Av Mevsimi (2010, Yavuz Turgul)
3 Şubat 2024 Yazar: Editör
Kategori: Sanat, Sinema, Türk Sineması, Yakın Dönem & Günümüz Sineması
İnsan av, ölüm onun avcısıdır.
Geçmişinde yetenekli oyuncuları, usta yönetmenleri, başarılı kalemleri, sinema âşıklarını, emekçileri barındırmış olsa da Yeşilçam, vefasızlığı ile de ünlüdür. Para kazansın kazanmasın, ünlü olsun olmasın sinemaya emek vermiş nerdeyse tüm isimler aynı vefasızlığa kurban gitmişlerdir. Bu isimlerden Hüseyin Zan derme çatma bir tezgâhta balıkçılık malzemesi satarak geçimini sağladığı Çınarcık’ta geçtiğimiz yıllarda kimsenin haberi olmadan ölmüştür. Yüzüne aşina olunan ancak ismi bilinmeyen Yadigâr Ejder’in parkta donmuş cesedi bulunduğunda birkaç gündür hiçbir şey yemediği anlaşılmıştı. Sinemamızın ‘’kötü adamlarından’’ Erol Taş’ın, sağlığında kahvehanesinde müşterilere çay götürmek zorunda kalmış olması, üzücü değilse nedir? Filmleri hala izlenme rekorları kıran Kemal Sunal’ın ölüm yıldönümünde mezarı başında yalnızca ailesi bulunuyordu. Yılmaz Güney’in sineması ile yapmaya çalıştıklarının tersine ucuz siyasete alet edilmeye çalışılması ise tek kelimeyle ayıptır. Geçtiğimiz günlerde bir röportajında Cüneyt Arkın ‘’Biz dükkân bir şey yapmadık. Bilmiyorum, çok uzun yaşarsam sefalet içinde kalabilirim.’’ diyor. Düşünün, Türk sinemasının en büyük aktörlerinden birisi nasıl böyle şeyler söyleyebiliyor? Bir Robert De Niro, Al Pacino geçinmek için ‘’bir dükkân’’ açmış olmayı ister mi acaba? Örnekler uzatılabilir ancak en basit Hollywood filmlerine ağzı açık bakarak, başyapıt muamelesi çekip, sıradan oyuncuları övmekten bıkmayan bir ‘’sinema yazarlığı ve izleyici’’ geleneğimiz varken, Türk sinemasının klasikleri kıyıda köşede kalmışken vefasızlığın aslında hepimizde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Şener Şen bir röportajında, ‘’Polisiye bizde çok iyi örnekleri olan bir tür değil. Hatta böyle bir gelenekten bahsetmek zor… İyi senaryo, bütün dünyanın sıkıntısı.’’ derken Cem Yılmaz da ‘’Polisiye, hayranı olduğum bir tür değil. İyi film, bende türden önce geliyor. “Vay be katil hiç tahmin etmediğim biri çıktı” gibi filmlere hiç eğilimim yok. Bizim filmin de buna oynadığını düşünmüyorum. Beni ilgilendiren işin bulmacasından ziyade karakterlerin gerçekliği… Seyirciye de böyle seyretmelerini tavsiye ediyorum.’’ diyerek basit ve tipik bir polisiye izlemeyeceğimizin ipuçlarını veriyor.
Dünya sinemasına Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni gibi muhteşem bir başyapıt hediye eden yönetmen bugünleri görmüş olacak ki, günümüzün ‘’beğenmezük’’ tayfasına yaranmak adına çizgisinden taviz vermeyerek doğru bildiği yolda yürümeyi başarmıştır. İzleyenler hatırlayacaktır, ‘’entelektüellerin’’ kendisini yok saymasına dayanamayan aşk filmlerinin aranan yönetmeni Haşmet, toplumsal içerikli bir film yaparak ‘’eleştirmenlerin’’ takdirine, hiç olmazsa eleştirisine mazhar olmak istemektedir. Yavuz Turgul ‘’Av Mevsimi’ filminde birkaç kişiye yaranmak adına güzel film yapma çizgisinden vazgeçmemiştir. Örneğin, ancak ‘’rakı ile papara’’ sahnesini yazabilen bir yönetmen, ‘’Avcı’’nın karısının ‘’ben gidince’’ diyerek kocasına bırakacağı ‘’defter’’ sahnesini yazıp çekebilir. Büyük ustanın ellerinden saygıyla öpmek gerektiğini söylemekten başka bir şey yapamıyorum, ne yazık ki.
