Koridor Kültür-Sanat-Edebiyat Dergisi’nin Ocak-Şubat Sayısı Çıktı
Koridor Dergisi Ali Apaydın’ın günümüz edebiyat ortamı hakkında kaleme aldığı “Edebiyatın Edebiyatsızlaştırılması” başlıklı yazıyla başlıyor. Bedriye Korkankorkmaz, Vecihi Timuroğlu’nun “İnançları Uğruna Öldürülenler” adlı kitabını inceliyor. M. Hikmet Lüleci’nin bu sayıdaki yazısı da Turgenyev’in “Babalar ve Oğullar”ı üzerine.
Erhan Şimşek ise “Selamsız Postdam” başlıklı yazısında yağmurlu bir gün Postdam’da Sabahattin Ali’nin izini sürüyor. Toprak Işık ve Seher Cesur Kılıçaslan’ın birlikte kaleme aldıkları yazıda da erkek dünyasında kadın algısı işleniyor.
Koridor Dergisinin bu sayıdaki tek ropörtajı ise; Bilkent Üniversitesinin geçtiğimiz günlerde düzenlediği Bilge Karasu sempozyumuna konuşmacı olarak katılan Aron Aji’nin Saliha Arseven ve Melih Mol’un sorularını yanıtladığı ropörtaj.
Bunların yanı sıra bu sayının diğer dikkat çeken yazıları; İlkay Aşık’ın Şeref Birsel’in “Mecnun Dalı” adlı kitabı hakkında yaptığı inceleme, Ahmet Sarı’nın sinemadan edebiyata uzanan geniş bir yelpazede incelediği Baba Modelini içeren “Deha Oluşturma Aygıtı Olarak Baba Modeli” başlıklı yazısı, Onur Avcı’nın Oğuz Atay’ın az bilinen bir romanı olan “Eylembilim” üzerine kaleme aldığı yazı, Sabahattin Ali portresiyle Irmak Unutmazbaş, Fringe adlı dizinin üretici güçler ve üretim ilişkileri bağlamında incelemesiyle Gürkan Abalı, Deniz Hasırcı ‘nın Montaigne hakkında kaleme aldığı “Montaigne’in Özgür Hayat Denemeleri” başlıklı yazısı, Murat Serdar Arslantürk ‘ün “Selam Dünyalı, Dost musunuz?” başlıklı denemesi, sinemada Mockumentary diye adlandırılan türe değinen Özgür İpek imzalı “Gerçeklik Algısı Sarsıntıda” başlıklı yazı, Elif Demirkaya ve Cihan Mürtezaoğlu tarafından kaleme alınan ve İngmar Bergman’ın Persona filminden bir sekansın analiz edildiği “Sessizlik Performansı Mümkün mü?” başlıklı yazı, Nihat Nuyan’ın Henry Miller’ın Rimbaud ya da Büyük isyan adlı eserini ele aldığı yazı.
Derginin bu sayıdaki, Bilkent Elit Çeviri Grubu’nun çevirdiği, Donald Barthelme imzalı “Kapitalizmin Yükselişi” ve Emine Geçgil’in Tomas Rivera’dan çevirdiği “Eva ve Daniel” adlı çeviri öykülerin dışında tek öyküsü ise Gülümser Heper’e ait. Bu sayının şiirleri ise; Erdinç Dinçer, Ecvet Emrah Göktaş, İlker Filiz, Melek Avcı, Mehmet Atakan Foça, Levent Sayım, Onur Albayrak, Gökhan Ertekin, Samet Şahin, Alp Arslan Akman, Pınar Kocabay, Kaan Koç, Oğuz Boyalı, İrfan Çınar, Ali Aydoğdu, H. Merve Tursun, Özcan Özgün ve Nihan Çalışkan imzalarını taşıyor.
