“Usta Fırçaların Buluşması” Sergisi

Şubat 17, 2024 by  
Filed under Resim, Sanat, Sergiler

Usta Fırçalar Buluşuyor

Usta Fırçaların Buluşması” Sergisi / Derinlikler Merkezi 17 Şubat – 12 Mart 2024

Derinlikler Sanat Merkezi, yeni yılın en önemli sanat etkinliklerinden birine imza atıyor. Her yıl geleneksel olarak düzenlediği “Usta Fırçalar’ın Buluşması” sergisi bu yıl Cumhuriyet dönemine damgasını vurmuş usta ressamların eserlerini bir araya getiriyor.

17 Şubat – 12 Mart tarihleri arasında düzenlenecek sergi aynı zamanda bir ilk olma özelliğine sahip. Sanat severler bu sergiyle birlikte ilk kez , Celal Tutant, Cemal Tollu, Cihat Özgemen, Elif Naci, Hüseyin Bilişik, İbrahim Balaban, İbrahim Çallı, Kemal Zeren, Mehmet Pesen, Muazzez Özduygu, Mustafa Pilevneli, Naile Akıncı, Neşet Günal, Nuri Abaç, Nuri İyem, Pertev Boyar, Reşat Atalık, Ramiz Aydın, Sami Lim, Şadan Bezeyiş, Şeyho Bulut, Şeref Akdik ve Turgut Atalay gibi ustaların resimlerini bir arada görme imkanını yakalayacaklar.

Dilek Özmen - Dişil Söylemler

Şubat 17, 2024 by  
Filed under Resim, Sanat, Sergiler

Leave a Comment

Uluslararası sanatçısı , “Dişil Söylemler” başlıklı 19. kişisel sergisiyle Ziraat Bankası Tünel Galerisi Alt Salon’da İstanbullu sanatseverlerle buluşuyor. 9 Mart’a kadar devam edecek olan sergi, 20 Şubat 2024 pazartesi günü saat 18:00’de açılıyor.

1992 yılında Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi Resim Bölümü’nden mezun olansanatçı, yurtiçinde 17, yurtdışında (Almanya’da) 1 solo sergi açtı. 2024 yılında; Rusya’da Moskova’da “Yin-Yang”, Miami’de Amerikan Müzesi’nde “Sanatta Kadın”, İtalya’da Primo Piano LivinGallery’de Arachne”VII. Sanatta Kadınların Şovu”, 2024 yılında; Amerika’da Las Vegas’da- Art District Galeri Dünya Sanat Fuarı, yine Las Vegas’da, Place Galeri- WAF Expo, New York’da Broadway Galeri’de Art 2024 “Global Sanat Perspektifleri”, 2024 yılında; Avusturya’da Bashimi Sanat Evi, Salzburg Galeri’de “Soyut Resimler”, Çin’de Pekin Galeri’de Ny Sanat “Kağıt İşler” , NewYork’da Broadway Galeri’de “Politikalar, Pratikler ve Duygular”, İtalya’da San Lucia-Belvedere Sarayı’nda Spazio-Tempo” İnsan Hakları”, İtalya’da New York Sanat Pavyonu’yla 53. Venedik Bienali, Amerika’da Kaliforniya’da Dünya Sanat Fuarı’09  gibi Yurtiçinde 17, yurtdışında (Almanya’da) 1 solo sergi açtı. 2024 yılında New York Sanat tarafından üç ay ard arda ayın sanatçısı seçildi. 2024 yılında; Moskova-Rusya’da “Yin-Yang”, Amerikan Müzesi’nde “Sanatta Kadın”, Primo Piano LivinGallery’de İtalya’da Arachne”VII. Sanatta Kadınların Şovu”, 2024 yılında; Las Vegas-Amerika’da Art District Galeri Dünya Sanat Fuarı, Las Vegas, Place Galeri-Amerika’da WAF Expo, New York-Amerika’da Broadway Galeri’de Art 2024 “Global Sanat Perspektifleri”, 2024 yılında; Bashimi Sanat Evi, Salzburg Galeri- Avusturya’da “Soyut Resimler”, Çin’de Pekin Galeri’de Ny Sanat “Kağıt İşler” , NewYork-Amerika’da Broadway Galeri’de “Politikalar, Pratikler ve Duygular”, San Lucia-Belvedere Sarayı- İtalya’da, Spazio-Tempo” İnsan Hakları”, New York Sanat Pavyonu’yla İtalya’da 53. Venedik Bienali, Kaliforniya- Amerika’da Dünya Sanat Fuarı’09, WAF- Büyük Sanat Salon, 2024 yılında; Nightingale Gallery -Amerika’da Oregon Uluslararası InkSpot Özgün Baskı, D’Art Gallery, Aiud- Romanya’da “II. Uluslararası Grafik Sanatlar Bienali“, Sofya - Bulgaristan“7. Lessedra Uluslararası Mini Print”, 2024 yılında; Sofya - Bulgaristan’da “6. Lessedra Uluslararası Mini Print” Sergisi, 2024 yılında; Çin’de“China LM Karikatür Yarışması” sergilerine katıldı.sergilerde yer aldı. Çalışmalarını kendi atölyesinde sürdüren sanatçı UNESCO AIAP Uluslar arası Plastik Sanatlar Derneği (UPSD) üyesidir. Sanatçı bu sergisinde; “Yalnız Kadın” “İkilemler”, “Benliksel İzler” serilerinden resimlerine dair örnekleri ve son dönem çalışmalarını izleyici karşısına çıkarıyor. Amerikalı sanat eleştirmeni Suzie Walshe, New York Sanat Dergisi’nin “Kış 2024” sayısında sanatçı için şunları söylüyor: “Eşsiz bir içsel kuvvete sahip olan Dilek Özmen’in resimlerinde sanatçının vizyonu ve mecazi becerisi ile tuvale boyadığı yağlıboya figürlerdeki başarısı birleştiğinde ortaya çıkan biçimler ve kompozisyonlar sanatçının özenini, titiz çalışma tarzını vurguluyor. Ressamın tabloları izleyiciyi bir bulut gibi sararak bizi bilinçli olarak bilinçaltımızla buluşturuyor. Bu özgün resimler; bizleri şimdiye kadarki bildiklerimizi ve günlük deneyimlerimizi aşmak için davet ediyor. Özmen’in olağandışı resimleri; grafiksel unsurları ağır basan tarihsel ve romantik bir estetiği icat ediyor ve bunun sonucunda ortaya çıkan bu yeni kişiliği sergiliyor.” Dilek Özmen “Dişil Söylemler” başlıklı sergisini şöyle tanımlıyor: Resimlerimin, konuşma etkinliğine benzemesi Hélène Cixous’un da ele aldığı gibi, dişil ifadenin karakteristiğidir. Burada ses kadınlara özgü müzikten ileri gelir, ki bu da “sevginin ilk nesnesinden gelen müzik“tir. Bu aşamada ses ya da konuşma, bilinçdışına yakınlığı noktasında önemlidir ve artık “dişil ifade” fazlasıyla sese benzer ya da sese yakındır.  Aslında, kadın düşünmekte olduğu şeyi bedensel olarak maddeye dönüştürmüş ve onu bedeniyle imlemiştir. Bir anlamda, söylemekte olduğu şeyi kaydetmektedir. Çünkü güdülerinden konuşmadaki denetimsiz ve coşkulu rolü esirgemez. Konuşması, “kuramsal” olduğunda bile, asla basit, çizgisel veya “nesneleşmiş”, genel nitelikli değildir; öyküsünü tarihe dönüştürür. Dişilliğin öznel ve kollektif düzeylerini kurgulamak, homojenleşmeye karşı farklılığı korumak, pek çok değişik toplumsal baskı türlerine karşı direniş göstermek figürlerimin en önemli özellikleridir. Sanat tarihçisi  Sevil Dolmacı sanatçının resimleri için şunları söylüyor; Dilek Özmen resimlerinde önemli nokta özellikle Irigaray’ın ifade ettiği gibi “kadın gibi konuşmak” ve “kadın olarak konuşmak” konularıdır. Burada sanatçı kadın olarak konuşur, çalışma ise kadın gibi konuşmaktadır. Peki bu kavramlar ne anlama gelmektedir? “Kadın olarak konuşmak”, mevcut durum içerisinde hem bir psikolojik konumlanışı hem de toplumsal bir konumlanışı işaret eder. Bundan farklı olarak “kadın gibi konuşmak” ise anlamın anlaşılmazlığına ve çoğulluğuna, doğruluk ve bilginin kontrol edilemezliğine, perspektif çoğulluğuna açık olmak anlamına gelmektedir, yani erkek dil´in her zaman engellemeye, ortadan kaldırmaya, bastırmaya yöneldiği niteliklerdir. Kavramların tablolara, çizgilere, renklere de taşındığı güncel çalışmalardandır Özmen kadınları… www.dilekozmen.com Sergi 20 Şubat – 09 Mart 2024 tarihleri arasında pazar, pazartesi ve resmi tatil günleri hariç 10:00-19:00 saatleri arasında açıktır. Açılış : 20 Şubat 2024 Pazartesi Saat   : 18:00-20:00 ZİRAAT BANKASI TÜNEL SANAT GALERİSİ (ALT SALON) - Müeyyet Sok. No.1 Tünel / İSTANBUL - Tel: 0 212 2514248 - www.ziraatbank.com.tr

