belirsiz değildir; ulaşılamayan “anne bedeni”dir…]
4} Citizen Kane (1941, Yurttaş Kane) - Orson Welles
[Ses, sinematografi ve kurgu sanatını modern anlamda inşa eden şaheser…]
5} Det sjunde inseglet (1957, Yedinci Mühür) - Ingmar Bergman
[Egzistansiyalist felsefenin görsel kıvama ulaşmış hali…]
6} Week End (1967, Hafta Sonu) - Jean-Luc Godard
[Avant-garde sinemanın, yeraltı sinemasının politika ile harmanlanıp katastrofik bir dünyaya uyarlanması…]
7} Otto e mezzo (1963, Sekiz Buçuk) - Federico Fellini
[Sanatsal yaratıcılık ve üretim prosesinin aşamaları üzerine bir film…]
8} Psycho (1960, Sapık) - Alfred Hitchcock
[Story-board’un zaferi… Modern korku sinemasının öncüsü…]
9} Sunset Blvd. (1950, Sunset Bulvarı) - Billy Wilder
[Klasik film noir’ın stil araçlarının Hollywood yapım siyasetini sorunsallaştırmak için kullanılması…]
10} Zerkalo (1975, Ayna) - Andrei Tarkovsky
[Bir spritüalistin “kendi ayna”sına bakınca gördükleri üzerine bir öykü…]
şeklinde oluşuyor benim en sevdiğim 10 film.
Çok fazla zorlanmadım bu listeyi yaparken; çünkü biri çıkıp sorsa idi, yine bu filmlerin ismini verirdim. Fakat beş yıl sonra gelip sorsanız, bu 10′luk listede mutlaka ufak tefek değişiklikler olacaktır. Nedeni basit: Filmler gibi seyirciler de aynı kalamıyorlar…
sinefil78 (Hakan Bilge)
hakan@sanatlog.com
____________________________________________________
1. Before the Rain, Milcho Manchevski
Kelimenin, yüzün ve resmin anlamını deşen bir film.
2. Three colours: White, Krzysztof Kieslowski
Bu üçlemeye ne desek boş zaten, ama beyaz bana hep üçlemenin sonucu (ve aynı zamanda nedeni) gibi görünür.
3. Edward Scissorshand, Tim Burton
Her şeyden öte film değildir kendileri. Bir var olma hikayesinin görsel mekana kare kare oturtulması ve yedinci sanatın en üst şahaserlerinden biri olunması durumudur.
4. Masumiyet, Zeki Demirkubuz
Haluk Bilginer’in esrarlı monologu.. “Bu kaltakla aynı mahallede büyüdük… o gün bugün usul usul yürüyorum işte.”
5. Fight Club, David Fincher
Baş döndürür..
6. Züğürt Ağa, Nesli Çolgeçen
Türkiyelinin hiç bitmeyen dramının iki saatlik özeti…
7. El Laberinto del Fuano, Guillermo del Toro
Masalların En Güzeli..
8. A Clockwork Orange, Stanley Kubrick
Özgürlük nedir? Her istediğini yapmak mı? Esas olanı yapmaya muktedir olmak mı?
9. Selvi Boylum Al Yazmalım, Atıf Yılmaz
Sevgi Emektir?!..
10. Ying Xiong; Hero, Yimou Zhang
En güzel epik filmlerden biri..
Emin Saydut
eminsaydut@sanatlog.com
______________________________________________________
En Sevdiğim 10 Film
Cyrano de Bergerac
Edmond Rostand’ın tiyatro oyununun şu ana kadar yapılan en başarılı yorumu bu film. Özellikle son dakika bir dedikodudan dolayı Oscar’ı alamayan Gerard Depardieu muhteşem bir performans sergiliyor. Franca Squarciapino’nun kostümleri ise aklıma kazınmış durumda.
Tous Les Matins du Monde
Alain Corneau yönetiminde, Fransız yazar Pascal Quignard’ın romanından uyarlama bir film. Günümüzde de yaşadığımız sanat-popüler kültür çatışmasına 17. yüzyıl perspektiften bakan Monsieur de Sainte Colombe’in hayatını ele alan enfes müziklerle bezenmiş bir başyapıt.
Delicatessen
Marc Caro ve Jean-Pierre Jeunet ikilisinden türünün ilk örneği olan karanlık, mizah dolu, ürkütücü bir film. Her karesi görsel bir şölen.
The Shining
Stanley Kubrick’in dehasını kanıtlayan psikolojik gerilim türünün en iyi örneklerinden biri.
A Clockwork Orange
Stanley Kubrick’in olaganüstü sinemasal zekasının Anthony Burgess’in muthiş edebi zekasıyla buluştuğu şaheser bir film. 9. senfoninin, singin’ in the rain’in cok farkli bir formatta kullanıldığı akıllara kazınan bir eser.
Amadeus
Peter Shaffer’in kaleminden çıkıp Milos Forman’ın görselliği ile bütünleşen, klasik müzik sevmeyenlerin, film sonu hemen CD almasını sağlayan unutulmaz sahnelere haiz bir başyapıt.
Mulholland Drive
David Lynch dünyasının en güzel içsel karanlığına sokulan, bazen anlaşılan bazen yoruma açık olan modern sinemanın en güzel örneklerinden biri.
Europa
Bir Lars Von Trier şahaseri; inanılmaz haz veren görsel anlatımı filmin dikkat çeken sadece bir halkası.
Salo o le 120 giornate di Sodoma
Pier Paolo Pasolini’nin en son şaheseri. Marquis de Sade’ın “120 Days of Sodom” adlı romanının cesur bir yorumu. İzlemesi zor ama sanatsal değeri büyük.
Match Point
Son dönem Woody Allen sinematografisinin en dikkat çeken ürünlerinden biri. Gerilimin bu kadar güzel ve keyifle işlendiği bir başka film yok.
Zekeriya S. Şen
muzik@tikabasamuzik.com
_________________________________________________________
Not: Yukarıda, SanatLog yazarlarının listelerine aldıkları filmlerden bazıları daha evvel SanatLog sütunlarında analiz edilmişti. Okumak isteyenler için linkleri verelim:
1) Oldboy
2) 2001: A Space Odyssey
3) A Clockwork Orange
4) Shichinin no samurai
5) Det sjunde inseglet
6) Selvi Boylum Al Yazmalım
7) Il buono, il brutto, il cattivo
Psycho
9) Delicatessen