Ahmet Telli – Gidersen Yıkılır Bu Kent
Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider
bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında
Yanlış adreslerdeydik, kimliksizdik belki
sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar
Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı
üşür müydük nar çiçekleri ürperirken
Gidersen kim sular fesleğenleri
kuşlar nereye sığınır akşam olunca
Sessizliği dinliyorum şimdi ve soluğunu
sustuğun yerde birşeyler kırılıyor
bekleyiş diyorum caddelere, dalıp gidiyorsun
adını yazıyorum bütün otobüs duraklarına
öpüştüğümüz her yer adınla anılıyor
bir de seni ekliyorum susuşlarıma
Selamsız saygısız yürüyelim sokakları
belki bizimle ışıklanır bütün varoşlar
geriye mapusaneler kalır, paslı soğuklar
adını bilmediğimiz dostlar kalır yalnız
yüreğimize alırız onları, ısıtırız
gardiyan olmayız kendi ömrümüze her akşam
Gidersen kar yağar avuçlarıma, üşürsün
bir ceylan sessizliği olur burada aşklar
Fiyakalı ışıklar yanıyor reklam panolarında
durmadan çoğalıyor faili meçhul cinayetler
ve ölü kuşlar satılıyor bütün çiçekçilerde
menekşeler nergisler yerine kuş ölüleri
bir su sesi bir fesleğen kokusu şimdi uzak
yangınları anımsatıyor genç ölülere artık
Bulvar kahvelerinde arabesk bir duman
sis ve intihar çöküyor bütün birahanelere
bu kentin künyesi bellidir artık ve susuşun
isyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim
sokul yanıma sen, ellerin sımsıcak kalsın
devriyeler basıyor karartılmış evleri yine
Gidersen yıkılır bu kent kuşlar da ölür
bir tufan olurum sustuğun her yerde
Ahmet Telli
Gidersen Yıkılır Bu Kent
Vedat Örs Resim Sergisi Terakki Vakfı Sanat Galerisi’nde…
Terakki Vakfı Sanat Galerisi, sanatseverleri 28 Aralık 2024 – 22 Ocak 2024 tarihleri arasında gerçekleşecek sergisinde, Vedat Örs’ün “İsimsiz” temalı kişisel sergisi ile buluşturuyor…
Sergide sanatçının kendine özgü tekniklerle oluşturduğu ve birer siluet olarak yüzeye yerleştirdiği kadın figürlerinin yanı sıra, arkaik sembollerle zenginleştirdiği yeni dönem soyut eserleri yer alıyor…
Açılış Kokteyli ise 28 Aralık 2024, Salı günü, saat 18.00’de düzenleniyor.
Terakki Vakfı Sanat Galerisi- Ebulula Mardin Caddesi Öztürk Sokak, 2 34335 Levent – İstanbul – terakkisanat@terakki.org.tr – T. +90 212 351 00 60 pbx – F. +90 212 351 00 48 – www.terakki.org.tr
SanatLog Haber
Yiğit Altıparmakoğulları’nın “Yüzyüze” İsimli Resim Sergisi
Doruk Sanat Galerisi etkinliklerine Yiğit Altıparmakoğulları’nın “Yüzyüze” isimli sergisiyle devam ediyor…
Yiğit Altıparmakoğulları 1977′de Bursa’da doğdu.
2003 yılında MSÜ GSF Resim Bölümü, Neş’e Erdok, Nedret Sekban ve Ahmet Umur Deniz Atölyesi’nden mezun oldu. 2024 yılında aynı bölümde yüksek lisans eğitimini tamamladıktan sonra 2024 yılında sanatta yeterlik eğitimine başladı. Halen MSGSÜ GSF Resim Bölümü’nde Araştırma Görevlisi olan Yiğit Altıparmakoğulları’nın 3. kişisel sergisi 16 Aralık – 15 Ocak arasında izlenebilecek.