İstanbul Modern, Fotoğraf Koleksiyonundan Bir Seçki Sunuyor

“Dünden Sonra”

İstanbul Modern, kuruluşundan bu yana oluşturduğu koleksiyonundan bir seçkiyi Dünden Sonra adlı sergiyle izleyicilerle buluşturuyor. 16 Şubat - 3 Haziran 2024 tarihleri arasında İstanbul Modern Galerisi ve müzenin alt katında yer alacak sergide 53 sanatçının 179 yapıtı yer alıyor. Ayrıca 66 sanatçının 213 yapıtı da dijital ortamda gösterilecek.

Türkiye’de fotoğrafın modern ve çağdaş örneklerini bir araya getiren sergi, Osmanlı döneminden günümüze uzanan süreçte fotoğrafın teknik ve kavramsal gelişimini ortaya koyuyor. Bugünden geriye doğru bir akışla ilerleyerek, Türkiye’de fotoğrafın günümüzde ulaştığı noktadan 1800’lerin Pera’sına dek fotoğraf serüvenini ele alıyor. 

Dünden Sonra sergisinin küratörlüğünü, açıldığı günden bugüne Fotoğraf Galerisi’nin yöneticiliğini yapan ve koleksiyonun kimliğini biçimlendiren Engin Özendes üstleniyor. Sergi, geçmişin ve günümüzün birikimini bütünlüklü bir biçimde izleyiciye sunarken, bundan sonraki yıllar için koleksiyonun gelişimine de ışık tutuyor.

 

26 fotoğraf sergisinde 220 sanatçı

Basın toplantısında konuşma yapan İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı, İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi’nin müzenin açıldığı 2024 yılından bu yana dünyada ve ülkemizde fotoğrafçılığın gelişim sürecini yansıtan örneklerinin yanı sıra genç sanatçıların yeni ve farklı bakış açılarını sunan sergilere ev sahipliği yaptığını belirterek, yurt dışı sergilerinden söz etti: “İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi, genç Türkiye’nin gelişen ve yenileşen yüzünü dünyaya tanıtan, belge fotoğrafının Cumhuriyet dönemindeki en önemli ilk temsilcilerinden Othmar Pferschy’nin arşivinden bir seçkiyi Avusturya’nın çeşitli kentlerindeki sergilerle izleyiciyle buluştururken, üç müzenin işbirliğiyle gerçekleşen sergiyle ilk kez Türkiye, Rusya ve Yunanistan’dan genç sanatçıların yapıtları Moskova ve Selanik’te uluslararası fotoğraf bienallerinde yer aldı. Fotoğraf Bölümümüz, yenilikçi altı fotoğraf sanatçımızın Galata Köprüsü ve çevresine odaklanarak özel olarak hazırladıkları çalışmalarını Fransa’da Türkiye Mevsimi kapsamında Paris’te sergiledi.”

Oya Eczacıbaşı, yedi yıl boyunca İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi’nin küratörlüğünü üstlenen Engin Özendes’in özverili çalışmalarıyla Türkiye’nin sayılı arşivlerden birine sahip olan fotoğraf bölümünün farklı dönem, üslup ve yaklaşımları içeren koleksiyonuna sürekli yeni çalışmalar kattığını belirtti.

Küratör Engin Özendes, İstanbul Modern’in ülkemizin, bünyesinde koleksiyonu ve galerisiyle bir fotoğraf bölümü olan tek müzesi olduğunu vurgulayarak, “İstanbul Modern’in fotoğraf koleksiyonu, Osmanlı döneminden Cumhuriyet başlangıcına, Türkiye’de fotoğrafın temelini oluşturan 50’ler sonrasından 60’lara, 70’lere ve günümüzün önemli sanatçılarına uzanıyor. Yedi yıl önce 312 adet fotoğrafla başladığımız koleksiyonumuzdaki çalışma sayısı bugün 7311’e ulaştı” dedi.

Engin Özendes, İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi’nde bugüne dek 26 fotoğraf sergisinde, Türkiye’nin yanı sıra çeşitli ülkelerden 220 sanatçının çalışmasının sergilendiğini belirterek, fotoğraf bölümünün, Türkiye’den genç fotoğrafçıların çalışmalarını ve koleksiyonundan örnekleri Avusturya, Fransa, Rusya ve Yunanistan’da açılan sergilerle izleyicilerle paylaştığına değindi.

Dünden Sonra: İstanbul Modern Fotoğraf Koleksiyonundan

Fotoğrafın Osmanlı’daki ilk adımları

Fotoğrafın icadından sadece bir yıl sonra Fransa’dan yola çıkan Fransız ressam Horace Vernet ve Daguerreotype çekimleri yapan Goupil Fesquet 1840 yılında İzmir’e vardılar. Fotoğrafın dünyaya yayılmasına öncülük edenler; maceraperestler, yazarlar, arkeolojik kalıntılarla ilgilenenler, ressamlar ve mimarlardı. Bu gezgin fotoğrafçılar, kendilerine yabancı gelen Doğu kentlerinde önceleri manzara fotoğrafları çekerken zamanla fotoğraf makinelerini sokaktaki insanlara da çevirdiler. Anıtlar, çarşılar, sokaklar, köy pazarları ile birlikte kompozisyonun içine giren insan, Osmanlı İmparatorluğu’nda yerli stüdyoların açılmasını sağladı. İlk stüdyoların sahipleri, Ermeniler ve Rumlardı. Bu stüdyolar, 1850’li yıllardan başlayarak İstanbul’un Batı yaşamına en yakın bölgesi olan Grand’ Rue de Péra’da yerlerini aldılar. Sergide de fotoğrafları yer alan Abdullah Frères, Sébah & Joaillier, Guillaume Berggren, Mihran İranyan ve Gülmez Frères 19. yüzyıldan günümüze görüntüler bıraktılar.

Cumhuriyet ve belgesel fotoğrafçılığı

Belgesel fotoğrafın Cumhuriyet dönemi başlangıcındaki en önemli temsilcisi olan Othmar Pferschy, Türkiye’yi dolaşarak binlerce fotoğraf çekti. Bu yılların fotoğrafları Türkiye’nin tarihi yerleri, doğada insan manzaraları, kentlerin modernleşen yüzü gibi özellikle olumlu ve güzel kareleri yansıtma sorumluluğu taşıyordu.

1932’de açılan halkevlerinin çalışmaları fotoğrafın yaygınlaşmasına çok büyük katkıda bulundu. Fotoğrafçılar arasında Anadolu’yu gezerek belgelemek yaygınlaşırken, kentlilerin kırsala olan ilgisi ve buradaki gerçeklikleri belgeleme eğilimi de dikkat çekiyordu. Aziz Albek, Cafer Türkmen, Nevzat Çakır, İbrahim Zaman, Gültekin Çizgen, Arif Aşçı ve Atilla Torunoğlu gibi sanatçılar kendi özgün yorumlarıyla belgesel fotoğrafçılığın önemli örneklerini ortaya koydular.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Süreyya Bükey’in öncülüğünde başlayan artistik portre çekimi zamanla sınırlarını stüdyoların dışına taşırarak insanların yaşam alanlarına, hayatlarına ve yüzlerinden yansıyan ifadeye odaklandı. Sergide farklı kuşaklardaki üç sanatçının kamerasından -Lütfi Özkök, Sedat Pakay ve Bennu Gerede- ve edebiyat dünyasından Samuel Beckett, Nazım Hikmet, Aliye Berger ve Can Yücel gibi önemli karakterlerin portreleri yer alıyor.

