Gülten Akın – Yorgun Sevi
Susarak, iki komşu gibi güne değerek
Asıl söyleneceklerin üstünden aşarak
Sevdiğim
Ayrı ayrı uzakta, yanyana
Birbirimizi derinden gözlediğimiz yazlarda
ve üstünkörü baktığımız kentlerde
Güllerin güllerimiz
Hüzünlerimse hüzünlerimiz değil
Bir deli kuzgun gibiyim yaşlı teleğimle
Göğü siliyorum duraksamadan
Yorgunluktan değil, öyle sanıyorum
Yalnızlıktandır
Hızla dökülüyor tüyüm teleğim
Orda öyle aramızda soluyor işte
Ayrı ayrı uzakta, yanyana
Hangi yangın hangi deprem becerebilir?
Gülten Akın
Yorgun Sevi
Filiz Öztürk Doğan “Tanımlanabilen Figürler” Heykel Sergisi
Aralık 22, 2024 by Editör
Filed under Duyurular, Heykel Sanatı, Sanat, Sanatsal Etkinlikler
Filiz Öztürk Doğan, 1985-1989 Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Cam Ana Sanat Dalı Bülümü’nü bitirmiş ve aynı okulda Yüksek Lisans yaptı. 1989 Mimar Sinan Üniversitesi için Pano Yarışması I’lik Ödülü, 1991 II. Prof. Dr. İsmail Hakkı Oygar Seramik Sergisi III.’lük Ödülüne sahip oldu. Yurtiçi ve yurtdışında birçok festival ve sergilere katıldı.
Doğan, heykellerini şöyle anlatıyor; heykellerimde kendime özgü gizemli bir düşsel dünya yer alır. İmgeler, öyküler değişmekte; ama anlatılan geçmişi ve geleceğiyle insandır. Yani bendir, bizlerdir. Yarı geometrik, figüratif biçimsel öğelerin yanyana gelmesinden oluşan yapıtlarımda ortak bir görsel algılayış ve ifade ürünüdür.
Heykellerde boşluk doluluk, hacimsellik gibi temel sorunları ele alarak, figürden hiçbir zaman vazgeçmememe karşın malzemenin ve kendi özgü biçimin ön planda olduğu bir yaklaşım benimsedim.
Sanatım, diyebilirim ki, içerik biçim ve malzeme bağlamında ve bunların herbirinin eşit düzeyde değer gördüğü bir algılayış ve kavrayış içinde, sonsuz bir merak duygusunun ürünü, aynı zamanda bir tür kalıcılık arayışının sonucudur.
Bronz ya da seramik olsun, maddenin ‘kendine özgü formu’ bozmadan oluşturduğum yapıtlarımda, herşeyden once bir biçim ve içerik buluşması gözetmektedir. Yaşamını kanıtlamış olan malzemlere biçim vermeyi, dahası birbirini tekrar eden öğelere yer vermek, düşler yaratarak aktarmak istediğim sonsuzluk duygusuyla örtüşmektedir.
Doğan’ın heykellerinde, malzemenin kendi organik formuna çok fazla müdahele etmeden, izleyicinin hayal gücünü sınayan bir biçimsel ifade benimsenir. Soyut ile fügüratif arasındaki sınırları belirsizleştiren yapıtlarında malzemeyi işleyerek ve birleştirerek üç boyutlu konstrüksiyonlarının adeta parçalara ayrılmış, iki boyutlu yüzeye yazılmış birer yansıması olarak görülebilinir.
Yuvarlak, kıvrımlı, yumuşak, organik biçimlere karşın dik açılı, keskin, sert, geometrik biçimlere dönüşmüş; birbirinden son derece farklı biçimsel ayrıntılar dikkati çeker. Zaman zaman organik biçimlerle katı geometrik biçimlerin iç içe geçtiği bronz heykellerde iç ve dış arasında taşıdığı şeffaflık onlara son derece hafif bir görünüm kazandırmıştır.
Demirin sert bir endüstriyel malzeme olmaktan çıkıp, ince narin bir kırılganlığa büründüğü bu heykellerde, dikey ve yatay, düz ve kıvrımlı, yassı ve bükülmüş çizgisel formlar soyut bir ilişkiler yumağı içinde farklı açılarda değişen, görsel çağrışımlarla zenginleşen bir görünüm sunar.
Bronz heykellerin yanısıra bronz ve ahşabın bir arada kullanıldığı figuratif heykellerinde yer aldığı 5 – 23 Ocak 2024 tarihleri arasında Filiz Öztürk Doğan’ın “Tanımlanabilen Figürler” isimli heykel sergisini Galeri Selvin’de görebilirsiniz.