Sanatçının resimleri ile ilgili söyledikleri şöyle:
“Yüzyüze” isimli sergimde yakın çevremde bulunan ve farklı yönleriyle ilgi çekici bulduğum çeşitli disiplinlerden genç sanatçı ve edebiyatçıların potrelerinden oluşan bir seri oluşturmayı amaçladım. Deftere olan ilgim beni bir şekilde söz konusu portrelerle defterler arasında bir ilişki kurmaya yönlendirdi. Bu doğrultuda portrelerini yaptığım insanlara birer defter vererek hayatlarının bir bölümünde bu defterlerle birlikte yaşamalarını istedim. Daha sonra defterleri toplayarak inceledim ve çalışmalarıma konu olan kişilerin bir şekilde kendilerini tanımlayarak kendi portrelerine müdahale etmelerini sağladım. Böylece resmettiğim figür kendi imgesinin resim diliyle yeniden yaratılma sürecinde aktif bir rol oynamış oldu.
Serginin oluşum sürecindeki esas amaç izlenenin, defter vasıtasıyla farklı bir dilde iletişim kurup kendisini tanımlayarak, ressamın gözlemlerine müdahale etmesi, görüleni onaylaması, değiştirmesi veya yeni veriler ortaya koyması sonucu ressamın zihninde yeniden şekillenen imgenin plastik bir dille ortaya konmasıdır.
Erken yaşlarda edindiğim defter taşıma alışkanlığı, resim sanatıyla uğraşmaya başladıktan sonra farklı bir anlam kazandı. Özellikle eğitimime başladıktan sonra edindiğim desen anlayışı ve sürekli bir şeyler çizme ihtiyacı, defterlerimin önemini arttırdı. Yanımdan eksik etmediğim defterlerimde, hayatımın her yönüyle ilgili aldığım notların ve amaçsız çizimlerin yanında bilinçli desen çalışmalarım da yer almaya başladı.
Not almak; yazı yazarak veya çizim yaparak, boyayarak, hazır bir nesneyi yapıştırarak gerçekleştirilen bir eylemdir. Böylelikle kişisel bir inceleme ve belgeleme aracı olarak kullanılabilen defterler insanın büyük bir rahatlılık ve sınırsızlıkla özgürce kendini ifade edebildiği bir yüzeyler bütünü olarak düşünülebilir. Doğayı, çevreyi, içinde bulunduğu dünyayı, gözlemlediği insan birikimlerini veya aklına aniden gelen bir fikri deftere kaydedebilir.
Bir resme dair yapılan taslakların arasına sıkıştırılmış ‘bu gün yapılacaklar listesi’nden, bir sayfanın bir köşesine çizilen kahve fincanı desenine, bir şiirden alınmış birkaç dizeye, bir kitaptan alınmış notlara, yapıştırılmış bir gazete kesiğine, sinema biletine, sanatçının hayata ve sanata dair düşüncelerine kadar pek çok ize rastlanabilir. Bu özel ipuçları defter tutan sanatçının eserlerini daha iyi anlamamıza, özümsememize olanak verebilir.
Günümüzde defterler sadece sanatçıların ilgilendiği ve özellikle sanat sorunları açısından merak uyandıran araçlar olmaktan çıktılar. Bu özel ve kişisel özgürlük alanları bir eser olarak sergi salonlarında yer almakta hatta ‘sanatçı defterleri’ üzerine geniş kapsamlı sergiler düzenlenmektedir. Sanatçıların günlükleri yayımlanmakta, defterlerinin tıpkıbasımları yapılmaktadır.