Modern çalışmalar

Belgesel fotoğrafçılık, zamanla yerini kavramsal yaklaşımlara ve sanatçı müdahalesinin güçlü bir şekilde hissedildiği kurgulara bırakır. Dijital olanakların gelişmediği 20. yüzyılın ilk yarısında, deneysel çalışmalar karanlık oda teknikleriyle sürdürülürdü. Üst üste pozlandırma tekniğiyle agrandizörde ortaya çıkan fotoğraflarda bugünün dijital manipülasyonlarını ve kurgusal fotoğrafın ilk örneklerini görmek mümkündü. Sergideki Mustafa Kapkın ve Baha Gelenbevi’nin fotoğrafları bu tür deneysel çalışmalardandır. Diğer yandan 1980’lerden itibaren Şahin Kaygun’un boya ve kolajı fotoğrafın sınırlarına kattığı çalışmaları, fotoğrafımızda ilk -fotoğraf örnekleridir.

Gündelik hayatın önemli bir çıkış noktası olduğu yaklaşımlarda şehir, sanatçılar için başlı başına bir deneyim alanına dönüşür. Kenti gözlemleyen, sokaklarında dolaşan fotoğrafçı, kentin mimarisi, kaotik yapısı, duvarları ve insanlarını kendi bireysel yaklaşımı ile kadraja alır. Sevim Sancaktar, Burhan Doğançay ve Selim Güneş, kent duvarlarına hiçbir müdahalede bulunmadan çektikleri fotoğraflarında kurgusal etkiler yakalarken, Jak Baruh, Burcu Aksoy ve Murat Germen benzer bir etkiyi dijital olanaklarla yaratırlar.

Sergide yer alan Sıtkı Kösemen, Kamil Fırat, Paul McMillen, Ahmet Öner Gezgin, İzzet Keribar, Cem Turgay ve Orhan Cem Çetin ise çalışmalarında zaman, varoluş ve ölüm gibi bireysel temalardan yola çıkarak kurgu ve gerçekliği bir araya getirirler.

Sergide yer alan sanatçılar:

Abdullah Frères, Cengiz Akduman, Burcu Aksoy, Aziz Albek, Ersin Alok, Arif Aşçı, Tahsin Aydoğmuş, Jak Baruh, Guillaume Berggren, Atila Cangır, İbrahim Coşkun, Nevzat Çakır, İsa Çelik, Orhan Cem Çetin, Gültekin Çizgen, Burhan Doğançay, Şakir Eczacıbaşı, Ahmet Elhan, Kamil Fırat, Baha Gelenbevi, Bennu Gerede, Murat Germen, Ahmet Öner Gezgin, Ara Güler, Gülmez Frères, Sami Güner, Selim Güneş, Mehmet Günyeli, Mihran İranian, Sabit Kalfagil, Mustafa Kapkın, Cengiz Karlıova, Şahin Kaygun, İzzet Keribar, Mehmet Kısmet, Sinan Koçaslan, Sıtkı Kösemen, Paul McMillen, Aslı Narin, Ömer Orhun, Bülent Özgören, Lütfi Özkök, Sedat Pakay, Othmar Pferschy, Rubellin Père & Fils, Sevim Sancaktar, Sébah & Joaillier, Gökşin Sipahioğlu, Atilla Torunoğlu, Cem Turgay, Yusuf Tuvi, Cafer Türkmen, İbrahim Zaman.

İstanbul Modern’de Boijmans Van Beuningen Müzesi Koleksiyonundan Bir Seçki

Şubat 17, 2024 by  
Filed under Resim, Sanat, Sergiler

“La La La İnsan Adımları”

İstanbul Modern, Hollanda ve Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin 400. yılı kutlamaları kapsamında La La La İnsan Adımları: Boijmans Van Beuningen Müzesi Koleksiyonundan Bir Seçki başlıklı sergiye ev sahipliği yapıyor. 16 Şubat - 6 Mayıs tarihleri arasında İstanbul Modern Süreli Sergiler Salonu’nda yer alacak sergi, 1849 yılında kurulan, Hollanda’nın dünyaca tanınmış Boijmans Van Beuningen Müzesi’nin Direktörü Sjarel Ex’in koleksiyonlarındaki 140 binin üzerindeki yapıt arasından İstanbul Modern için hazırladığı özel bir seçkiyi içeriyor.

Klasik  dönem, modern ve çağdaş sanatın tanınmış isimlerini bir araya getiren sergide, farklı coğrafyalardan 28 sanatçının , çizim, yerleştirme, baskı, ve videolarından oluşan 53 çalışma bulunuyor. İstanbul Modern’in Boijmans Van Beuningen Müzesi ile işbirliği, 10 Mart’ta Rotterdam’da açılacak İstanbul Modern - Rotterdam başlıklı sergi ile sürecek.

Boijmans Van Beuningen Müzesi ile işbirliğiyle, Hollanda Kraliyeti’nin katkılarıyla gerçekleşen serginin destekleyici sponsorluğunu Fibabanka, görüntü ve ses sistemleri sponsorluğunu ise LG Electronics üstleniyor.

İnsan ilişkilerine odaklanan bir sergi

Küratörlüğünü Sjarel Ex’in üstlendiği sergide, Bruce Nauman, Vito Acconci ve Cindy Sherman gibi çağdaş tarihine geçmiş usta isimlerin yanı sıra müzenin koleksiyonundan 16. Yüzyıl ressam ve baskı ustalarının ender bulunan çalışmalarına yer veriliyor.

Sergiye ayrıca her biri dünya çapında ses getiren projeleriyle ün yapan uluslararası isimler katılıyor. Çin’den Yang Fudong, Hollanda’nın ünlü video sanatçısı Aernout Mik ve moda fotoğraflarıyla tanınan Inez Van Lamsweerde, Güney Afrika’nın dünya çapındaki video ve fotoğraf ustası Zwelethu Mthethwa ve Fransa’nın yeni yıldızı Cyprien Gaillard bunlardan bir kaçı.

La La La İnsan Adımları, bugünün dünyasında insan ilişkilerine odaklanan bir sergi. İnsanlık, insan ilişkileri ve hayatla başa çıkma çabamıza dair pek çok konuya tarihsel, kişisel ve toplumsal bağlamda karşılıklar sunuyor. Bu nedenle, sergi “insan”ı başlangıç noktası olarak kabul ediyor. Bir yandan bireyin kendi kişisel sorunlarına yanıt bulma arzusunu incelerken, öte yandan insanların toplumsal alanda karşı karşıya gelme biçimlerini sorguluyor.

Sergi, başlığını Kanadalı çağdaş dans topluluğu La La La Human Steps’ten ödünç alıyor. Topluluğun serginin farklı noktalarında karşımıza çıkan performansı Amelia, insanların birbiriyle karşılaşmalarını anlatıyor. Hayata karşı iyimser ve cesur bir  tutumun metaforu olabilecek nitelikteki performans, sergide bir leitmotif olarak yer buluyor.

İnsanların bazı ortak sorularını gündeme getirerek yanıtlar önermeye çalışan sergide yer alan sanatçılar şunlar: Vito Acconci, Bas Jan Ader, Yael Bartana, Sebald Beham, Erhard Schön, Niklas Stoer, John Bock, David Claerbout, Pieter Coecke van Aelst, Peter Feiler,Yang Fudong Cyprien Gaillard, Šejla Kamerić, Paul Kooiker, Inez van Lamsweerde, Erik van Lieshout, Aernout Mik, Melvin Moti, Zwelethu Mthethwa, Bruce Nauman, Joachim Patinir, Anri Sala, Cindy Sherman, Marijke van Warmerdam, Andro Wekua, Guido van der Werve, Sylvie Zijlmans, Melvin Moti, Zwelethu Mthethwa, Bruce Nauman, Joachim Patinir, Anri Sala, Cindy Sherman, Salla Tykkä, Marijke van Warmerdam, Andro Wekua, Guido van der Werve, Sylvie Zijlmans.

La La La Human Steps’in performansı Amelia

Boijmans Van Beuningen Müzesi Direktörü ve küratörü Sjarel Ex, basın toplantısında 163 yıllık müzenin 140 binden fazla yapıt içeren koleksiyonundan seçtiği klasik ustaların yapıtlarıyla güncel sanatçıların çalışmalarını bir araya getiren sergiyle, “bugünün sanatını sergilemek istediğini” söyledi: “İstanbul Modern ile paylaştığımız ortak odak noktası bu alan; Klasik Ustalar’ın resimlerini sergilemek istememin sebebi ise Museum Boijmans Van Beuningen’in sanatı hep çağlar ve disiplinlerarası farkların ötesine geçen bir süreklilik olarak görmeye çalışmış olması. İnsan ilişkilerinin –yani insanlar arası yakın temasların- koleksiyonlarımızda yer alan her yüzyıl ve disiplinden yapıtlarda sık sık karşımıza çıkan bir konu olduğunu düşündüm. Türkiye ve Hollanda halkları arasındaki ilişkilerin 400. yılı kutlamaları için de bundan daha uygun bir tema bulunamazdı.”

