Kıyı: 282. Sayı
İçerikten seçmeler:
Esat Akıncı – Sahi Biz Neyle Uğraşıyoruz
Hikmet Aksoy – Karikatür
Remzi İnanç – Sezai Karakoç’la Necip Fazıl’a Gittiğimizde
İsmail Uyaroğlu – Hücreden Cevap (Şiir)
Ahmet Günbaş – İnce Ayar (Şiir)
Hüseyin Atabaş – Dil, Din ve Dünya Düzeni
Mehmet Kıyat – Tuzaklar ve Sıfırın Beli (Şiir)
Kemal Yalçın – Anadolu’nun Sesi Ruhi Su 100 Yaşında
Ömer Akşahan – Yıllıklara Bir Bakış
Ömer Faruk Hatipoğlu – Minnet (Şiir)
Ümit Tarı – Stefan Zweig’in “Montaigne”i
Ayten Mutlu – Biz İnsanlar (Şiir)
Hakan Bilge – Femme Fatale: Hiç Kimsenin Kadını
Başak Tuncel – Her Sayı Kıyı’da Bir Şair
Mor Taka: 19. Sayı
10 Mart 2024 Yazan: Editör
Kategori: Deneme, Dergi & Fanzin, Duyurular, Edebiyat, Eleştiri, Sanat, Sinema, Sinema Dergileri, Yakın Dönem & Günümüz Sineması
İçerikten seçmeler:
nizar kabbani’den şiirler – 4
küçük iskender/ pirinç devrimi (şiir) – 9
dosya/ çocuk ve sinema – 13
hüseyin alemdar/ sıkışık7 – 14
hüseyin peker/ çocuk ve sinema – 16
asuman susam/arkadaşımın evi nerede – 17
niyazi bulut / sine-masal-çocuk – 19
mazhar alphan/ sinema ve çocuk ilişkisi – 21
aslı durak/ keşke çocuk olsaydım – 22
niyazi karabulut/ mısır sinemasında çocuk yüzler – 23
ulus baker/ toplumsal tip olarak çocuğun sinemada temsili – 24
erkan ayçam/ bir belgeselci tahlili – 30
enver uzun/ rus sinemasında çocuk – 31
jorge luis borges/ elhamra (şiir) – 36
37 – erdal sarıçam/ türk sineması’nda çocuk ve çocuk oyuncular
41- esra terzibaşı/ safyürek sinema
43 – çocuklar için sinema
44 – nilüfer pembecioğlu/ çocuk ve sinema
45 – yüksel yılmaz/ çocuk, röroloji sinema
46 – iran’da çocuk sineması, çeyrek asır
48 – hakan bilge / savaşın çocukları
52 – kemal bulut/ trabzon’da sinema günleri
54 – ayla aksoyoğlu/ çocuk ve resim
Kaos GL: 129. Sayı
Kaos GL #129 – Mart-Nisan, 2024
Madun konuşabilir mi?
Dosya yazarlarımızdan Serhat Celâl Birdal’ın hatırlattığı bir Spivak sorusu ile açıyoruz dergimizin sayfalarını: Madun konuşabilir mi?
“Ötekiler/Madunlar/Dışarıda Bırakılanlar” dosyamız, madun olmanın çeşitli bedenlerine bürünmüş yazılarla derlendi. “Madun kimdir?” sorusunun bin bir yanıtını arayarak, sanırım en çok şu sorunun yanıtını bulduk: Madun kim değildir?
Konuklarımız Serhat Celâl Birdal, Cihan Ertan, Nazan Üstündağ, Mehmet Can, Tuma Çelik, Hatice Çevik ve Helin Şahin… Dosya, Murat Köylü tarafından BDP Mardin Milletvekili Erol Dora; Emre Terekli tarafından Hasankeyf’ten atılanlara dair Berkay Kuyzu ve Elodie Eda Moreau ile yapılan söyleşilerle ses buluyor.