İletişim
Dr.Levent Özbek
Dergi Editörü
koridordergi@yahoo.com
www.koridordergisi.com
SanatLog Haber
Ekim Geçidi 9. İzdüşümü - Resim ve Heykel Karma Sergisi
Ocak 22, 2024 by Editör
Filed under Duyurular, Heykel Sanatı, Resim, Sanat, Sanatsal Etkinlikler, Sergiler
Günümüzde Modern Sanatlar Müzesi Derneği’nce gerçekleştirilen, CUMHURİYET’E ve ATATÜRK’E bir saygı duruşu niteliğinde olan ve her yıl düzenlenen EKİM GEÇİDİ sergilerinin dokuzuncusu, bilginiz olduğu üzere, 2024 yılında İstanbul’la beraber Anadolu’nun yirmi kentinde sanatseverlerle buluşmuştur.
Bu sergilerin diğer bir amacı da yurt sathına dağılmış, amatörüyle, profesyoneliyle her türden sanatçının birbirleriyle olduğu kadar, izleyiciyle de tanışmasını sağlamak ve modern sanatların yaygınlaşmasına ve yücelmesine katkıda bulunmaktır.
İçinde bulunduğumuz 2024 yılında bu etkinliğin onuncusu olan “EKİM GEÇİDİ 10”un hem yurt içinde, geçen yıla oranla daha çok ilimizde açılması, hem de ulusal sınırlarımız ötesine sıçrayıp, Avrupa, Amerika ve Afrika’nın üç büyük kentinde gerçekleştirilmesi tasarlanmaktadır.
Bu arada, Cumhuriyet’e sevgi ve bağlılığını her daim taze tutmak isteyen sanatçılarımızın bu arzularına yanıt vermek amacıyla, Modern Sanatlar Müzesi Derneği tarafından “EKİM GEÇİDİ 9. İZDÜŞÜMÜ” adıyla, bu yılki sergilere katılan bazı sanatçıların yapıtlarından oluşan yeni bir sergi açılması kararlaştırılmıştır. Sergi Moda Deniz Kulübü salonlarında, 26 Ocak Çarşamba saat 19.00-21.00 açılış kokteyliyle gerçekleşecektir.
SanatLog Haber
Leman Dergisi 1000. Sayısının 2. Baskısında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Adnan Polat’ı Aynı Karede Buluşturdu…
Leman Dergisi 1992′den bu yana özgün ve muhalif tavrını korumaya devam ediyor. Geçen hafta 1000. sayısını çıkaran haftalık bağımsız karikatür dergisi Leman, çok geçmeden tükendi ve 2. baskısını da çıkarmış oldu. Leman, 2. baskısının kapağında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Galatasaray Spor Kulübü Başkanı Adnan Polat’ı aynı karede buluşturdu…
SanatLog Haber
Ödül Düzleminde Şiir Erkini Yıkmanın Anatomisi
Ödüllendirmek, üst konumundaki biri ya da birilerinin, ast konumundaki biri ya da birilerine övgü lütuf etmesidir. Yani her şeyden önce iki birey arasında hiyerarşi kurar ki hiyerarşi insani değildir, dolayısıyla ödüllendirmek ve ödül beklemek de insani bir eylem değildir.
Sahibinden daha doğrusu kendisini sahibi olarak gören insandan ona uygun eylem sergilediği için bir köpeğin “ödül” beklemesi, kendi yapısı açısından anlaşılabilir bir durumdur, oysa insani eylemin temel ölçütü, herkese göz hizasında bakıp kalp hizasında sevebilmek, yani kimseyi üst ya da ast saymamak, herkesi kendiyle eşit düzlemde görüp buna göre hareket etmektir. Oysa ödül beklediğiniz zaman, otomatikman ödül veren özneleri üst, kendinizi ast konumuna getirirsiniz, kendinizi eşitlik çizgisinin altına, ödül veren özneleri de çizginin üstüne çekersiniz, yani fırlatılan topu sahibine getirdiği için ödül olarak kuru mama bekleyen köpekten farkınız kalmaz.
Bu açıdan ele alındığında, tek tek şiirlere ya da şiir dosyaları veya şiir kitaplarına verilen ödüllerin hem ödül talep eden hem de ödül verenler açısından, insanın insana üstünlüğünün olamayacağı, aralarında hiyerarşi kurulmaması gerektiği temelindeki insani öze aykırılığı ortaya çıkar.
