Sinema
3 Ağustos 2024 Yazar: Editör
Kategori: Sanat, Sinema, Türk Sineması
Sinema iki kuşak boyunca en büyük eğlence oldu. Sinema önlerinde kuyruklar oluşur, biletler karaborsaya düşer, yaşı sinemaya gidecek kadar büyük olmayanlar artist kartlarıyla oyunlar oynar, daha büyükler oyunlarında filmlerden esinlenir, gençler artistlere özenir, taklit eder, sevgililer sinemada buluşur, her yerde sinema konuşulurdu.
Sinema tam bir oyundu; ciddiye alınır, kötüler yuhalanır, kahramanlar alkışlanır, bütün mahalle bir süre aynı filmi yaşar, yaşamına anlam katardı. Hatta Yakup Kadri’nin Panorama (1953) romanında, “Genç kız, bu dünyaya yalnız Hollywood’un selüloit şeritleriyle bağlıydı. Sevebileceği delikanlılar, benzemek istediği genç kızlar bu şeffaf kurdelalardan beyaz patiska perde üstüne akseden gölgelerdi. Bir dere, bir ağaç, bir bahçe, bir deniz kıyısı, bir mehtaplı gece eğer bu perdenin dışında ise, ona hiçbir şey söylemiyor, hiçbir duygu, hiçbir heyecan vermiyordu. Sevim, sinemada görmediği ve sinemadan öğrenmediği hiçbir harekette bulunmak, hiçbir İş yapmak istemezdi,” diye anlattığı tipler vardı. Üstelik halk çocuklarından da bu dünyaya kapılanlar çıkmıyor değildi. Mitolojiden romana, tanrı-kahramanlardan sıradan insanların konu edinilmesine uzanan tarihsel sürecin gerçekçilik açısından bir benzerini kendi içinde yaşayan sinema da daha günlük olay ve tipleri işlemeye başladı ve büyüsü başka biçimler almaya, “Çirkin Kral” gibi yeni idoller doğmaya başladı.
Sinemanın kısa tarihi, fotoğrafın 1839′da bulunmasından sonra hareketli filmler çekip göstermeye yönelik birçok girişimin ortaya çıkışıyla başladı. Edison’un kinotoskop’u ilk satışa sunulan gösterim aygıtı oldu. Lumiere kardeşlerin geliştirdiği sinematograf elle çalıştırılabiliyor ve 10 kg’lık ağırlığıyla her yere taşınabiliyordu. İlk gösterilerini 28 Aralık ı895′de Paris’te yaptılar. Edison filmleri vodvil niteliğindeyken Lumiere kardeşler dünyanın çeşitli yerlerinde belgesel veya haber niteliğinde filmler çekiyorlardı. Sinemaya özgü anlatım olanakları geliştiren Fransız filmciliği kısa sürede dünyaya yayıldı ve sinema kendi başına sanayi ve ticaret sektörü haline geldi.
Sesli sinema ı9ı9′da Lee De Forest’in patentini aldığı buluşla çektiği filmleri 1923–27 yıllan arasında özel salonlarda göstermesiyle başladı. Tekniği pahalı bulan şirketler sesli sinemaya direndiler. ı926′da Warner Bros’un gösterime soktuğu müzikli ve popüler şarkıların söylendiği filmden sonra 15 ay içinde Amerikan sineması sesli filme geçti. Sesli film müzikal ve canlandırma filmlerinin de başlangıcı oldu. İlk renkli filmler ise elle boyama tekniğiyle üretiliyordu; ı929–32 yıllan arasında geliştirilen yöntemle renkli filmler yaygınlaştı.
Türkiye’de ilk film gösterimi Sponek Birahanesi’nde oldu, ilk salon gösterimi ı908′de Tepebaşı’ndaki eski Şehir Tiyatrosu komedi binasında gerçekleşti. Abdülhamid saray halkına tiyatro seyrettirirken, Mehmed Reşad sinema seyrettirirdi. Osmanlı Devleti’nin kurduğu ve başına Weinberg’i getirdiği Merkez Ordu Sinema Dairesi Türkiye’de ilk yerli film olan Himmet Ağa’nın İzdivacı’nı 1916′da çekti. Bu film savaş nedeniyle bitirilemeyip ı9ı8′ de Fuat Uzkınay tarafından tamamlandı. Sedat Simavi Pençe ve Casus (ı9ı7), Ahmet Fehim Mürebbiye ve Binnaz (ı919) filmleriyle Türk sinemasını başlattılar. ı922′den sonra Türk sinema ve tiyatrosuna damgasını vuran Muhsin Ertuğrul oldu. ı929 yılında Hollywood filmlerinin Ankara’da gösterimi başlamıştı:
“Eski Ankaralı da Hollywood’un bedialarını görmeğe geliyor ve fevkalade bir sahne karşısında kaldı mı:
-Vış… diyerek hayretini gösteriyor,” (Muhit, Sayı: ı 4, Aralık ı929).
Üçüncü Dünya sinemasının yükselişi ı960′larda oldu. Bu dönemde Türkiye’de sinema salonları mahallelere kadar girmişti. Localı ve birinci mevki, kadife perdeli lüks salonlardan, aileler için metal masaların yerleştirildiği, park sandalyelerinin dizildiği ‘yazlık’ açık hava sinemalarına kadar uzanan sinema, katırlarla taşınan makinelerle yaylalara kadar çıkıyordu. Yerli ve yabancı film gösterileriyle sinemalar ilk planda ikiye ayrılıyordu. Yeşilçam kendi starlarını yaratmış, neredeyse her haftaya yeni film yetiştiriyordu. Bu ilgi ve görselliğin etkileyici gücü nedeniyle sinema, iktidarca halen sansür döneminde tutuluyordu.
Sinemanın büyüsü önce televizyonla bozuldu. Sonra 1970′lerde başlayan seks furyası ile sinema ‘aile’ eğlencesi olmaktan çıktı. Bugün dünya piyasasıyla birlikte Türkiye de Hollywood’la bütünleşmiş durumda ve sinemaya gitmek ancak baba harçlığıyla göze alınacak kadar pahalı. Sinema salonlarında belli yaşın üstünde seyirci çok nadir; kitapların ucuz popüler baskılarının yapılması gibi, çocuk sahibi olanlar da filmlerin bir iki yıl sonra televizyonda oynatılmasını bekliyorlar.
Bu yazı Kudret Emiroğlu’nun Dost Kitabevi Yayınlarından (2002) çıkan “Gündelik Hayatımızın Tarihi” isimli eserinin ”Sinema” başlıklı bölümünden alıntılanmıştır.
odessa on Paz, 20th Oca 2024 1:14 am
çok iyi bir değerlendirme.