Dergiyi, Fransa’nın eşcinsel evlilikleri üzerine güncel tartışmalarını “Demokrasinin Yeni Eşiği: Herkes İçin Evlilik” yazısıyla dergiye taşıyan Tolga Bilener; Kahraman Çayırlı’nın “James Baldwin ile Cahit Zarifoğlu’nun sevgili olduğunu düşünsene! Olamaz mıydı?” sorusunu/sonucunu çıkardığı Tamer Sağır söyleşisi taçlandırıyor.
Canım Ailem sayfasının konuğu, bize lezbiyen kardeşini anlatan Canan Küçük; futbol sayfasının konuğu, futbolu bizlere yeniden tarifleyen Osman Bulugil; Kütüphane sayfasının yazarı “Cinselliği Kuramlaştırmak” ile Yıldız Tar oluyor. Hakan Bilge, “Kadının Gölgesinde İğdiş Edilen Erkek”; Zeynep Yanki, “Aile, toplumun en küçük faşizan kurumudur.”; Rebeca Sevilla, “Eğitim, ama kimler için?” ve Zafer Kıraç, “LGBT Mahpuslar” yazıları ile dergiye can veriyor.
Söyleşi sayfalarında Umut Güner, “Kayıp Şehir” dizisinin Duygu’su Ayta Sözeri’yi; Nevin Öztop, güçlendiren şarkılar üzerine Cenk Erdem’i, Hayriye Kara, gey mülteci Kasra’yı; Ömer Akpınar, İslam, göç ve LGBT’ler üzerine Ludovic Mohamed Zahed’i ağırlıyor.
“Feminizm”, 130. dergimizin dosya konusu… Bu sayfalarda buluşmadan önce, 16-17 Mart tarihlerinde Türkiye, Sırbistan, Arnavutluk, Tunus, Cezayir, Lübnan, Mısır, Ermenistan, Bosna Hersek, Hırvatistan, Gürcistan, Yunanistan, Kosova, Makedonya ve Filistin’den kadınların bir araya geleceği 2. Uluslararası Feminist Forum’da görüşmek üzere!
İçindekiler
“Müziği çekip alırsan hayatımdan yaşayamam, solarım.”
Arap, Müslüman, HIV+ ve eşcinselim, sırada ne var?!
“Mutsuz olacağına, yalnız ol” diyor bu şarkılar…
Cinselliği Kuramlaştırmak
Futbol, Reklâm ve Cinsiyetçilik
Demokrasinin Yeni Eşiği: Herkes İçin Evlilik
Kadının Gölgesinde İğdiş Edilen Erkek
Nasıl ve nerden başlayacağımı bilmiyorum. Çok dağıldım…
Madunu Dinlemek
LGBT Gündem
Bölgesel Ağ
Homofobi Karşıtı Buluşma
ARKA SOKAKLARIN BİBLOSU!
Mavi Yeşil Dergisi: 80. Sayı
Mavi Yeşil Dergisi 80. Sayısında…
Mavi Yeşil dergisi 80. Sayısına ulaştı. Bu sayımızı Gülce Gören’le açıyoruz. Gören, Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm adlı romanında büyülü gerçekçilik ve köy olgusunu ele alıyor. Yüzyıllık Yalnızlık’ta Marquez’in başvurduğu büyülü gerçekçilik Sevgili Arsız Ölüm’le karşımıza çıkıyor. İlker Aslan Görünür Olmayanı Görmek adlı yazısında gözlerin insana oyununu, politika halk ilişkisini, Jose Saramago’nun yapıtlarından yola çıkarak sorguluyor. Gülnihal Keleş, Gürpınar’ın Deli Filozof adlı yapıtını felsefi açıdan inceliyor. Hakan Bilge, Türk İşi Gangster Filmleri adlı yazısıyla sinemamızın aksiyon türünde Hollywood eksenli dönüşümünü ele alıyor. Feyza Nur Karaağaçlı, divan şiirimizin aykırı sesi Nef ’i’yle birlikte Osmanlı şiirinin duygu ve düşünce