Sjarel Ex, sergideki temalarla, sanatçılar ve benimsedikleri konumlar arasında sayısız karşılıklı ilişkinin ve yapıtların birbiriyle ilişkisinin başlı başına önemli ve zengin bir kaynak oluşturduğunun altını çizdi:“La La La İnsan Adımları, insan ilişkileri, insanlar arasındaki çatışmalar, arzu, başarısızlık, umutsuzluk ve zaaf hakkında bir sergi. Temalar bizim kadar, sanat kadar eski. Hayatla başa çıkma çabamız kadar eskiye dayanan bu konulara tarihsel, kişisel ve toplumsal bağlamlarda karşılıklar bulmak mümkün. Bunu biraz daha kişisel bir vurguyla ifade etmek için, Kanadalı dans kumpanyası La La La Human Steps’in bir performansını sergiye dahil ettim. Amelia özel bir hayranlık beslediğim bir çalışma ve koreografisini Édouard Lock’un yaptığı on dört parçalık nefes kesici güzellikte bir diziden oluşuyor. Bu performans iyimser ve cesur bir yaklaşıma dair bir metafor ve sergiyi insanlar arası karşılaşmalar ve hayatlarımızı birlikte yaşayabilmemize dair bir anıt olarak algılamamız için tasarlanmış hümanist bir rehber. Kulağa ne kadar erdemli ve ahlaki gelirse gelsin, Amelia’yı bir tür mutlu yaşam rehberi ve iyimser bir gerçeklik olarak değerlendirmeliyiz.”

İstanbul Modern Yönetim Kurulu Başkanı Oya Eczacıbaşı, Hollanda ve Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin 400. yılı kutlamaları kapsamında, Boijmans Van Beuningen Müzesi ile ortaklaşa sergi düzenlemekten dolayı büyük mutluluk duyduklarını belirterek, “İnsan kültürünün ötekisiz olamayacağını gözler önüne seren La La La İnsan Adımları, günümüz sanat haritasında önemli bir yere sahip ve birçoğu Türkiye’de ilk kez sergilenecek olan isimlerden oluşuyor” dedi.

Oya Eczacıbaşı, Boijmans Van Beuningen Müzesi ile işbirliği çerçevesinde 10 Mart - 10 Haziran 2024 tarihleri arasında Rotterdam’da açılacak İstanbul Modern - Rotterdam başlıklı sergiyle Türkiye çağdaş sanatının önemli örneklerini izleyiciyle buluşturacaklarını dile getirdi: “İstanbul Modern’in 2024 yılından bu yana dünyanın önemli kentlerinde düzenlediği koleksiyon sergilerinin devamı niteliğini taşıyan bu sergi, 70’li yıllardan günümüze Türkiye’de çağdaş sanatın dönüşümünü yansıtan çalışmalarla müze koleksiyonundan küçük ama etkili bir seçkiyi içeriyor.”

Hollanda Kraliyeti Başkonsolosu Onno Kervers, La La La İnsan Adımları: Boijmans Van Beuningen Müzesi Koleksiyonundan Bir Seçki sergisinin  Hollanda ve Türkiye’nin diplomatik ilişkilerinin 400. yılını kutladıkları bu özel yılda gerçekleşen en büyük kültürel etkinliklerden biri olduğunu belirterek,  “400 yıl önceki bir tarihi olayı kutlarken aynı zamanda ileriye de bakmak ve bu uzun soluklu ilişkiden ortak bir geleceğin zemini olarak faydalanmak önem taşıyor. Modern sanat, toplumumuzla ilgili sorular sormamızda ve gelecek vizyonumuzu biçimlendirmemizde önemli bir rol oynar. Eşsiz bir modern sanat platformu olan  İstanbul Modern’in bu sergi için ülkemde aynı rolü üstlenen Boijmans Van Beuningen ile ortaklaşa çalışmasından büyük memnuniyet duyuyorum” dedi. Onno Kerves, bu serginin kültürel diyalog ve işbirliğinin yanı sıra Hollanda ve Türkiye arasındaki ilişkileri de geliştireceğine inandığını ifade etti.

Tarihsel, Kişisel ve Toplumsal Karşılaşmalar

La La La İnsan Adımları: Boijmans Van Beuningen Müzesi Koleksiyonundan Bir Seçki, ‘Ben’ ve ‘Biz’ kavramlarını, Tarihteki Karşılaşmalar, Kişisel Karşılaşmalar ve Toplumsal Karşılaşmalar başlıklı üç ana bağlamda ele alıyor.

Tarihteki Karşılaşmalar başlığında yer alan klasik dönem ustalarının resim, baskı ve çizimlerinden oluşan yapıtlar, serginin tarihsel temelini belirliyor. 16. Yüzyılın seyyah sanatçı fikrine vurgu yapan resim ve baskılar aynı zamanda birer tarihi belge niteliği taşıyor. Bu bölümde her biri bugünün dünyası için tarihi referanslar barındıran ve merak, endişe, korku, şiddet, günah ve başarısızlık gibi konuları işleyen büyüleyici yapıtlar bulunuyor.

Kişisel Karşılaşmalar başlığında dünyanın çeşitli yerlerinden sanatçılar, insanlık durumu ya da insanlık yazgısı hakkında sorular soruyor. Çalışmalarıyla bilinçaltı, korku, yalnızlık, açgözlülük, öfke ve şehvet gibi insani duyguları ve bireyin kişisel sorunlarına yanıt bulma arzusunu anımsatıyorlar. Bu bölümdeki yapıtlar, olumlu ya da olumsuz pek çok duygunun, insan olarak hepimizin vazgeçilmez bir parçası olduğunun altını çiziyor.

Toplumsal Karşılaşmalar ise bireylerin birbirleriyle kamusal alanda karşı karşıya gelme biçimlerine bakıyor. Buradaki yapıtlar günümüzde insanların toplum içinde kurduğu ilişkileri ve toplum içinde karşılaşmaların yol açtığı çatışmaları inceliyor. Karşılaşma, yüzleşme ve çatışma biçimlerini farklı bakış açılarıyla ortaya koyuyor.

İstanbul Modern- Rotterdam

İki müzenin ortaklığının ikinci ayağını Rotterdam’da düzenlenecek İstanbul Modern - Rotterdam başlıklı sergi oluşturuyor. İstanbul’un kardeş şehri Rotterdam, Avrupa’nın en büyük limanına sahip olması sayesinde önemli bir buluşma noktası. İstanbul Modern’in 10 Mart - 10 Haziran tarihlerinde Boijmans Van Beuningen Müzesi’nde açacağı İstanbul Modern - Rotterdam başlıklı sergi, Avrupalı izleyiciyle Türkiye çağdaş sanatının önemli örneklerini buluşturmayı hedefliyor.

Sergi, İstanbul’u çağdaş sanatın merkezinde yeni bir kıta olarak tanımlarken 70’li yıllardan günümüze Türkiye’de çağdaş sanatın dönüşüm ve değişim dinamiklerini inceliyor. Küratörlüğünü Levent Çalıkoğlu’nun yaptığı sergide, Ramazan Bayrakoğlu, Taner Ceylan, Nezaket Ekici, Ayşe Erkmen, İnci Eviner, Nilbar Güreş, Balkan Naci İslimyeli, :mentalKLİNİK, İrfan Önürmen, Sarkis, Hale Tenger, Canan Tolon, Fatma Tülin ve Nil Yalter’in yapıtları yer alıyor.

TARİHTEKİ KARŞILAŞMALAR

Pieter Coecke van Aelst, 1502 – 1550 (Flaman)

Sergide yer alan panoramik ağaç baskı süsleme, Pieter Coecke van Aelst’nin ölümünden üç yıl sonra basıldı. Bu yapıt sanatçının 1533’te, yani Kanuni Sultan Süleyman’ın Viyana’yı kuşatmasından sadece dört yıl sonra İstanbul’da geçirdiği dönemi temel alır ve ufuk çizgisinin solundaki Fatih Camii’ne doğru yol alan iyi giyimli, uzun, atlı bir kafileyi resmeder. Bu cami, 1453’te son Bizans İmparatoru XI. Konstantin’i mağlup ederek Konstantinopolis’i fetheden Fatih Sultan Mehmet’in türbesinin de bulunduğu camidir. Bu kafilenin, Osmanlı Devleti’ni bir imparatorluk haline getiren Fatih’in anısına bir araya geldiği açıktır. Van Aelst bu yapıtı padişah tarafından ısmarlanan bir dizi duvar halısı için çizmiş olabilir. Sanatçının şehri ve gururlu sakinlerini resmediş biçimi şaşkınlık ve hayranlık uyandırıcıdır.