Ödül veren özneler, “sunan” taraf olduğu, ödül talep edenlerle aralarında kurulan hiyerarşik yapıda “üst” konumunda oldukları için bir erk gücü elde ederler. Tıpkı istediği eylemi yapan köpeğe kuru mama “sunan” ve ödül talep eden köpeğe karşı “üst” konumunda bulunan “sahip” insanın durumundaki gibi. Dolayısıyla bir şiir ödülü almayı talep edenler, ödül verenlere, bu talepleriyle bir erk alanı sağlar ve bu alana tabi olurlar. Politik bağlamda da erki yaratan, gene kendi başlarında bir politik erk bulunmasını talep edenlerdir zaten. Ancak toplumdaki bireyler erkperestliği aşmaya başladıkça, sınıfsız bir dünya kurulması yönünde adımlar atılabilir.
Ödül talep edenlerin varlığıyla, ödül verenlerin şiir erki oluşur, oysa şiir muhalif duran/durması gereken ve şiir erki başta olmak üzere her türlü erke muhalif tavır sergilemesi gereken bir olgudur. Ancak bu şekilde sanatın eleştirme, sorgulama ve toplumsal devingenliğe katkı işlevi gerçekleştirilebilir. Şiir erkine tabi olmak, pekâlâ politik erke tabi olmayı da getirir ki şair özne, politik erki elinde bulunduranlar, kendi ideolojik algısında olsa dahi toplumun muhalif sesi olmak adına, sanatın ve dolayısıyla şiirin eleştirme/sorgulama/toplumsal devingenliğe katkı işlevi açısından politik erkten uzak durmalıdır. Dolayısıyla şiir ödülü sunan ya da talep eden şairler, en baştan sanatın ve şiirin temel yapısına, asli işlevine, birincil niteliğine aykırı hareket ederler.
Yani şiir ödülü vermek ya da almak her iki taraf için de hem insani öze hem de sanatın ve şiirin temel niteliğine aykırı bir eylemdir.
Buraya kadarki şiir ödülü irdelemesi, idealize edilmiş, yani kendi içinde tutarlı ve kendi koyduğu çizgiler dahilinde ödül veren ödül mekanizmaları baz alınarak yapılmıştır. Yani, şiir ödülü sunan tarafın, kendi ilkelerini ortaya koyup bu ilkelere uygun olarak ödül talep ederek şiirlerini gönderenlerin eserlerini, şiir sanatının günümüzdeki nesnel ölçütleri, şiir ödülü şartnamesinin içeriği ve eğer varsa adına ödül verilen şairin poetik algısına paralellik temelinde değerlendirdiği varsayılmaktadır. Oysaki pratikte durumun böyle olmadığı, şiirle az çok ilintisi bulunan herkes tarafından bilinmektedir. Geçmişten bugüne, şiir ödüllerinin verilmesinde yaşanan pek çok olumsuzluğun varlığı sürekli gündeme gelmiştir. Ödüllerin verilmesinde şeyh-mürit, baba-oğul, ahbap çavuş hatta sevgili-metres ilişkilerinin belirleyici olduğu ya da para ödülü olan kimi ödüllerin ekonomik destek amaçlı olarak durumu kötü olan ve elbette “tanıdık, eş-dost” şaire verildiği ya da sosyalist bir şair adına konmuş bir ödülün post-modernist bir şaire verilmesi gibi ödülün kendisini hiçleyen eylemler sıkça ve sürekli yaşanmaktadır. Yani şiir ödülü talep edenlerin şiir ödülü verenlere sağladığı şiir erki, ödül veren özneler tarafından kendi çıkar ve keyfiyetlerine göre kötüye kullanılmakta ve idealize edilmiş ödül mekanizmasından daha kötü bir tablo ortaya çıkmaktadır. Böylece insani özden iyice uzaklaşılan, şiirin küçük kirli çıkarlara alet edildiği ve şiir erkinin gücüyle, şiirin ve şairlerin yönlendirilmeye çalışıldığı bir durum var olmaktadır. Özellikle ödül veren öznelerin (jüri üyelerinin) çoğunun her sene aynı ödülün jüri üyesi olmaları, hatta bazı şairlerin pek çok farklı ödülün jüri ekibinde yer almaları, edindikleri şiir erkiyle, kendi egolarını beslemek amacıyla mürit edinebilmelerini sağlamakta ve özellikle genç şairlerin, jürinin poetik algısına uygun şiirler yazmaları yönünde yönlendirilmesi sonucunu da doğurmaktadır. Böylece jüridekiler, kendi şiir algılarına ivme kazandırma yetisi elde etmektedirler, elbette şiir erkini var eden ve besleyen ödül talep ediciler sayesinde.