bakımından anonim olmaktan çıkması ve “ferdileşme” ye başlamasını konu ediniyor. Mavi Yeşil soruyor; Bedir Acar, Sefa Koyuncu ve Seyid Çolak ülkemizde kültür sanata bakışın gazetelerinde yönettikleri kültür sanat sayfalarındaki yansımasını yanıtlıyor. Muhammet Çoruhlu, bireyin ben’inin oluşumunu ve özgürlük edimi algısını sorguluyor. Ömer Kalafatçı bir Dostoyevski incelemesiyle aramıza katılıyor. Gülşah Şişman, Bahtiyar Vahapzade’nin şiirinde zaman algısını açımlıyor. Hilal Yılmaz, insana ve sosyal yaşama edebiyat açısından yaklaşıyor. Roald Dahl’ın bir öyküsünü Gülce Gören çevirisiyle sizlerle buluşturuyoruz. Bir diğer öykücümüz Dilara Ayşe Akdeniz. Şiirleriyle de Sezgin Taş, Fırat Caner, Filiz Beyaz, A. Uğur Olgar, W. B. Yeats (Ertuğrul Rast’ın çevirisiyle), Sebahattin Demirci, Altay Taşkın, Yunus Emre Ayvaz, Hatice Çay aramızdalar. Dergimizin yazarı Hasan Öztürk, bu sayımızın size ulaştığı günlerde, “Okur Kitaplığı” yayınları arasında çıkan Aynadaki Rüya adlı üçüncü kitabıyla edebiyatseverlerle buluşmuş olacaktır.
80. sayının içindekiler
Sevgili Arsız Ölüm’de Büyülü Gerçekçilik/Gülce GÖREN… 2
Güz Yanığı / Sezgin TAŞ… 5
Görünür Olmayanı Görmek/İlker ASLAN… 6
Deli Filozof ve Gürpınar/Gülnihal KELEŞ… 8
Şiir Yazmayı Unuttum/Fırat CANER… 11
Türk İşi Gangster Filmleri (1)/Hakan BİLGE… 12
Uçurtma/Filiz BEYAZ…14
“Ben” : Nef ’î/Feyza Nur KARAAĞAÇLI… 15
Bedir ACAR, Seyid ÇOLAK, Sefa KOYUNCU’yla Söyleşi…18
Yörük Kamyonu/A.Uğur OLGAR… 21
Ben ve Özgürlük/Muhammet ÇORUHLU… 22
Ölçüsüz Konuşma için Pişmanlık/William Butler Yeats… 23
Bir Karamazov Kardeşler İncelemesi/Ömer KALAFATCI… 24
Gün Var Bin Aya Değer / Gülşah ŞİŞMAN… 26
Semen / Sebahattin DEMİRCİ… 28
Tahir Bey ve Limonata Bardağı/Hatice ÇAY… 28
Edebiyat, İnsan ve Sosyal Yaşam/Hilal YILMAZ… 29
Doğum ve Yıkım / Roald DAHL… 30
Elif/Yunus Emre AYVAZ… 31
Patik/a/Altay TAŞKIN… 31
Yağmurla Koşarken/Dilara Ayşe AKDENİZ… 32
Sezgin Taş
Perfume: The Story of a Murderer (2006, Tom Tykwer)
19 Şubat 2024 Yazan: Editör
Kategori: Manşet, Sanat, Sinema, Yakın Dönem & Günümüz Sineması
Aşk & Saplantının Doğası Üzerine
“Bir sürü çiçek ama saydırmaya kalkma
Ayrı ayrı kadınlardan koparılmış
Kadınlardan ya hem de bilsen nerelerinden
Kahin-klin kahin-klin
Ben ne kadar öbür çiçekleri denesem
Seninki gül oluyor aralarında.”
(Cemal Süreya, “Türkü”) (1)
Arzu duyan öznenin, arzuladığı haricindekileri dışladığı insansal gerçeği obsesyona (obsession) karşılık gelebilir mi? Tutkuyla saplanılan, varlığın nihaî huzur ve mutluluğu için şiddetle açlık duyulan kişi ve/ya da nesnenin gölgesine iştahla kapılanmak daha derinlerde, yaralayan, bir türlü kavuşulamayan sevgi ve şefkatin dışavurumu olabilir mi?