Sebald Beham, 1500 – 1550

Erhard Schön, yaklaşık 1491 – 1542

Niklas Stoer, yaklaşık 1500 – 1562

Sebald Beham, Erhard Schön ve Niklas Stoer, Dürer’den sonraki kuşaktan üç Nürnberg’li gravür sanatçısıydı. Geleneksel dini konuların ötesine geçerek köy hayatı ve günlük hayattan sahneler gibi yeni konuları araştırıyorlardı. Aralarında en yeteneklisi Sebald Beham’dı. 1500 yılında Nürnberg’li sanatçı bir ailenin çocuğu olan Beham son derece ayrıntılı, bazıları bir posta pulu kadar küçük, köy hayatı ve klasik mitolojiden sahneler resmeden gravürleriyle bilinir.

Erhard Schön (t. 1491-1542) tüm hayatını Nürnberg’de geçirdi. 1520’li yılların ortasında, Nürnberg Lüterciliği kabul ettikten sonra Katolik Kilisesi karşıtı kitap ve gazeteler için ahşap gravürler tasarlamaya başladı. Güncel olayları ve insan doğasını hicveden gazeteler tasarladı ve satirik şiirler için ilüstrasyonlar hazırladı. Modern dönemin editöryel (ön sayfa) gazete karikatürlerine benzeyen tarzdaki kompozisyonların amacı halkı eğlendirmek, kızdırmak veya aydınlatmaktı.

Niklas Stoer (t. 1500-1562/63) daha az bilinir ama aynı sanatsal ve kültürel iklime ait bir sanatçıdır. Sergideki gravürler 1530 civarında üretilen iki gravür serisinden alınmadır; bu serilerden biri Türk askerlerini ve kumandanlarını resmeden on sekiz yapıttan; diğer seri ise İsviçreli ve Alman paralı askerleri gösteren yirmi sayfadan oluşur. İki seriyi de tarihsel bağlamları içerisinde anlamak ve değerlendirmek mümkündür, o dönemde Avrupa’da hakimiyet için verilen mücadele açısından yakın ilişkileri vardır.

Joachim Patinir, 1480 – 1524 (Flaman)

1520-21 yıllarında Antwerp’i ziyaret eden ve Patinir ile tanışan ünlü Alman sanatçı Albrecht Dürer Joachim Patinir’i “iyi bir manzara ressamı” olarak tanımlamıştır. Patinir Hollanda’nın gerçek anlamda ilk manzara ressamıdır. Sergide yer alan manzara resmi Sodom Ve Gomora’nın Yıkılış Manzarası, Şeria Nehri kıyısında yer alan Sodom ve Gomora şehirlerinin ilahi yargı sonucunda gökyüzünden yağan ateşle yok edilişini konu alır

KİŞİSEL KARŞILAŞMALAR

Vito Acconci, 1940 (ABD)

Vito Acconci, bir dizi şiddet içeren fiziksel performansta bedenini kullandı, kendini ısırmak, bedenindeki kılları yakmak gibi eylemler gerçekleştirdi. Sergideki yapıt 1970 tarihli Üç Uyum Araştırması başlıklı triptik bir video çalışmasına aittir: Soap & Eyes/Sabun ve Gözler başlıklı bölümde sanatçı yüzünü sabunla köpürttükten sonra gözlerini açık tutmaya çalışırken; Hand and Mouth/ El ve Ağız’da yumruğunu tekrar tekrar, kusana kadar ağzına zorla sokar. Sergide gösterilen bölüm olan Gözbağlı Yakalama Çalışması’nda ise gözleri bağlı halde kendisine kadrajın dışından fırlatılan lastik topları yakalamaya çalışır.

Bas Jan Ader, 1942-1975 (Hollanda)

Bas Jan Ader 1975 yılında, In Search of the Miraculous/Mucizevinin Peşinde başlıklı bir performans için tehlikeli bir yelkenli seyahatine kalkıştı ve Cape Cod, Massachusetts ile İrlanda’nın batı kıyısı arasında bir yerde denizde kayboldu. Ader için sanat ve hayat arasında bir sınır yoktu; dolayısıyla ölümü de romantik bir sanat yapıtının parçası haline geldi. Sana Anlatamayacak Kadar Üzgünüm (1970-1971) başlıklı en bilinen yapıtında Ader kamera karşısında ağlar. Bu sergide bu yapıtın film versiyonu gösteriliyor, ancak yapıtın fotoğraf versiyonu da mevcuttur. Sanatçının sergideki diğer yapıtı IHC Yamacı Performansı 1969’da Immaculate Heart College’da William Leavitt’le gerçekleştirdiği bir ortak çalışmada üretilmiş bir videodur.

Yael Bartana, 1970 (İsrail)

Yael Bartana, yapıtlarında anavatan, ortak kimlik, grup oluşumunu sağlarken aynı anda da ötekileştiren tören ve ritüeller hakkında sorular sorar. Bu yapıtlarda genellikle bakış açısı bazen içeridendir, içeriden olmadığı zamanlarda izleyici kendini dışlanmış hisseder. Sanatçının erken dönem videoları ışık, kamera açısı ve ses açısından bir üsluba sahiptir, ama yapıtların geneline belgesel dili hakimdir. Sergide gösterilen Ad De’Lo Yoda (O Bilmeyene Dek) 2024 tarihli bir yapıttır.

John Bock, 1965 (Almanya)

John Bock dil, ve heykel gibi bileşenleri absürd ve karmaşık bir üslupla bir araya getiren film ve enstalasyonlar üretir. Sanatçının sürreel, rahatsız edici ve bazen şiddet dolu evreni, atık ve bulunmuş nesneler kullanılarak üretilmiş fantezi ürünü gibi görünen makineler içerir. Joseph Beuys’un sanatsal pratiğini izleyen bir anlayışla, dekorlar ve nesneler sergi mekanında enstalasyon olarak yer alır. Performanslarını belgeleyen videolar üreten Bock, sinemanın yapı ve türleri üzerinde oynayan daha karmaşık videolar üzerinde de çalışır. Sergide gösterilen Porcelain Isoschizo Kitchen Act Of The Neurodermatitic Scrap Falling In The Coffee Maelstrom  adlı video  ise 2024 tarihli bir “ders”i belgeler. Bu video mutfak faaliyetlerine mizah dolu bir bakış ve kap kacak, sebzeler, ravioli makarna, yumurtalar, sosisler, havuç suyu ve süt arasında geçen hızlı bir geçit töreni sunuyor.

David Claerbout, 1969 (Belçika)

Fotoğraf, video, ses, çizim ve dijital sanatlardan faydalanan David Claerbout, en çok, imgeler ve zaman arasındaki ilişkiyi araştırdığı büyük ölçekli video enstalasyonlarıyla bilinir. Bu videolar zamanın hem donmuş hem de hareketli imgelerle nasıl deneyimlenebileceğini araştırır. Sergide gösterilen Beyaz Ev (2006) başlıklı videoda iki siyah erkek, klasik denebilecek mimari bir üslupta inşa edilmiş beyaz bir evin önünde buluşurlar. Tartışmaya, sonra kavga etmeye başlarlar, sonunda biri öldürülür. Bu sahne izleyicinin gözleri önünde defalarca tekrarlanır (tam olarak 13 saatte 75 kez). Saatler geçtikçe eve vuran güneşin açısı değişir. Bu yapıtta izleyici geçen zaman ve değişen ışığın soyut yönlerine olduğu kadar, tarihin kendini tekrar edişine de odaklanır.

Paul Kooiker, 1964 (Hollanda)

Paul Kooiker kadın bedeni, kadın bedeninin izleyicinin ilgisini çekmesi, bakışını yönlendirmesi ile bir imgeyi üreten sanatçı ve model, bakan ve bakılan arasındaki ilişkiyle ilgilenir. Sergideki çalışmalar 2024 tarihli 20 siyah beyaz fotoğraftan oluşan Crush serisine aittir. Burada, mobilyaların alt üst edildiği, yere kağıt parçalarının saçıldığı ve bir elektrikli süpürgenin yanı sıra çeşitli nü modeller gördüğümüz dağınık odalar karşımıza çıkar. Bu modellerin hayatta olup olmadıkları belli değildir. Odadaki tüm izler, kısa süre önce mekanda bir başkasının (katil, fotoğrafçı ya da izleyici) bulunduğunu ve orayı aceleyle terk ettiğini gösterir.