Hollywood yıllarca bizlere polisiye film adına başına buyruk, söz dinlemeyen, asi, çılgın, kadın düşmanı ve deliliğin sınırlarında dolaşan kişileri ‘’karizmatik’’ unvanıyla pazarlamış ve pazarlamaya devam etmektedir. Bu karakterlerin gerçek hayatta karşılığının bulunmaması bir yana, en azından bizim coğrafyamızda bu tür karakterlere yer yoktur. Bir Dirty Harry, bir dedektif Riggs, ‘’Cobra’’ Cobretti tadında, kütüphaneye veya arşive giderek olayla ilgili tüm literatürü birkaç saat içinde tarayarak okuyan, özümseyen ve anlayan dedektiflerimiz ya da saatlerinin alarmını kurup ‘’üç dakikamız var’’ diyen suçlularımız yoktur.
Yalnızca bizde değil tüm dünyada da bir olay genellikle, günümüzde teknik araçlar yaygınlaşmış olsa da çevrenin araştırılması, tanıklarla görüşme ve ifade alınmasıyla çözülür. Şüpheli polisi fark edince kaçar, hatta polise ateş edecek cürete sahip olur ancak yakalanınca bülbül gibi konuşur ve sorgu odasına girince kuzu gibi olur. Savcı karşısında el pençe divan durmayan kimse yoktur. Polise diklenen karakterin gerçek hayatta karşılığı yoktur. Suçlumuz da budur, polisimiz de. Hepsi bu coğrafyanın adamlarıdır.
Tipik Hollywood polisiye filmleri ve pıtrak gibi çoğalan ‘’Olay Yeri İnceleme’’ dizileri Av Mevsimi filminde eleştirilmekten kurtulamamışlardır. Ceylan’ın yatağının başında Battal’ın ‘’bu sefer de olmadı deme’’, “vay be, nasıl gördün amirim” veya “bu ne dikkat avcı” gibi sözler, İdris’in zoraki bir biçimde ‘’ben bir tuvalete gideyim, geliyorum’’ demesi ve akabinde hasta kızın odasına girmesiyle cinayetin sebebinin öğrenilmesi, kızın vücudundan yalnızca tırnaklarının altında en önemli delil olan ve cinayeti doktora bağlayan deri parçalarını barındıran kolun bulunması, Battal’ın, İdris’e kesintisiz bir biçimde korunan evine nasıl girdiğini sorunca ‘’askerliğimi özel tim olarak yapmıştım’’ cevabı vermesi Hollywood filmlerinde sık rastlanılan ‘’tesadüfî’’ gelişmelerin eleştirisine örnektir. Tipik Hollywood polisiyesinde bulunan delilin ne kadar absürd olursa olsun olayın çözümüne katkısına, kahraman polislerin hemen her yere havalandırma boşlukları veya kanalizasyon şebekesinden girebilmesine ve ekip liderinin mutlaka görevi dışında uzmanlık seviyesinde ilgilendiği birkaç hobisinin olmasına -ki olayın çözümüne bunlar daha fazla katkıda bulunur- asla şaşırılmaz ancak yerli film izleyince bunlara tu kaka denilir.
Hollywood işi polisiye filmler ve yaratılan karakterler gerçek hayatta karşılığı olmayan tüm karakterler idealize edildiği fantezi tiplemelerdir. 11 Eylül olayları esnasında ikiz kulelerde kalan yüzlerce insan olayın ilk anında gayet soğukkanlı bir biçimde, cam kenarlarında bekleşiyordu. Kahraman ordunun ve itfaiyenin mutlaka onları kurtarmaya geleceğinden emin olarak sigara yakanlar bile vardı. Umutları tükenmeye ve çaresizlikle yüz yüze gelince pek çok insan yaşadıkları hayal kırıklığı sonucu kendisini onlarca metreden aşağıya bırakmıştır. Kendilerine bu hayal kırıklığını yaşatanlara isyan edercesine… Veya Irak’ın işgaliyle sonuçlanan savaş sırasında, filmlerde iğne deliğinden geçtiğini gördüğümüz uydudan güdümlü akıllı ‘’tomahawk’’ füzelerinin hedefi vurma oranlarının yüzde dört ila on arasında olmasına ne demeli?