Sanat eserinin bir başka eserle “yarıştırılması” ise bir başka ve çok yönlü, derinlikli bir tartışma konusu. Ontolojik bağlamda her sanat eserin biricikliği ve bir başka eser ile niteliksel açıdan kıyaslanmasının sakat bir tavır olmasına vurgu yapan Cengiz Gündoğdu’nun şiir yarışmaları/ödülleri ile ilgili yazıları ve İonna Kuçuradi’nin “değer” kavramı ve “bir sanat eserinin değerlendirilmesi” ile ilgili yazıları, bu konuda açımlayıcı ve tartışma alanını genişletici olacaktır.
İdealize edilmiş bir şiir “yarışmasında”, yani kendi paradigması içinde referans aldığı politik ve poetik düzlemde, jüri üyelerinin, şiirin nesnel ölçütlerine göre yarışmaya katılan ya da aday gösterilen şiirleri değerlendirmesi ise elbette değerlendiren öznelerin öznel algılarından bağımsız olamaz, çünkü hiçbir nesnel amaçlı değerlendirme, öznel algıdan bağımsız değildir. Burada “nesnel ölçütler” derken, o sanat disiplinin diyalektik gereği tarihsel değişim/dönüşüm sürecinde geçirdiği aşamalar sonucu bugün geldiği konumu ile ortaya çıkan niteliksel özelliklerine vurgu yapılmakla birlikte, bu ölçütler pozitif bilimlerdeki gibi sayısal veriler ve ölçümlerle somutlanabilir olmadığından, jüri üyelerinin öznel algılarına dayalı yorumlarının eserin değerlendirilmesine etkisi yadsınamaz.
Bir şiir ile bir başka şiiri niteliksel olarak kıyaslamak, temelde bir atı diğeri ile hız üzerinden kıyaslamak ile aynı düzlemde, kapitalist ekonominin rekabetçi algısına koşuttur. Kaldı ki at yarışında, hız üzerinden iki atın kıyaslanmasının yarışı izleyenlerin öznel algısından bağımsız nesnel bir sonucu vardır, yani atlardan biri ötekini geçer ve izleyici öznelerden bağımsız olarak kıyaslama kendi sonucunu doğurur. Sanat eserinin “yarıştırılmasında” ise, idealize edilmiş bir yarışmada dahi, eserleri değerlendirenlerin öznel algısı kıyas mekanizmasına dâhil olacağı, hatta ağır basacağı için kıyaslamanın kendi nesnel sonucunu doğurmasından söz edilemez. Cengiz Gündoğdu’nun “Sanatta Star Sistemi” yazısında (Varlık Dergisi, Temmuz 1984) belirttiği gibi, kendi yapısı gereği sürekli kâr marjını arttırmayı hedefleyen kapitalizmin, mal olarak gördüğü sanat eserlerini “piyasada” palazlandırmak için ödül kavramını da araç olarak kullandığı, bilinen bir durumdur ki bunun “çok satan” roman türü düzlemindeki etkileri yıllardır görülmektedir. Şiir bugün “satan” bir yazınsal tür değil, dolayısıyla kapitalizm için kâr unsuru olarak roman kadar iştah açıcı değil. Bugün sadece yayınevlerinin (ne acıdır ki “solcu” geçinen kimi yayınevleri de dahil) şair üzerinden kâr elde ettiği, kitabın maliyetinin üstüne yüzde yüz kâr eklenip şairden alınarak şiir kitaplarının basıldığı bir “şiir kitabı piyasası” var ki bu da bir başka derinlikli bir tartışma konusu elbette. Bugün “satmayan” hatta “hiç satmayan “ yazınsal tür olan şiir, ilerde roman gibi “satan” bir tür haline gelirse, hiç şüphesiz kapitalizm, romanda olduğu gibi şiirde de ödül mekanizmasını, satışları arttırmak ve böylece yüksek kâr elde etmek için kullanacak, “piyasada çok satması muhtemel” şiir kitaplarına ödül verilmesi, belirleyici unsur olmaya başlayacak ve yazılan şiirlerin niteliği de bu ödüllere tabi şiir yazanlar tarafından “piyasaya” göre belirlenecektir. Bugün “rekabetçi” mantaliteyle kurulan ödül mekanizmasını reddetmeyen şairler de o koşullarda, şiiri “piyasa için üretilen meta” konumuna getiren tavra koşut davranacaklardır.