GALERİ SELVİN – Arnavutköy Dere Sok. No:3 Arnavutköy, Beşiktaş – İstanbul – Tel: 212.263 74 81 – selvincg@gmail.com – www.galeriselvin.com
SanatLog Haber
Hepinizin Annesi Melek, Hepinizin Babası Kahraman
“Şiirimiz karadır abiler” Ece Ayhan
Öyle tabi paşam, elbet hepinizin annesi melek, hepinizin babası kahraman. Bir beni döve söve büyüttüler çünkü, bir beni öz anam -babam sokaklara attı, defalarca, karda kışta. Sizinkiler mi? Aman canım, hâşâ, hepsi melek, hepsi kahraman.
Ne var ki paşam, ben şahsen “yalnızlığın sokak köpeği” olmak durumunda bırakılmasaydım da, öz anam-babam sokaklara atmasaydı da, dövüle sövüle, psikolojik işkenceyle büyütülmemiş olsaydım da, tüm bunları ve daha başka belaları/kahırları/zulümleri yaşayan çocukları/kadınları/adamları kalbim GÖRÜR ve onların dili olarak da onların şiirlerini yazardım paşam. Ki yazdım da çokça, hiç çıraklık yapmadığım halde “Kırık Çırak” şiirini, tezgâhtar kız olmadığım halde “Tenha Tezgâhtar” şiirini, eşcinsel olmadığım halde “Kız Veysel” şiirini, gündelikçi-temizlik işçisi kadın olmadığım halde “Gün delik Gülizar” şiirini yazdığım gibi.
Peki siz neler yazdınız paşam? “Hayatta ben en çok babamı/anamı/karımı sevdim” şiirlerinden başka neler yazdığınız bu bağlamda. Ah tabi ya, hem hepinizin anası melek, babası hep kahraman. Ayrıca bu toplumda hiç ama hiç, kanayan kocaman bir yara olarak sokaklarda gezen kimse yok zaten. Ne demek efendim, hâşâ. Güllük gülistanlık içindeyiz cümleten zaten. “Allah devletimize, milletimize zeval vermesin” di’mi paşam. Kürt çocuklarını “devlet dersinde öldürmüşler” mi demiş birileri, aman efendim, hâşâ, yapar mı hiç öyle şey “Dövlet Baba”, zinhar iftiradır, çamur atmadır, vatan hainliğidir. Bunlara sosyal linç uygulamalı paşam, Ahmet Kaya’ya yapıldığı gibi, gavur illerine sürmeli bunları, memleket hasretiyle kavrula kavrula ölsünler paşam, Nazım Hikmet gibi. Sonra, çırak çocuklar, eşcinseller, gündelikçi kadınlar, tezgâhtar kızlar, genelev kadınları, işportacılar, uyuşturucu belasına batanlar, işçiler-memurlar-köylüler-küçük esnaflar-ev kadınları da kimmiş paşam, hepsi iktidarlarınızın elinin kiri, yıkarsınız geçerler, paşam.
Siz devam edin gene post-modernist şiirleriniz(!)de sözcük oyunları ile oyalanmaya, Letrizm’in hortlağına sarılıp bölün gene aptalca sözcükleri harflere, devam edin paşam. Gün sizin şimdilik, size el veren edebiyat erk odakları sayesinde.
Yalnız paşam, şu var ki, sizin kulağınıza fısıldayan biri çıkmamış olabilir belki henüz, ama okurun empati ya da özdeşlik kuramadığı şiirler, edebiyat tarihinin çöplüğünü boylar paşam. O el etek öperek edindiğiniz dandik ödüller, ya da erk odaklarına yaltaklanarak yayımlattığınız kitaplarınız, şiirin şer odakları sayesinde girdiğiniz dergiler, yıllıklar, antolojiler sizi kurtarmaz paşam.
Sizi tarihin kuburu bekliyor, haberiniz olsun, sefanız olsun paşam.
sekoengo@gmail.com
Aralık 2024
Jorge Luis Borges – Anlar
Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde, daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,
Çok az şeyi
Ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doğuşu izler,
Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim bir çok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem. Yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan,
Gitmeyen insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.
Ama işte 85′indeyim ve biliyorum…
ÖLÜYORUM…
Jorge Luis Borges
Anlar
Friedrich Nietzsche – Köprünün Üstünde
Köprünün üzerinde duruyordum geçende,
karanlık geceye bürünmüş.
Uzaklardan bir ezgi duyuluyor
ve altın damlalar yağıyordu
titreyen aynası üstüne suyun.
Gondollar, ışıklar, musiki, hepsi
Esrimiş, yüzüp gittiler alacakaranlığa…
Benim ruhum, görünmez parmakların
dokunduğu o çalgı,
bir barkarol mırıldandı gizlice,
binbir renkli mutluluk içinde titreyerek.
–Duyan oldu mu onu?
Friedrich Nietzsche
Köprünün Üstünde (Ecce Homo’dan…)
Çeviren: Can Alkor