Inez van Lamsweerde, 1963 (Hollanda)

Inez van Lamsweerde, 1992’de PS1 Güncel Sanat Merkezi’nin sanatçı programına katılmak üzere New York’a gitti ve uluslararası kariyerine orada başladı. Van Lamsweerde kariyerinin başlangıcından bu yana, aynı zamanda partneri olan 1961 Amsterdam doğumlu Vinoodh Matadin ile beraber çalışır. Van Lamsweerde ile Matadin, kariyerlerinin başında, cinsiyet ve cinsellik, gerçeklik, yüzeysellik ve kimlik gibi konuları araştırmalarına olanak sağlayan dijital olarak manipüle edilmiş fotoğraflar kullandılar. Daha sonraki yapıtlarında, sahte olduğu belli olan bir fon ile önündeki “gerçek” manken arasında bir boşluk yaratmayı seçtiler. 1990’ların ortalarından bu yana düzenli olarak Fransız tasarım ikilisi M/M Paris ile beraber çalıştılar. Bu ortaklıktan, birçok başka ürünün yanı sıra, İzlandalı sanatçı Björk için çekilen bir müzik videosu doğdu. Van Lamsweerde ile Matadin’in kişisel sanatsal dilleri geliştikçe yapıtlarındaki dijital manipülasyonlar da daha hassas ve incelikli hale gelmiştir; bugün artık sadece sıradan rötuşlara dönüştü. Van Lamsweerde’nin sergideki yapıtları Son Fantezi, Teşekkürler Kalça Sıkılaştırıcı, Orman başlıklı fotoğraf serilerinden üç fotoğrafı ve Kirsten Star adlı yapıtı içerir.

Erik van Lieshout, 1968 (Hollanda)

Erik Van Lieshout, toplumsal belgesel tarzındaki videolarında yabancılardan, ne kadar tartışma uyandırıcı olursa olsun, hislerini ve siyasi düşüncelerini kendisiyle paylaşmalarını ister.  Van Lieshout yapıtlarında kişiselle siyasi olanı yan yana getirir. Sanatçının sergide yer alan 2024 tarihli yapıtının başlığı Düşle Beni’dir. Videoyu izlemek için izleyicinin dışarıdan büyük kırmızı kağıttan bir fenere, içeridense rahme benzeyen bir yapıya girmesi gerekir. Video, sanatçının Çinli bir kızla tanışıp ona feminizm ve kadınların güçlenmesi ile ilgili İngilizce kelimeler öğretmeye çalışmasını belgeler.

Melvin Moti, 1977 (Hollanda)

Daha çok film alanında çalışan Melvin Moti, fotoğraf, çizim, metin ve enstalasyon gibi disiplinlerden de yararlanır. Moti’nin yapıtları genellikle güncel bir bağlamda tekrar ele alındıklarında kahince bir nitelik taşıdıkları anlaşılan, gözardı edilmiş tarihsel olaylar üzerine ayrıntılı araştırmalara dayanır. 2024 tarihli Siyah Oda’da Fransız sürrealist yazar Robert Desnos (1900-1945), 1922/23 yıllarının sonbahar ve kış aylarındaki sürrealist “uyur-yazarlık” deneylerini anlattığı hayali bir röportaj aracılığıyla yapıta katılır. Desnos ve görüşmeci heyecanla dünyanın harikuladeliği ve kaçınılmaz tehlikelerinden söz ederken kamera yavaşça sağdan sola kayar ve zarif beyaz sütunlar, küçük figürler ve aksesuarlarla ince bir üslupla süslenmiş koyu renkli, pürüzlü bir yüzeyi incelemeye başlar. 20. yüzyıl başında, Pompei yakınlarındaki Villa Agrippa’daki Siyah Oda’dan kurtarılan bu hayalet duvar panelleri, sanki üzerlerinde varmış gibi görünen tuhaf imgelerle izleyiciyi hipnotize eder.

Zwelethu Mthethwa, 1963 (Güney Afrika Cumhuriyeti)

Zwelethu Mthethwa, Apartheid rejiminin 1994 yılında yıkılmasıyla hem Michaelis Okulu’nda eğitmen oldu, hem de sansürün pençesinden kurtularak hızla dünyaya açılan Güney Afrika fotoğrafçılığında önemli bir figür haline geldi. Mthethwa, toplumsal ve ekonomik zorluklar karşısında bile onurlu ve direnişçi kimliklerini koruyan siyah Güney Afrikalıları belgelediği büyük ölçekli fotoğraflarıyla bilinir. Bu imgeler alçakgönüllü ve şeffaf bir çalışmanın sonucudur. Mthethwa dış mekanlarda kamerasıyla gezerek insanların kendisini evlerine davet etmesini bekler. Fotoğrafını çekeceği kişilerin hazırlık yapmasına zaman tanır ve göçmen işçilerin portreleriyle, aynı zamanda onların yaşadıkları yerlerin fotoğraflarını çeker. Kentsel ve kırsal alanlarda çalışan Mthethwa anayurdunun bir dizi özelliğini neredeyse gelişigüzel denebilecek bir rahatlıkla belgeler. Renk kullanımı Mthethwa’nın siyah-beyaz fotoğrafın yarattığı belgesel ifadeyi aşmasını sağlar. Esne başlıklı video çalışması tamamen başka bir türe aitmiş havası taşısa da aynı yaklaşımla gerçekleştirilmiştir.

Bruce Nauman, 1941 (ABD)

Çalışmalarında fotoğraf, neon, video, çizim, baskı ve performansı  içeren geniş bir malzemeler yelpazesini kullanan Bruce Nauman kendisini bir heykeltıraş olarak nitelendirir. Yapıtlarının çoğu, sanatçının dile olan ilgisini genellikle muzip ve oyuncu bir üslupla yansıtır. Kariyerinin başlangıcında, 1966 ile 1970 yılları arasında Nauman bedenini psikolojik halleri ve davranış kodlarını araştırmak için kullandığı çok sayıda video üretmiştir. Bu sergideki yapıtlar da bu dönemdendir. Bir Karenin Çevresinde Abartılı Hareketlerle Yürütmek (1967-68) adlı yapıtında sanatçı atölyesinin zeminine yapıştırdığı bantlarla oluşturduğu iç içe iki karenin çevresinde, ağırlığını önce bir bacağına sonra diğerine vererek yürür. Dıştaki karenin ön köşelerine yaklaştığında kadrajın dışına çıkar, ama izleyici sanatçının yürüyüşüne devam ettiğini bilir. Bazı noktalarda sanatçı, sanki film geri sarılıyormuş gibi, geri geri yürümeye başlar. Pulling Mouth/Ağız Çekmek (1969) ise sanatçının parmaklarıyla dudaklarının ve ağzının biçimini aşırı biçimde bozmasını yavaş çekimde gösterir.

Cindy Sherman, 1954 (ABD)

Cindy Sherman fotoğraflarında kendisini modern dünyaya dair çeşitli konularla ilgili yorumlarda bulunmak için bir araç olarak kullanır. Untitled Film Stills/İsimsiz Film Kareleri ve sonraki dönem serilerinde Sherman moda dergilerinin, reklamların, sinema filmlerinin görsel dilini kullanır ve toplumda kadının rolü ve temsili, medya ve sanatın konumu hakkında çarpıcı sorular ortaya koyar. Sanatçının çalışmaları kavramsal fotoğraf olarak da nitelenir. Sergideki yapıtlar ise farklı serilerden alınmadır. Untitled #96 (orange shirt, tile floor)/İsimsiz #96 (turuncu gömlek, karo zemin) Sherman’in kadın stereotipleri üzerine bir erken dönem yapıtıdır. Sergideki diğer yapıtlarında ise Sherman korku, iğrenme, seks ve ölüm gibi kavramlarla ilişkili imgeleri inceler. Bu fotoğraflar insanın tahrik edilme, şaşırtılma ve korkutulma arzularıyla ilgili sorular sorar. Felaket serisinden bir fotoğraf olan Untitled #180/İsimsiz #180  suyun altında, cama dayanmış bir kadının şekli bozulmuş yüzünü gösterir. Seks Fotoğrafları serisinden olan Untitled #258/İsimsiz #258’de bedenini sergileyen gerçek bir kadın değil plastik bir manken olduğu için fotoğraf beklenmedik bir etki uyandıran pornografik bir imgedir. Yine korku filmleri türüne gönderme yapan Untitled #315/İsimsiz #315 ya dev bir kadından doğan ya da tuhaf bir canavar tarafından yutulan yetişkin bir adamın anlamı belirsiz imgesini sunar.