Kuşkusuz evet. Bu, Patrick Süskind’in Das Parfum (Koku) (2) adlı oylumlu metni için de geçerli bir sorunsaldır. Süskind’in romanı, daha ilk sayfalardan başlayarak sinematografik karşılıkları sezilebilecek ve ilginç temalarıyla içinde kaybolup gidilebilecek bir roman. Yalnız söz konusu sinema olunca ve bunun sinema uyarlaması devreye sokulunca bazen çok da iyi sonuçlar alınamıyor. (3) Çok okunan, büyük tartışmalar yaratan yapıtlar da anında prodüktörlerin ilgi odağı oluveriyor. Söz gelimi İtalyan yazar Umberto Eco’nun Il nome della rosa (Gülün Adı) isimli postmodern anlatısının Jean-Jacques Annaud’un 1986’da çektiği sinema uyarlaması, mezkûr romanın zenginliği, renkliliği düşünüldüğünde çok çekici bir yapıya bürünemiyordu. Philip Kaufman’ın Çek asıllı romancı Milan Kundera’dan uyarladığı The Unbearable Lightness of Being (1988 Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği) ise birçok detayın es geçilmesiyle birlikte kimi özgün ve sinemasal anları içinde barındıran, nadide bir seyirlikti. Evet, Süskind’in romanı da Alman yönetmen Tom Tykwer tarafından Perfume: The Story of a Murderer (2006, Koku: Bir Katilin Öyküsü) adıyla sinemaya uyarlandı ve geçtiğimiz senelerde üzerinde duruldu, konuşuldu ve tartışıldı. Tykwer’ın filmi, büyük bir yapıtın gölgesinde kalma ezikliğini taşısa da görsel (visual) vurgu ve detaylarıyla; detaylandırma açısından sinemasal zaafları bünyesinde barındırsa da Grimm Masalları’nı aratmayan karanlık, masalsı, kuşkulu ve ürkütücü atmosferiyle yine de izlenmeyi ve üzerinde durulup düşünülmeyi hak ediyor. Biz bu incelemede söz konusu sinema filmini temelde aşk sorunsalı olmak kaydıyla, saplantının (obsession) doğası, sevginin kompleks yapısı gibi açılardan okumaya çalışacağız.
“Grenouille’nin bildiği bir şey varsa o da bu kokuyu ele geçirmezse hayatının hiçbir anlamı kalmayacağıydı. En küçük ayrıntısına, en son, en ince dalına kadar tanımalıydı onu; bütünlüğü içinde sırf anısı yetmeyecekti. Bu tanrısal parfümü kara ruhunun hercümercine bir mühür gibi basmak, inceden inceye araştırmak ve bundan böyle bu büyülü formülün kuruluş kurallarına göre düşünmek, yaşamak, koklamak istiyordu.”