Sergilenmeleriyle ve yayımlanmalarıyla sadece sanatçıların ilgi odağı olmaktan çıkan defterler sanat izleyicisinin rahatlıkla ulaşabileceği, inceleyebileceği, orijinaline ya da tıpkıbasımına sahip olabileceği eserler haline geldiler. Bu durum beraberinde sanatsal olarak ahlaki bazı soruları/sorunları getirmektedir. Sanatçı, defterin görülebilirliğini gözetmiş midir? Defterleriyle, diğer insanların birebir karşılaşabileceğini bilerek baş başa kaldığı zamanlarda ne kadar samimi davranmaktadır? Oto-sansür uygulamakta mıdır? Bağlı bulunduğu disiplin ya da disiplinlerin dili, başkalarınca görülebilir olduğunu düşündüğü defterde oluşanı, oluşmakta olanı ne derece etkilemektedir? Sanatsal bir süzgeç, estetik hale getirme kaygısı devreye girmekte midir? Bu sorular özellikle günümüzde yaşayan ve yakın dönemde yaşamış sanatçılarla ilgili olarak düşünülmekle beraber defterleri korunarak günümüze ulaştırılabilmiş geçmiş dönemlerin ustaları için de sorulabilir. Eğer defterlerini gizli tutmak istedilerse neden yok etmediler? Belki hayata gözlerini yummadan önce bunun için vakit bulamadılar. Belki de kendilerince bir elemeden geçirdikten sonra arkalarında bırakmak istedikleri dışında tüm defterlerini yaktılar. Gizlilik kaygılarıyla sanat tarihinin büyük ustalarının çoğu defterinin günümüze ulaşamamış olduğunu düşünebiliriz.
Bu sorular sadece defterin içerdikleriyle değil sanatçının sanatsal görüşü, sanata bakışı ve eserleriyle de ilişkilendirilebilir. Sanatçının, samimiyeti ile ilgili olanlar başta olmak üzere kendi kendisiyle hesaplaşması sonrasında cevaplar bulacağı sorulardır. Sanat yapıtı ya da asıl konumuz olan defter, içerdikleriyle bu konular hakkında bazı ipuçları barındırır. Bununla birlikte defterler, sanatçının özgürlük alanları olduğu düşünülürse öznelliklerini koruyacaktır ve defterdeki ipuçları söz konusu sorular hakkında kesin yargılarda bulunmamızı sağlamaya yetmeyecektir. Deftere yaklaşımdaki kaygılar sanatçının kendi problemidir ancak ne gibi kaygılarla yaklaşılırsa yaklaşılsın defter sanatçının olabilecek en saf, en samimi halinin görülebileceği yerdir. Defterdeki samimiyet genellikle defterin gizliliğinde saklıdır.”
Doruk Sanat Galerisi – Boğazkesen Caddesi No. 21/A Tophane – İstanbul- Tel: 0212 252 05 35 – E-mail: doruksanatgalerisi@gmail.com
SanatLog Haber
Lou Andreas-Salomé – Bir Ben
Bir ben biliyorum
yorgun gözlerinin altındaki halkaların
ebem kuşağı olduğunu ve
İstediğinde yedi renk bakabileceğini
Siyah saçlarındaki akların aslında
hırçın dalgaların gelgitlerinden oluşan
köpüklerin bulaşığı olduğunu.
Bir ben biliyorum
yüreğinin severken,
ölmekten değil de öldürmekten korktuğu için
tir tir titrediğini
Kayboluşlarında kendini bulup
her şeye yeniden başlama hevesini
yalnızlığının nasıl kursağında bıraktığını
Bir ben biliyorum
dağların eteklerine ziller takıp
hızla doruklara kaçışından olduğunu
ruhunun serin esintisinin
Hayatın çarmıhına
yalpalarda çürüyen tahtaların
paslı çivileriyle gerildiğini
Bir ben biliyorum
her kundaklama sonrası
ormanlarının zehrini
bir hışımla genzine çektiğini
Bu yangınlarla
ciğerinin de yandığını
yine de hiç ağlamadığını
Bir ben biliyorum
bu şehrin goncalarını bile sevmediğini
inim inim inleyen gecelerinde
demlenemediğini
bir ben tanıyorum
ve bir ben seviyorum adamım seni bu şehirde adam gibi.
[Lou Andreas-Salomé'nin, ilişkileri ve dostlukları tarihe geçen Friedrich Nietzsche'ye yazdığı bir şiir...]
“Abi Açım!”
