The Kite Runner (2007, Uçurtma Avcısı)
Derya Arslan’a Sevgilerimle…
“Senin için bin tane olsa yakalarım.”
Monarşinin son yıllarından başlayıp Sovyet işgali ile devam eden sürecin arkasından Taliban rejiminin diktalığının hâkim olduğu coğrafya Afganistan… Bu süreci yaşayan günümüz Afganistan’ını gerçekçi bir bakış açısıyla anlatan Uçurtma Avcısı, her ne kadar farklı dünyaya ait olsalar da birlikte büyüyen iki çocuğun, Emir ve Hasan’ın, yaşamlarının ve kaderlerinin nasıl kesiştiğini, geçmişiyle geleceği arasında sıkışan, hala kendi iç muhakemesini veren Emir’in gözünden trajik bir şekilde anlatmaktadır… Arkadaşlık, dostluk, kardeşlik, ihanet, yalan ve sadakatin bedeline ilişkin olduğu kadar, zengin bir kültüre ve doğal güzelliklere sahip Afganistan’ın bakir topraklarının nasıl yok edildiğine, yaşanan insanlık trajedisine tanık olacaksınız. Tüm bu yaşananları romanında aşama aşama çok iyi anlatan Khaled Hosseini, bir çocuğun gözünden olayları daha iyi lansettirmiştir…
Romanın içeriğinden kısaca bahsedersek: Kabil’in zengin ve nüfuzlu Peştun bir tüccarın oğlu Emir, babasıyla olan katı mesafesini, annesinin onu doğururken ölmesine bağlamaktadır. Aslında Emir’in pısırık, çekingen ve tutuk davranışları, atak, cesur, girişken babası için işkence gibidir… Onun gibi bir babaya sahip bir oğulun bu derece pısırık olması, babanın kanayan yarasıdır aslında. Aynı zamanda Emir’le birlikte büyüyen ve kâhyanın oğlu olan Hasan ise babanın tam istediği bir oğul örneğidir. Emir’i sürekli Hasan’la kıyaslaması Emir’in psikolojisini bozmuştur. Bu durum ilerleyen günlerde Emir’in, Hasan’ı babasıyla arasındaki mesafenin sebebi olarak görmesini sağlayacaktır. Her ne kadar hor görülen bir Hazara olsa da Hasan, o kadar sadık, bağlı ve iyi niyetlidir ki, sahibi için her türlü fedakârlığa, zorbalığa katlanacak kadar… Bu noktada belirtmek isterim ki, Hazaralar Kabil’de istenmeyen, sürekli hor görülen ve bir hayvandan farkı olmadığına inanılan bir etnik azınlıktır. Hazaraları yanında bulunduran Peştunlar eğer zengin ve nüfuzlu değilseler o toplumdan aforoz edilmektedir. İşte böyle bir ortamda Hasan ile arkadaşlık etmeye çalışan Emir, anti-sosyal bir çocuktur. Hasan’ın onu koruduğuna inandığı için onunla vakit geçirmektedir. Ki içinde Hasan’ın Hazara olmasından kaynaklanan bir muhakeme vardır. Can alıcı olayların başladığı yer: Emir’in babasının gözüne girmek için mükemmel bir fırsat olarak düşündüğü uçurtma yarışmasıdır. Dönemin vazgeçilmezi olan bu yarışmada Emir’in amacı babasının rekorunu kırmaktır. Tabii, cahilliğinden dolayı hor görüp alay ettiği; ama bir türlü vazgeçemediği Hasan’ın zekâsıyla… “Senin için bin tane olsa yakalarım Emir Can…” demesi, Emir’e ne kadar sadık ve bağımlı olduğunu gösterir. Ta ki, tam bir Hazara düşmanı sadist, pedofilik tecavüzcü kişilik Assef’le karşılaşıncaya kadar… Assef, Alman asıllı bir anne ve Peştun bir babanın çocuğudur. Gençlik yıllarında Hasan gibi diğer çocuklara yapmış olduğu kötülükleri (işkence, tecavüz…), Taliban yetkilisi olarak da devam ettirmiştir. Tüm sadistliği ve acımasızlığıyla… Assef ile Hasan’ın arasında geçenler ve bu süreçte yaşananların Emir’in üstündeki sosyo-psikolojik etkilerini, Emir’in monarşi Afganistan’ından ABD’ye uyum sürecini başarılı bir dille anlatan yazar, Emir’in olgun yaşına rağmen geçmişinin iç hesaplaşmasını, Hasan’a yaptığı en büyük kötülüğün onu, yarışma günü, korumamış olmasından dolayı hayatının en büyük darbesini yemesine göz yumduğu için kendisini affedememesini, babasının yakın arkadaşı Rahım Khan’ın telefonu üzerine tekrar Afganistan’a dönen Emir’in: “Yeniden iyi biri olmak mümkün. Bir kez daha yukarıya, ikiz uçurtmalara baktım. Hasan’ı düşündüm. Baba’yı, Ali’yi, Kabil’i… Her şeyi değiştiren o 1975 kışına kadar olan yaşamımı. Her şeyi değiştiren ve beni bugün neysem o yapan kışı…” hikâyesini olaylar zinciri şeklinde etkileyici bir şekilde anlatmıştır yazar.