( Patrick Süskind, “Koku: Bir Katilin Öyküsü“) (4)
Seksoestetik Jean-Baptiste Grenouille’in (Ben Whishaw) bir ideal uğruna hayatta kalmaya çalıştığını anımsatarak başlayabiliriz. 18. yüzyılın kokuşmuş Fransası’dır bu üzerinde köleliğin ve aristokrasinin birlikte varolduğu coğrafya. Grenouille gençliğini ve kısa yaşamını adayacağı kokunun merkezinde doğduğunda ilk tanıştığı uzam bir balık tezgâhının altıdır. Denizden karaya atılan balık gibi anne karnından dünyaya atılmış, ölüme terk edilmiştir. Bu ölüm-yaşam sınavını köle ordusunun neferi olarak efendisine hizmetini sunarken de verecek olan trajik-kahraman, uğruna yaşamını adayacağı arzu nesnesiyle tam da bu dönemde rastlaşır: Meyve satan güzel mi güzel bir proleter. Tenini koklayıp soluyarak kokusu ve görüntüsünü zihnine kazıyacağı güzel kız. Oscar Wilde’ın, “Herkes sevdiğini öldürür.” (5) sözünü doğrularcasına bir kaza eseri bu kokusunu ömrü boyunca unutamayacağı güzel kızı boğan Grenouille için artık salt bir ideal vardır: Kokuyu, insan kokusunu bir parfüm şişesinde saklama, koruma yetisini kazanabilmek. Buradan itibaren muhtelif detayları hızla geçip Grenouille’in idealine yakından bakalım. Onun çabası güzellik ideasının aşamalarını birer birer katedip en ideale ulaşma çabası olarak nitelendirilebilir. Elbette güzellik ideasının aşamaları parfümün katmanlarıyla doğru orantılı. Estetik ve felsefî anlamda güzellik, soyut bir kavram olması nedeniyle yerine koyulacağı bir diğer kavram ya da sözcüğün ne olduğuna dair ikircikleri de beraberinde getiriyor. Güzellik, eğer aşkın ortaya çıkabilmesi için bir gösterge ise, aşkın zorunlu bir önkoşulu ise, doğru yerdeyiz. Öyleyse, aşkın tetikleyici motivasyonu bir gösterge olarak güzelliktir. Biri olmadan öteki tek başına anlamlandırılamaz; birinin varlığı diğerinin varlığını gerektirir. Güzellik ve aşk birbirine içkindir. Grenouille, ideasına yolculuğunda, usta-çırak ilişkisini de bir basamak olarak değerlendirmeye çalışmış olsa dahi, esasen peşinden koştuğu ideaya bireyselliğiyle ulaşacaktır. Bu da güzellik kavramının göreliliği üzerinde durup düşünmemize fırsat tanıyor. Güzellik aşk ve sevgi için, bağlılık için bir önkoşul olsa da aslında görecelidir. Bu nedenle Grenouille de tıpkı bir tüp veya şişede muhafaza edilen parfüm gibi, kokunun kendisi gibi kendi kozasındadır. Bu koza onun kendi obsesyonunun sınırlarını zorladığı uzamdır. Demek ki güzellik ve aşka, sevgi ve tutkuya, arzu ve şehvete eşlik eden kavram obsesyon olarak beliriyor. Alfred Hitchcock’un Vertigo’sundan (1958, Ölüm Korkusu) bilindik bir psikolojik durum. (6)
Grenouille’in idealine bakabileceğimiz ikinci nokta, arzu-nesnesine ulaşılıp ulaşılamayacağı ile ilintili ortajen bir olguya işaret ediyor. Olabildiğince karmaşık (complex) görünen bu psikolojik durum, İspanyol sürrealist Luis Buñuel’in arzu üretimi dolayımında saplantının satıraralarını okuduğu Cet obscur objet du désir (1977, Arzunun O Belirsiz Nesnesi) veya François Truffaut’nun aşk tutkusunun yanında meşum dişiliğin (femme fatale) yerleşik kimliğine de baktığı La sirène du Mississipi’sini (1969, Evlenmekten Korkmuyorum) refere edebileceğimiz ölçüde geniş ve sağlam sinemasal örnekleri akla getiriyor. Yalnız yine detaylandırmadan ve/ama bu filmlerle ortak paydada buluşturarak idealin ikinci noktasına veya madalyonun öbür yüzüne dönelim biz.