Yıl 2024, annem gene sokağa atmış beni, babam aracılığıyla, gene kim bilir hangi sebepten çıkan bir kavga yüzünden, hani çok sigara içtim de tüller kirlendi diye miydi, çok banyoda kaldım da çok tüp-su harcandı diye miydi, yoksa ekmeğin arasına çok peynir koydum diye miydi anımsamıyorum şimdi…
Sokaklarda yatıp kalkıyorum, tren garında, cami avlularında, parklarda. Gündüzleri ise belediye kütüphanesindeyim, hem kitap okuyorum zaman geçiyor, hem ısınıyorum böylece, sanırım kışa girerken bir zamandı. Hafızamda çok şey flu acı çektiğim dönemlere dair, pek anımsayamıyorum bu ve benzeri dönemleri. O kütüphanede keşfettim mesela, Turan Dursun’un şaheseri “Din Bu” serisini. O kitapları okuyarak, kafamda aşamadığım ama çelişkilerine dair soru işaretlerim olan din olgusunu çözdüm kendimde. Böylece sosyal demokratlıktan Marksist olmaya terfi edebildim, zaman içinde okuyup araştırıp kafa yorarak. İlk adım bu kitap oldu: “Din Bu-1”…
Ağır hastayım, henüz daha ilaç tedavisi yüzü görmemişim, obsesif kompulsif nevroz çöreklenmiş üstüme, depresif atak gırtlağa kadar, okul yeni bitmiş, askerliği yapmamışım daha ve kalıcı iş vermiyor zaten kimse fabrikada kendi branşımda lastik sektöründe, ne titrim gereği tekniker olarak ne de düz işçi. İş yok, para yok, böylece ekonomik bağımsızlık da yok, baba evinde arka odada yalıtılmış, yok sayılmış, hiçlenmişim ta askeri okuldan kendimi attırdığımdan beri…
Sokaklardayım, aç, umutsuz, öfkeli…Bir iş buldum sonra bir kırtasiye dükkanında, anamdan bin kat cimri bir adamın yanında…Üç beş ekmek parası çıksın diye, hem dükkan sıcak, hem öğle yemeği de veriyor muydu ne…
Bu işi bulmazdan önce, karnımı doyuran biri var: o zamanki sevgilim Bayan Ö.
Serçe kadar bir kız, kalbi ağır sıklet, gözleri ise Madagaskar…
O’ndan aldığım parayla karnımı doyuruyorum, sigara falan bir de…
Derken bir akşam, ah bir akşam…Bir hamburger dükkanları zinciri, kampanya yapmış, hamburgerler çok ucuz, canım çekmiş, gidip 2-3 tane almışım, bir de patates ve kola yanında,
İçersi tıklım tıklım, yemeğe gelenler, geyiğe gelenler, dostlar “marka” dükkanda görsün diye gelenler…Derken…
Kıçımı daha kor komaz sandalyeye, ağzıma tam bir lokma atacakken elimdeki hamburgerden, kapıdan pejmurde giyimli bir genç girdi ben yaşlarda, tam da kapının karşısındaydı masam, direkt bana yöneldi ve dedi ki: “ABİ AÇIM…”,
“ABİ AÇIM, BİR ÇORBA PARASI…”
Ah ulan bu yürek çatlayaydı, ah ulan bu yürek denizin dibini boylayaydı, bakakaldım elimde hamburger, ağzım yarı açık, şaşkınlık ve acziyet arası bir halde. Ben de açtım, zor bulmuştum bu elimdekini, ne diyeceğimi ne yapacağımı bilemez halde bir iki saniye kalakalmışken, görevliler koluna girip çıkardılar dışarı genci.
10 sene mi olmuş ne bu olay yaşanalı, aklıma geldi bugün ki hep aklımın ve vicdanımın bir köşesindeydi, gittikçe derine batan bir iğne gibi. Şaşkınlığımı tez aşıp o genci masama buyur etmek, görevlileri uzaklaştırmak boynumun borcuydu insan olarak, kendim de aç olsam, açıkta olsam, paylaşmam gerekirdi yemeğimi, belki de en çok benim boynumun borcuydu, onun halinden en iyi anlayan kişi olarak o tıklım tıklım vicdansızlık, insafsızlık, duyarsızlık dolu yemek dükkânında…
Çok pişmanım… çok…
sekoengo@gmail.com
ARALIK 2024