Mevcut durumun değişmesinin ilk adımı olarak, tüm şairlerin önce insan olarak kendi öz benliklerine ve şiire saygı gereği şiir ödülü kavramını toptan reddetmesi, böylece kendilerinin ödül talep eden olarak “ast”, ödül verenlerin de “üst” konumuna gelmesine, böylelikle aralarında insan onuruna aykırı olarak bir hiyerarşik yapı kurulmasına, bu sayede bir şiir erki mekanizmasının kurulmasına ve bunun, erki elinde bulunduranlar tarafından kişisel çıkar ve amaçlarına yönelik olarak kullanılmasına, şiirin poetik ve politik düzlemde muhalif tavrına aykırı şekilde yönlendirilmesine, sanat eserinin kapitalist ekonomi anlayışına koşut “rekabetçi” algıyla “yarıştırılmasına” itiraz etmeleri gerekmektedir.
Özcesi, ödül düzleminde şiir erkinin yıkılması, şiire ve insan onuruna saygı gereğidir.
sekoengo@gmail.com
Ocak 2024
Gülten Akın - İlkyaz
Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar
Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya
Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı
Bakıp kapatıyorlar
Geceye giriyor türküler ve ince şeyler
“Memelerinde biraz irin, biraz balık ve biraz gözyaşı
Bir dev oluyorsun deniz deniz deniz
sisin dere ağızlarından sokulup akşamları
Fındıklarımızı basıyor
Neyleriz kararan tomurcukları
Çocuklarımıza yalvarıyoruz: Aç durun biraz
Tecimenlere yalvarıyoruz:
Bir “Hotel” bir gizli evlenme az çiziniz
Bir banka az çiziniz bir yalvarma
Bizden size ve sizden dışardakilere
Karılarımızı yolluyoruz tırnaklarını kesmeye ve demeye
-Evet efendim-
Çocuklarımızı yolluyoruz dilenmeye
Bizler gidiyoruz yatağımız tanrıya emanet
Yazların motorlu çingeneleri
Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
Baba evleri, ilk kez girilen ırmağa dönüş
Toprağa tutku, kendinden dolayı
Kulaklarımızı tıkıyoruz: Para para para
Kulaklarımızı açıyoruz: Kavga kavga kavga
Sorar belki biri: Kavga ama neden kavga
Komşumuza sonsuz balta, karımıza yumruklar içinde
-Bilmiyoruz neden kavga.
Sonra kasabanın cezaevinde
Silgimizi göz önüne yerleştiriyoruz
Günlerimiz iterek genişletiyoruz
Yer açıyoruz karılarımızı düşünmeye
Bizsiz geçen menevşeyi düşünmeye
Durup ince şeyleri anlatmaya
Kimselerin vakti olmasa da
Okulların kadın öğretmencikleri
Tatil günlerini çoğaltsalar da
Kutsal nemiz varsa onun adına
Gözlerimiz için bağlar dokusalar da
Birikimler ve çizgiler gitgide gitgide
Açmaya ilkyaz çiçekleri
Bir gün birileri öte geçelerden
Islık çalar yanıt veririz
Gülten Akın
İlkyaz