Av Mevsimi filminde cinayeti çözmeye çalışan üç polisin hayatları bir daha eskisi gibi olmayacak şekilde değişime uğrar. Görevi gereği Anadolu’nun pek çok yerini gezmiş, vazgeçmeyi bilmeyen, emekliliğine sayılı günler kalmış şüpheciliğiyle ünlü Avcı, somut gerçeklerle hareket etme olanağı kalmayınca sezgileriyle hareket etmek zorunda kalır. Bunun üzerine şüpheli olduğunu düşündükleri zengin aile, nüfuzunu kullanarak baskı yapar. İlişkilerini sınırlarda yaşayan tam bir delibozuk İdris, baskıya direnemeyen amirlerinin, baba olarak gördüğü Avcı’yı fırçalanmasını hazmedemeyince olayın çözümü için canını ortaya koyar. İdris, ölürken yaptığı ‘’bakış açınızı değiştirin’’ hareketini ‘’gözüme soka soka’’ seyirciye yapmıştır ve demek istediği ‘’izlediğiniz bir Hollywood polisiyesi değildir ve hiçbir Hollywood filminde polis canı pahasına bir olaya girmez.’’ Bunu o kadar belirgin yapmış olmasına karşın hareketi üstüne almayan seyirci garip yorumlarda bulunabilmektedir.
Sorgulama teknikleri konusunda teorik bilgiye sahip polis sahnesi Das Leben der Anderen (2006) ile gösterdiği benzerliği sevdiğim Av Mevsimi filminin Avcı’sı, filmin en güçlü karakteri olmasına karşın ukala, burnu havada fantezi bir karakter değil. Şener Şen Ikiru (1952) filmindeki mahalleye park yapılması ya da çöplerin zamanında toplanması için bürokrasiyi hızlandırmaktan başka elinden bir şey gelmeyen emektar memur rolünde oynuyor. Bunun bir hata değil yönetmenin tercihi olduğunu anlayamayan seyircinin filmden beğeni ile ayrılmamasını normal karşılamak gerekir.
Cinayet masası dedektiflerinin ‘’Hollywood tarzı’’ olmadığı eleştirilebilir ancak emekli dedektiflerin geçinemeyince kahvehane işletiyor olması, emektar bir polisin veda yemeğinin yine emekli bir polisin işlettiği kahvehanede yapılıyor olması veya parmak izi dosyasının olay yerine olayı soruşturan komiser tarafından götürülmüş olması yeterince gerçek değil midir?
Erkeklerdeki kadın düşmanlığı, siyah-beyaza yakın çekimler, katilin bulunmasına karşın mutlu sonla bitmemesi, zincirleme ölümler ve dış sesin kullanımı gibi noktalarda kara-film geleneğine yaklaştığını düşündüğüm Av Mevsimi Kazım Koyuncu’ya saygı duruşunda bulunmasıyla bile yeterince seveceğim bir film olmuştur. Cem Yılmaz isminden dolayı filme ilgi gösteren, Yavuz Turgul’dan habersiz günümüz seyircisi beklentilerini karşılayacak tipik Hollywood polisiyesi veya komedi filmi bulamayınca hayal kırıklığına uğradığını ve film hakkında olumsuz yorumların kaynaklandığı düşüncesindeyim. Cem Yılmaz karakterini hakkıyla oynamış, karakter ile bütünleşmiş ve kendisine hayran bırakmıştır. Seyircinin her sahnede ‘’gülünecek’’ bir şey araması Cem Yılmaz’ın güçlü oyunculuğunu görememesine neden olmuştur.
salimolcay@hotmail.com.tr
Yazarın diğer yazılarını okumak için şu sayfaya bakınız.
Yorumlar
Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz...
Yorumunuzda avatar çıkması için gravatara üye olmalısınız!