Baba: “… Mollalar ne derse desin, yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. O da hırsızlıktır. Onun dışındaki bütün günahlar, hırsızlığın bir çeşitlemesidir… Bir insanı öldürdüğün zaman yaşamını çalmış olursun. Karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı çalmış olursun. Yalan söylediğinde birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun…”
Bu romanda öncelikle Soğuk Savaş dönemindeki ABD-SSCB çekişmesini bariz bir şekilde görebiliriz. Baba karakterinin Rus düşmanlığı, Amerika hayranlığı, sömürgecilik sonrası yeni sömürgecilik dönemi, kültürler arası çatışma, iç savaş, göç, küreselleşme gibi konulara farklı perspektiflerle “öncesi”ni ve “sonrası”nı değerlendirme olanağı sağlamaktadır. Her ne kadar Amerikan yanlısı olsa da roman, gerçekçi bir tutum sergilemektedir aslında.
Afganistan doğumlu Amerikalı yazar Khaled Hosseini’nin ilk romanı olmakla birlikte bir Afgan tarafından İngilizce yazılmış ilk roman olması açısından önemlidir. Ayrıca 2024 yılında yayımlanan bu roman New York Times’ın en çok satanlar listesinde birinci olmuştur. Bununla birlikte uluslararası çok satanlar listesine girmiş, sekiz milyona aşkın kişi tarafından okunmuş, hem 2024 hem 2024 yılında Penguin/Orange Readers’s Group Ödülünü kazanmıştır. Yazarın best-seller olan bu eseri, maalesef aynı etkiyi sinemada izleyiciye verememiştir.
The Kite Runner’ın yapımcılığını Sam Mendes, Walter F. Parkes ve Laurie MacDonald’ın gerçekleştirmiş, senaryosunu ise “25th Hour”ve “Troy”daki çalışmasından tanıdığımız David Benioff ile Khaled Hosseini beraber yazmışlardır. Yönetmenliğini Marc Foster’ın yaptığı bu 2024 yapımı filmde, Benioff ile Foster ikinci defa karşılaşmışlardır “Stay” den sonra. Bir ABD yapımı olmasına karşılık filmin büyük bir bölümünde karakterler Afganistan Farsçasıyla konuşmaktadır. Best-seller olacak kadar etkileyici bir kitabın bu derece kötü bir uyarlaması tamamen, benim tabirimle, “based on faciası” diyebilirim size. Bir solukta okuduğum bu kitap tamamen yönetmenin talihsizliğine uğramıştır. Uçurtma Avcısı’nın etkileyici hikâyesi yönetmenin kaderci, itici üslubuyla can vermiş adeta… Her ne kadar teknik açıdan değerlendiremesem de eksikleri açık bir şekilde anlaşılabiliyor: Küçük oyuncuların performansı dışında, hikâyeden kopuk sahneler, önemli karelerin geçiştirilmesi, örneğin Sovyet işgalinden üstünkörü bahsedilip, ABD’nin can alıcı düşmanı Taliban’ın bile ayrıntısından kaçınılmış. Ayrıca Taliban tarafından yasaklanan uçurtma yarışmasının önemsizce geçiştirilmesi, olayların ikinci aşaması olan Emir’in, Hasan’ın çocuğu Sohrab’ı ABD’ye götürmeye çalışırkenki mücadelesi yok denilecek kadar silik alınmıştır. Kitabı okumayan biri için belki ilginç gelebilir, ki öyledir, tecavüz sahnesinden başka etkileyici kısmı yoktur; ama okuyan için gerçekten can sıkıcı olabiliyor. Kitabı okuyanların kapıldığı büyü filmi izleyince kayboluyor diyebilirim. Kitabın ABD yanlısı olduğundan bahsetmiştim; ama filmde ABD’yi cennet gibi gösterecek kadar ısrarcı olunması ise ilginçtir. Bu durumun yönetmenden kaynaklandığını film üzerine yapılan şu eleştiri ile ispatlayabilirim sanırım:
“Ezber bozmak bir yana yoğun ahlakçı klişeler yüzünden, anlatmaya çalıştığı hikâyenin güzelliği gölgede kalan bir film. Belki de, Afgan topraklarından kopup gelen bir ismin çok daha fazlasını katabileceği, doğru yönetmenini bulamamış, kopup boşluğa giden bir uçurtma gibi…“
Bunun üzerine söylenecek bir söz olmasa gerek, değil mi?
Yazan: Melike Karagül