Anımsanabileceği üzere Grenouille, (çilesini dolduranlar gibi) sığındığı bir mağarada ilginç ve çarpıcı bir gerçekle yüzleşir. Şu: Evrendeki kokuları tanıyan, birini diğerinden titizlikle ayırt edebilen bu koku uzmanı kendi kokusunun olmadığını keşfetmiştir! Yıkım budur özetle. Kokusunun olmaması kimi açılardan inancının sert kabuğunun da çatlamasında nedensel bir fonksiyon yüklenir; fakat itici bir kuvvet olduğu da ortadadır. Bu da bizi bütün öykü boyunca erkeklerin pis bir koku saçtığı, kadınların ise tertemiz koktuğu tensel bir uzama götürür. Fahişesi, aristokratı, çobanı, hülasa bu uzamdaki bütün kadınlardan birer parça kopararak, farklı bitkilerde konaklayıp nihaî besine ulaşan işçi arı gibi Grenouille de her kadından devşirdiği kokuyu idealini tamamlayıp eserini seyretmek için kullanacaktır. Sonuç gerçekten de çarpıcıdır! Estet Grenouille’in ideali onu elde ettiği mucizenin (artık ona ‘parfüm’ demek yetersiz kalıyor çünkü) kokusunu hissedip de normal kalamayan insanlığın haz ve coşkudan, aşk ve şehvetten kendini alamadığı gerçeğine ulaştırır. İnsanlığı hazzın doruklarında gezindiren ve fakat çok geçmeden dıştaladıkları mucize, Grenouille için de sonun başlangıcı olacaktır.
Bu ilineksel olmayan son semboliktir. Luis Buñuel ve François Truffaut’nun yapıtlarını anmamızın nedenine gelmiş oluyoruz böylece. Yaşamındaki salt gayeye ulaşan Grenouille’in, mucizesinin kendisi için herhangi bir araçsal fonksiyon yüklenmediğini görünce ölümün trajik gerçeğiyle buluşmaması için de bir neden kalmayacaktır. Yaşamın ölümü de içerdiğini hatırlayınca aslında trajik tanımlaması da geçersizleşiyor. Karşıtlık, aynı kişi ya da nesnede birarada bulunuyor aynı zamanda. Varoluşun anlamının sorunsallaştırıldığı gri-alandır bu. Yaşamının anlamını bahis konusu yaptığımız idealin çekici dünyasına kilitleyen Grenouille, idealine ulaştığı andan itibaren de artık yaşamını devam ettirmesi için dayanıklı bir temel inşa edemiyor. Kurduğu bütün dizge idealin yüksek dizgesidir; gayesi de burada düğümlenmiştir. Gayeye ulaşıldığına göre artık ölüm kaçınılmaz bir sonuçtur, handiyse bir çözüm.
Öyleyse son olarak soralım: Arzunun nesnesi ulaşılmaz mıdır? ‘Öteki’ imkânsız mıdır? Ne arzunun nesnesi ne de ‘öteki’ ulaşılmaz değildir; ulaşılamaz olan anne bedenidir. Ulaşılmaz olanı biteviye çoğaltmak, onun gölgesine koşulsuzca sığınmak ise eni sonu dinsel tapınmayı, coşkusal bir ayini çağrıştıran bir edimdir. Eserini tamamlamayanlar için de sorun oluşturmaya aynıyla devam eder.
Notlar
1) Sevda Sözleri – Bütün Şiirleri, Cemal Süreya, Yapı Kredi Yayınları, 1. Basım, Ekim 1995, İst.
2) Koku: Bir Katilin Öyküsü, Patrick Süskind, Çev. Tevfik Turan, Can Yayınları, 13. Basım, 2024, İst.
3) Das Parfum’ün sinemaya uyarlanamayacağı konusunda görüş beyan eden Stanley Kubrick’i de selamlıyoruz bu vesileyle.
4) Koku: Bir Katilin Öyküsü, Patrick Süskind, Çev. Tevfik Turan, Can Yayınları, 13. Basım, 2024, İst.
5) Reading Zindanı Balladı, Oscar Wilde, Çev: Özdemir Asaf, Epsilon Yayınları, 3. Basım, 2024, İst.
6) Bu filmde nekrofilinin ve dolayısıyla nekrofili psikolojisinin müphem doğası da betimlenmeye çalışılmıştır. Jeffrey’nin (James Stewart) karşı cinse (Kim Novak) duyduğu açlık, temelde Freudyen sembollerle görselleştirilmiştir. Elbette sinemasal imajlar; spiral uzamları, düş ve kâbusları, devasa yapılarıyla baş dönmesinin (vertigo) kaotik ruhsallığına paralel biçimlendirilmiştir.
Hakan Bilge
hakanbilge@sanatlog.com
Yazarın öteki film eleştirileri için tıklayınız.