Salla Tykkä, 1973 (Finlandiya)

Salla Tykkä 2024 - 2024 yılları arasında ürettiği 35 mm. filmler üçlemesi ile çok olumlu eleştiriler aldı. Arka planında Finlandiya’nın doğasının ve insanlarının önemli bir rol oynadığı bu filmler aynı zamanda western, korku ve bilim kurgu gibi Hollywood türlerine gönderme yapar. Filmlere konu olan durumlar aslında son derece basit ve sıradandır. Olaylar gelişir ve yoğunlaşır, ancak çözülmeden kalır. Salla Tykkä’nın filmleri otobiyografik değildir, ama sanatçının kendi tecrübelerine dayalıdır. Sergide yer alan Power/Güç başlıklı filmin orijinali 35 mm.’dir. Tykkä’nin ilk filmlerinden biri olan bu yapıt, şu bir çok anlama gelebilecek ifadeyle anne-babasına ithaf edilmiştir: “Annem hakkında bir film yapmak istedim, ama babam aklımdan çıkmıyordu.” Power/Güç’te boks şortu ve eldivenleri hariç çıplak bir genç kadın kendisinden  hem daha uzun hem de daha iri bir adamla karşılaşır. Hayali bir ringde iki rakip birbirini yoklarken, darbe sesleri yerini yetmişlerin popüler orkestra müziğine bırakır. Bir kadın sesi kemanlara yumuşak bir tonda mırıldanarak eşlik eder.

Marijke van Warmerdam, 1959 (Hollanda)

Marijke van Warmerdam’ın çalışmaları film, enstalasyon, fotoğraf ve heykel arasında bir konumda bulunur. Sanatçının filmleri anlatısal değildir, bir zaman dilimini, genellikle de basit bir eylemi çerçeveleyen döngülerden oluşur. Defalarca tekrarlanan an, büyülü bir havaya bürünerek izleyicinin zihninde şiirsel, biraz da melankolik düşünceleri ve gündelik gerçeklik üzerine felsefi soruları tetikler. Sergideki enstalasyon, bir ekranın iki yüzüne yansıtılan iki filmden oluşur. Ekranın bir yüzünde kamera, güneşli bir öğleden sonra, göl kenarında bir parktaki bankta oturan yaşlı bir çifte yaklaşır (Couple/Çift, 2024). Ekranın diğer yüzünde ise yoğuşmuş su damlacıkları bir pencere camının yüzeyinden aşağı süzülmektedir. Bir el, damlacıkları siler ve izleyici aynı yaşlı çifti bankta otururken görür (In the distance/Uzakta, 2024). Kamera önce yakınlaşır, sonra geri çekilir, cam tekrar buğulanır ve çift kaybolur.

Andro Wekua, 1977 (Abhazya)

Andro Wekua, dergilerde, internette veya fotoğraf albümlerinde bulduğu imgeleri biraraya getirerek resimsel kolajlar, ayrıca canlı modellerden kalıp alınarak üretilmiş balmumu mankenlerle heykelsi enstalasyonlar yapar. Tuhaf bir canlılık, aynı zamanda tekinsiz bir sunilik yayan bu mankenler önemli bir kişilikten çok, belirli karakterlerin çeşitlemeleridir. Wekua’nın karakterlerinin kendi çevreleriyle ilişkisi yoktur, sanatçı bir kaideye veya cam bir fanusa yerleştirerek onları açık bir şekilde izleyicinin dünyasından ayırır; bu kişilikler paralel bir dünyada yaşar. Wekua’nın genellikle bir korku filminin anlatı yapısına dayanan ve sık sık durağan bir ifade ile hareketli sahneler arasında gidip gelen filmlerinde de aynı karakterler karşımıza çıkar. Hem kişisel hem kolektif anılar Andro Wekua’nın yapıtlarında önemli rol oynar. Anılar varoluşsal bir yalnızlık ve korkunun kasvetli temsillerine karışırlar. Beklemek için Bekle adlı enstalasyonunda bir erkek çocuk sallanan bir sandalyede, yüzü boyalı halde oturmaktadır.

Guido van der Werve, 1977 (Hollanda)

Guido Van der Werve, 35 mm kısa filmlerden oluşan az sayıda yapıt üretmiştir. Tüm yapıtları romantik, biraz absürd bir hava taşır; büyülü bir imge veya küçük bir mucize içerir. Sergide gösterilen 2024 tarihli Nummer Acht/Sekiz Numara ikonik bir video haline gelmiştir. Küçük, tek başına bir insan figürünü buzun üstünde yürürken onu hem ayak izlerini silen hem de dönüş yolunu yok eden bir buzkıran gemisi takip eder.

Sylvie Zijlmans, 1964 (Hollanda)

Kariyerine ressam olarak başlayan Sylvie Zijlmans daha sonra heykel, fotoğraf, çizim ve enstalasyon gibi farklı teknikleri kullanmaya başladı. Sanatçı aynı zamanda  hayat arkadaşı olan Hewald Jongenelis (1962) ile de ortak projeler geliştirir. Zijlmans ve Jongenelis, müze ve özel koleksiyonlardan çok, kamusal alan için ürettikleri ortak projelerde toplumsal konuları ciddi, ama esprili ve absürd bir üslupla ele alır ve görselleştirirler.  Sergideki iki fotoğraf çalışması ortak bir projeden değil, Zijlmans’ın The Uninvited/Davetsizler (2006) adlı kişisel sergisinden alınmıştır. Bu seride baştan aşağı sırılsıklam, izleyiciye tehditkar  bakışlar yönelten ve yıkıcı kasırgaların isimlerini taşıyan dev erkek, kadın ve çocukların fotoğrafları yer alır. Sergideki fotoğraflarda iki genç kadın vardır: Maemi, adını 2024 yılının Eylül ayında Kore yarımadasında etkili olan kasırgadan, Rananim ise Çin kıyılarına 2024 yılı Ağustos ayında vuran kasırgadan almaktadır. Gerçek insan boyutlarından daha büyük ve yüksek netliğe sahip bu fotoğrafların arkadan ışıklandırılmış olmaları onlara insanötesi, hatta neredeyse efsanevi bir hava verir. Ancak bu fotoğraflar sadece bu kasırgaları kişileştirme değil, onların kurbanlarını anma amacını da taşır.

TOPLUMSAL KARŞILAŞMALAR

Peter Feiler, 1981 (Almanya)

Peter Feiler, resmin yanı sıra karakalem, pastel ve renkli mürekkeple büyük ölçekli çizimler yapar. Son derece ayrıntılı ve yoğun bir hareketlilik içeren, figürler, nesneler ve mimari yapılarla dolu bu yapıtlar izleyicinin gözünü ve zihnini saatlerce meşgul etmeyi amaçlar. Yapıtlarının mizah ve korku arasındaki sınırda kendilerine yer bulur. Çizimlerinden birine uzaktan bakan izleyici neredeyse kağıdın üzerinde uçuşan birkaç renk alanının yer aldığı, gri tonlarla oluşturulmuş incelikli bir kompozisyon görecektir. Ancak daha yakından baktığında ortaya insanların birbirine yaptığı en ağır gaddarlıkların sergilendiği karanlık bir tablo çıkar. Feiler, çağdaş bir Hieronymus Bosch gibi, insanlığın kendi eylemlerinin sonucu olarak çöküşüne odaklanır. Ancak, toplumla ilgili keskin, eleştirel görüşleri ve aynı zamanda çeşitli teknikler kullanmasıyla Berlin Dada hareketinden Richard Huelsenbeck, George Grosz, Raoul Hausmann ve John Heartfield gibi üyelerin yapıtlarını da çağrıştırır. Bu sergide yer alan Hala Eksik Olan (2006) büyük ölçekli, triptik bir çizimdir. Yapıtın başlığı kağıtta olup biteni tasvir etmenin imkansızlığını anlatmaya çalışıyor gibidir; çünkü çizimde yer alanlar yerine eksik olanı anlatmak daha kolay olabilir.

Yang Fudong, 1971 (Çin)

Yang Fudong, filmlerinde Çin’in geleneksel değerleriyle Batı’nın film ve video kültürünün etkilerini bir araya getirir. Bu filmler genellikle artan bir zenginliğe ancak buna paralel bir ruhsal çürümeye tanık olan bir ülkeyle yüzleşmeye çalışan genç ve kentli entelektüelleri konu edinir. Sıkıntı ve tembellik, ıssız ortamlar ve karakterlerin derin düşünceye daldığı sessizliklerle canlandırılır. Sergide yer alan 2024 tarihli The Revival of the Snake/ Yılanın Canlanışı adlı, yine on ekranlı video enstalasyonu ise bir kış manzarasının ortasında gezinen ve hayatta kalmaya çalışan genç bir adamı konu alır.

