Üçüncü Mevki: 4. Sayı
“Edebiyat da bizi birleştiremeyecekse, yaşamayalım.” dedik ve yola koyulduk. Her tür şiire, öyküye, yazıya, farklı fikirlerde yazarlara-şairlere yer vermeye çalıştık sayfalarımız yettiğince, birçok arkadaşımızın ilk ürünlerini yayımlayarak “fanzin” görevimizi yerine getirmeye çalıştık, yepyeni güzel insanlarla tanıştık, havalar da güzel gitti bu sene, her şey iyiydi, güzeldi, sistem dışında. Bugün 4. sayısını çıkardığımız “Üçüncü Mevki” Aralık ayında son sayısıyla edebiyat ortamına veda ediyor, bunun sebebi tamamen sistemin getirdiği malî zorluklar. Cebimizdeki harçlıklarla ancak bu kadar dayanabildik, affınıza sığınırız. Mektubumuzun sonuna gelirken 4. sayımızda neler var neler yok söylemek isteriz.
Üçüncü Mevki’nin 4. sayısının şairleri; Seyhan Kurt, Ertuğrul Rast, Müge E., Dilek Değerli, Tevfik Hatipoğlu, Ayşegül Öztürk, Mehmet Kahraman, Ahmet Testici, Kübra Yüzüncüyıl, Ahmet Seven, Mert Öztürk ve Rasim Demirtaş. Öykücülerimiz; Gökçe Özder, Tutku Tuncalı ve Ali Güney. Bu sayının söyleşisini Ertuğrul Rast, Seyhan Kurt ile gerçekleştirdi. Nitelikli bir söyleşi olduğuna inancımız tam. Daha önce de bizlerle olan Leyla Karaca Tok bu sayıda bir denemesiyle aramızda. Aykut Ertuğrul, Flan O’brien’in “Üçüncü Polis”ini ve Fadime Gençoğlu, Murat Gülsoy’un “Baba, Oğul ve Kutsal Roman”ını yazdı. Fatih Dere her sayımızda olduğu gibi bu sayıda da film yazılarına devam ediyor. “Ulis’in Bakışı”na yakın temas var şimdi de. Son olarak; Gore Vidal acayip şeyler söylemiş vakti zamanında, biz de bu sözleri çevirdik.
Üçüncü Mevki’ye ulaşabileceğiniz yerler:
İstanbul (Beyoğlu) - Mephisto
İstanbul (Beyoğlu) - Simurg Sahaf
İstanbul (Kadıköy) - Mephisto
İstanbul (Cağaloğlu) - Ana Yayın Dağıtım Kitabevi
İstanbul (Fatih) - Ağaç Kitabevi
Ankara (Kızılay) - İmge Kitabevi
Ankara (Kızılay) - Kurtuba Kitap Kafe
Ankara (Kızılay) -Tayfa Kitap Kafe (Selanik Sokak’ta)
Konya - Çizgi Kitabevi
Konya - Hüner Kitabevi (Rampalı Çarşı en alt katta)
Eskişehir - Adımlar Kitabevi
Bursa - Seriyye Kitabevi
Kapitalizmin Soytarısı: Cem Yılmaz
Gülmenin İdeolojik Çözümlenmesi
Charlie Chaplin’in “Modern Zamanlar” filmi ile Cem Yılmaz gösterileri arasındaki fark, komedi ile post-modern soytarılık arasındaki farka en iyi örneklerden biridir.
“Bir insanın nasıl güldüğünden terbiyesini, neye güldüğünden zekâsını anlarsınız.” der Rumi. Önce gülen kişinin nelere güldüğü ile zekâsı arasındaki ilintiye bakmak gerekir, ama bu kesinlikle eksik kalır. Nelere gülündüğü ile gülen bireyin duyarlılığı da zekâ etmenine eklenmelidir. En basit örnekten yola çıkarsak, karda kayıp düşen birine aptallar bıyık altından gülerler. Bu kadar basittir bir aptalı güldürebilmek. Aptallık bir yana duyarsızlık da gereklidir zor duruma düşmüş birinin haline gülebilmek için. Oysa zekâ düzeyi yüksek olup bunu derin bir vicdan ile harmanlayabilen kişi karda kayıp düşen birine gülmez, hatta gider yerden kaldırır gerekirse. Yani: Gülebilme Katsayısı= 1/ Zekâ+ Duyarlılık
Demek ki kendi derdinden başkasını önemsemeyen, dünyayı kendi egosunun etrafında dönüyor zanneden, çok çalışıp burjuvaziye maksimum kâr elde ettirdikçe kendisine lütfedilen ücretli köleliği ile barışık, ömrünü tüketim katsayısına bağlamış kapitalizmin aptal sürü bireyi için gülebilmek zor değildir. Bu sürüyü güldürenler de aynı ideolojik havuzdan beslenen, zekâsını ve yeteneğini “şeytana satmış” ve böylece ömrünü lüks spor otomobil ve güzel manken kadın tüketimine endekslemiş kişilerdir. Bunlar monarşi döneminde erki elinde bulunduran kralın yanındaki soytarıların günümüz versiyonlarıdır. Bugün erki elinde bulunduran burjuvaziye soytarılık edip suya sabuna dokunmadan sistemin aptallaşmasından hoşnut olduğu, soru sormasını, sorgulamasını, eleştiri yapmasını istemediği yığınları sabun köpüğü güldürülerle iyice edilgenleştirirler.
Devekuşu Kabare’nin “Yasaklar” oyunu ile Cem Yılmaz gösterileri arasındaki fark, komedi ile post-modern soytarılık arasındaki farka apaçık delildir.
Ne var ki sabun köpüğü güldürülerin alıcısı da özenle üretilmiş bir sürüdür. 80 darbesi sonrası 24 Ocak Kararları ile yürürlüğe sokulan liberal politikalar, toplumun bilinç yapısını kökten değiştirmiş ve kendini tüketimlerinin niceliği ve marka değerleri üzerinden tanımlayan güdük kafalar yontmuştur. Bu güdük kafaların kendi güdük güldürücülerini yaratması ve beslemesi de kaçınılmazdır. Yani Cem Yılmaz da 24 Ocak kararlarının nihai ürünlerinden ve aynı zamanda uygulayıcı aparatlarından biridir.
İhsan Yüce’nin muhteşem senaryosu ile Kemal Sunal’ın “Kibar Feyzo” filmi ile Cem Yılmaz gösterileri arasındaki fark, komedi ile post-modern soytarılık arasındaki farkın aleni ispatıdır.
Kibar Feyzo’da ağa Şener Şen ile maraba Kemal Sunal arasındaki:
“Faşo nedir lo!”
“Valla agam, beyle ibne kimin, puşt kimin bir şey”, diye süren diyaloğa bir bakın, bir de:
“Koğuşta iki yüz erkekle yatıyorum”…(Kendi kendine salakça sırıtış)…”Sorun, hepsi benden memnun kalmıştır” diye devam eden Cem Yılmaz’ın pespayeliğine bakın bir de…
Peki sizce sahne bezirgânı Cem Yılmaz nedir?.. Valla agam, beyle…
Ekim 2024
sekoengo@gmail.com
Yazarın diğer yazıları için şu sayfaya bakınız.