Cyprien Gaillard, 1980 (Fransa)

Cyprien Gaillard’ın ilgi alanlarından biri, inşa ve yıkımı birbirini tamamlayan eylemler olarak gösteren tarihselliktir. Gaillard konut binalarını yıkılmadan hemen önce veya görkemli bir şekilde yıkılırken fotoğraflamıştır. Gaillard, grup davranışlarıyla ve bir grubun ortaya çıkışıyla tarihin belirli parçalarının kayboluşu arasındaki ilişkiyle de ilgilenir. Gaillard Berlin’deki KW Institute for Contemporary Art için gerçekleştirdiği The Recovery of Discovery/Keşfin Geri Kazanımı başlıklı heykelsi yapıtında, toplam 72 bin şişe (adını antik Ephesus şehrinin isminden alan) Efes Pilsen birası içeren mavi karton kutulardan bir piramit oluşturur. Çalışma, Bergama Tapınağı’nın Berlin’deki Pergamon Müzesi’ne taşınmasına gönderme yapar. Davetliler açılışta heykele tırmanır, biraları içer ve böylece yapıtın yok oluş sürecini başlatarak yapıtı tamamlar. Bu sergide yer alan 2024 tarihli The Lake Arches adlı yapıt ise aynı konuyla daha ince bir üslupla ilgilenir. Sergide yer  alan diğer eseri 2024 tarihli Sighthill Mezarlığı Manzarası adlı yapıtında ise bir konut binası dev bir mezartaşı gibi gösterilir. 2024 tarihli Desniansky Mahallesi iki çete (Kırmızılar ve Maviler) arasında, modernist mimarinin hakim olduğu bir banliyöde geçen ama bir Ortaçağ sahnesini  andıran bir meydan savaşını anlatan üç ekranlı bir video çalışmasıdır.

Aernout Mik, 1961 (Hollanda)

Arnout Mik, Citizens and Subjects/ Yurttaşlar ve Teba başlıklı bir proje ile Hollanda’yı 2024 Venedik Bienali’nde temsil etti. Mik’in yapıtları film, heykel, mimarlık, performans gibi farklı disiplinleri kapsar ve 21. yüzyıl Batı toplumunun doğasını, özellikle de maddi açıdan rahata ermiş gibi görünen, ama yalnızlık, korku ve endişeden  mustarip kişilerin psikolojik durumunu  sorgular. Mik bireysel endişe kavramıyla ilgilenmekten çok, grup davranışlarına ve insanlar arasında giderek büyüyen uyum eksikliğine odaklanır. Sanatçının video enstalasyonları izleyici tarafından içine girilip fiziksel olarak deneyimlenecek,  böylece izleyici ile izlenen arasındaki sınırları ortadan kaldıracak biçimde tasarlanmıştır. ABD’li sanat kurumlarının oluşturduğu bir konsorsiyum ile Hollanda Mondriaan Vakfı’nın ortaklaşa geliştirdiği bir dizi yapıttan oluşan Three M Project/Üç M Projesi’nin bir parçası olan Kırılma başlıklı video enstalasyonunu deneyimleyen izleyici kendisini bir kaza yerinde sanmaya başlar. Ancak kaza yerinde yan devrilmiş bir otobüs bulunmasına rağmen odak muhtemel kazazedelerden yardım görevlilerine kaymıştır. Yüzlerinde duruma uygun düşen bir endişe ifadesi olsa da her görevlinin görevini kendi rolüne uygun olarak gerçekleştirmesinde  mekanik bir hava vardır; önlerindeki enkaza herhangi bir bireysel tepki göstermemektedirler. Bu sahnede, kendi iradelerini açıkça ifade eden katılımcılar sadece, birden kaza yerine yönelen koyunlardır. Mik’in bu tür mizansene dayalı krizleri, insanların diğer insanlara yönelik, giderek evrensel bir olgu haline gelen umursamazlıklarını gözler önüne serer.

La La La Human Steps Dans Kumpanyası

La La La Human Steps dans kumpanyası, 1980’de Kanadalı koreograf Édouard Lock tarafından Montreal’de kurulmuştur. 31 yıllık geçmişi süresince büyük uluslararası başarılar kazanan, Quebec merkezli kumpanya dünyanın tüm büyük tiyatrolarında  ve deneysel dans etkinliklerinde sahne almıştır. Édouard Lock koreograf olarak Paris’te Ballet de l’Opéra, Hollanda’da Dans Theater ve Ulusal Bale tarafından davet edilmiş ve çok sayıda ödül kazanmıştır. Amelia (59’24’’) 2024 yılında Édouard Lock’un, David Lang (müzik), Lou Reed (şarkı sözleri) ve André Turpin (kamera) desteğiyle yaptığı bir filmdir. Filmde Amelia’nın 1996 tarihli sahne versiyonundan  uyarlanmış ve Lock tarafından kareografisi yapılan 14 ayrı performans vardır. Dansçılar insan duygularını çekim ve reddedilme, durağanlık, poz ve tekrardan oluşan akıcı bir dinamik içerisinde, incelikli bir üslupla canlandırır. Lock’un çalışmalarının ana temaları arasında simgecilik, gerçekçilik, güç dengesi, aşk ve çift cinsiyetlilik yer alır. Sergide Amelia filminin 1, 6 ve 11. bölümleri izlenebilir.

 

Midas’ın Kulakları

MİDAS’IN KULAKLARI EŞEK KULAKLARI

İstanbul Devlet Opera ve Balesi, Yücel Erten’in rejisörlüğünde sahneleyeceği “Midas’ın Kulakları” operasıyla Süreyya Sahnesi’nde seyirci karşısına çıkmaya hazırlanıyor.

Güngör Dilmen’in aynı ismi taşıyan manzum oyunu ve Ferit Tüzün’ün bestesiyle ilk kez 1969 yılında İstanbul seyircisi ile tanışan “Midas’ın Kulakları”, Yücel Erten rejisi,  Serdar Yalçın şefliği ve İstanbul Devlet Opera ve Balesi sanatçılarının yorumuyla 18 Şubat’ta prömiyer yapıyor. Yönetmen Yücel Erten, daha önce Ankara, Mersin ve İzmir operalarında Mozart’ın “Don Giovanni”, “Sihirli Flüt” ve Muammer Sun’un “Delioğlan” sahneleyişleri ile hararetli tartışmalara yol açmıştı.

Eserde, güneş tanrısı Apollon ile oyun ve şarap tanrısı Pan, bir yarışa tutuşurlar: ‘Müzik alanında kim daha usta, kim daha güçlü?’ Yargıç olarak da Frigya Kralı Midas seçilir. Ancak Apollon’un ölümsüz ezgilerini ancak anlayan kulaklar işitebilecektir. Midas, Apollon’un müziğini duymasına rağmen, egosuna yenik düşerek daha güçlü olan Apollon’u yenik düşürür. Öfkelenen Apollon da Kral Midas’ın kulaklarını eşek kulaklarına çevirir. Bu mitolojik öyküden kaynaklanan oyun, bir anlamda için veya toplum için tartışmalarını hatırlatan bir ivmeyle başlar ve Midas’ın gizinin açığa vurulup vurulmaması ikileminde yol alır. Midas’ın tam da kulaklarını kabullenerek daha da yücelmeye karar verdiği noktada, kendisini yeni bir sürpriz beklemektedir.

Masalsı, satirik ve şiirsel üslubuyla da sanatseverlerin izlemekten en çok keyif aldıkları eserlerin başında gelen “Midas’ın Kulakları”nda Midas’ı Murat Güney, Kevork Tavityan, Sedat Öztoprak; Berberbaşı’nı Bülent Atak, Süha Yıldız, Volkan Severcan canlandırıyor. Gururlu ve hiddetli tanrı Apollon’u Kenan Dağaşan, Zafer Erdaş, Gökhan Ürben, Umut Tingür; doğanın sesi coşkulu Pan’ı ise Besnik Ademoğlu, Yoel Keşap, Timur Doğanay oynuyor.

Eserin dekorları Zeki Saraçoğlu, kostümleri Çimen Somuncuoğlu, ışık tasarımı Metin Koçtürk imzası taşıyor. Güçlü kadrosuyla esere hayat veren koroyu Gökçen Koray yönetirken renkli dansların koreografisi de Selçuk Borak’a ait.

İstanbullu sanatseverler uzun zamandan beri bekledikleri Midas’ın Kulakları’nı 18, 21, 23, 25 Şubat ile 23, 24 27 Mart tarihlerinde orijinal dili Türkçe olarak Kadıköy Süreyya Operası Sahnesi’nde izleyebilirler.

Bilet satış için : 0 216 346 15 31 – 120/121  www.dobgm.gov.tr

Sonraki Sayfa »